Название | CELIL OKER-ÖZEL BASKI-SON CESET |
---|---|
Автор произведения | Celil Oker |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 9789752126404 |
İnce, uzun, içi dolu olduğu belli zarf canımı sıkmıştı biraz. Biraz değil çok. Üstünde “Sayın Remzi Ünal” yazıyordu o hafif Amerikan kokusu taşıyan yuvarlak harflerle. Adımın zarfın içi doldurulduktan sonra yazıldığı belliydi. Ünal’ın l’si boşluğa gelmiş, dolmakalemin ucu hafifçe delmişti kâğıdı.
Sözünün eri kadınmış Muazzez Güler dedim içimden.
Buradan bir an önce tüymem için bir nedenim daha vardı şimdi. Etrafa olabildiğince hızla baktım.
Giysilerini değiştirmemişti.
Koltuğu ile arkasındaki duvar arasında, istenirse iki kişinin bile sığabileceği kadar bir boşluk vardı. Yüksek arkalıklı koltuğun üstünden eğilip boğmak güç olmuştur dedim kendi kendime.
Bu oda bir öncekinden daha büyüktü. Yerde yeşil, duvardan duvara bir halı vardı. Uzun boyunlu, halojen lambalı bir lambader, tam pencerenin önünde duruyordu. Yanmıyordu. Masanın önünde karşılıklı iki deri koltuk vardı. Koltukların oturma yerlerinde çukurlar oluşmuştu. Aralarındaki sehpanın üstünde üç tane bilgisayar dergisi duruyordu. Masanın sol tarafında büyük, camlı bir kütüphane vardı. Raflarının büyük bir kısmını, sehpanın üstündeki dergilerden olduğunu sandığım ince kenarlı dergiler kaplıyordu. Bir rafın yarısı kalın yabancı kataloglar, çeşitli işletim sistemlerinin kullanım kılavuzlarıyla doluydu. Boşluklara üç tane plaket, üstüne parti amblemi basılmış biri büyük, biri küçük iki kahve fincanı yerleştirilmişti.
Saatime baktım. İki dakikam kalmıştı.
Derin bir nefes aldım.
Sonra bir karar verdim. Vermem gereken zorunlu bir karar.
Anlamsız olduğunu biliyordum ama parmaklarımın üstüne basarak masaya doğru ilerledim. Elimi gereksiz bir yükseklikten masanın üstünde duran ince, uzun zarfa doğru uzattım. Parmaklarım daha zarfa dokunmamıştı ki, donup kaldım.
Muazzez Güler’in yüzünde bir şeyler değişti.
Hayır, yüzünde bir gülümseme belirmedi. Donuk bakışlı gözlerinin tekini “pışııık” diye yummadı. Yanağı seğirmedi.
Yüzüne yansıyan ışık değişti birden.
Mumlu bir kâğıdın ardından yüzünün yan tarafına yöneltilmiş düşük watt’lı bir video kamera aydınlatmasına benzeyen ışık kayboldu, birbiri ardından geçiveren gölgeler yansımaya başladı yüzünde. Hatları belirip kaybolmaya başladı bu yeni ışıkta. Bir heykel gibi kıpırtısız yüzü, her gölgenin geçişinde sanki yarım milim oynuyordu yerinden.
Elimi çektim masanın üstünden.
Yine parmaklarımın ucuna basarak masanın çevresini dolandım. Bilgisayarın ekranına baktım.
Büyüklü küçüklü onlarca dolar işareti geçiyordu bilgisayarın ekran koruyucu moduna geçmiş ekranından. Siyah dolarlar, beyaz dolarlar, kırmızı dolarlar, yeşil dolarlar. Üst üste dolarlar, yan yana dolarlar. Birbirini kovalayan dolarlar, yalnız gezen dolarlar.
Farkında olmadan tuttuğum soluğumu saldım.
Saatime baktım. Bir buçuk dakikam kalmıştı.
Geri döndüm. Masanın öteki yanına geçmek için hızlı adımlarla yürüdüm. Yanından geçerken kalemlikten parmak gibi kalın bir dolmakalemi de çekip aldım.
Evet, Muazzez Güler’in çantası yerindeydi.
Çantayla ilgilenmedim ama. Klavyenin üstüne eğildim, dolmakalemin ucuyla ara çubuğuna bastım.
Dolarlar çekip gitti. Odanın ışığı yeniden değişti. Değişimin Muazzez Güler’in yüzüne nasıl yansıdığına bakmadım.
Bir Excel dosyası vardı şimdi ekranda. Bir sürü isim, bir sürü rakam.
Bu bilgisayarın mouse’u klavyenin yanında duruyordu.
Saatime yeniden baktım.
Ekran koruyucu kötü haberdi.
Kaç dakikaya ayarlandığını bilmiyordum ama, dakikalarla sınırlı olduğu kesindi. Mobilyacının önünde oyalanmasam işin üstüne gelecektim. Sokakta bana doğru ilerleyenlerin yüzüne bakmama alışkanlığıma kızdım.
Ekran koruyucunun yeniden devreye girmesini bekleyemezdim ama.
Saatime bakmadım bu kez. Bir yerden çekip gitme zamanının geldiğini bilecek kadar sağduyum vardı.
Masanın başına geçtim. Bardağı sol elimde tuttuğum dolmakalemle sabitleyip sağ elimle peçeteyi dikkatlice çektim altından. Sonra bardağın içine sokup ıslattım yarısını. Yere damlatmamaya özen göstererek dolmakalemi iyice sıvazladım. Paltomun dış tarafındaki protokoler yüzünün tüylü kumaşında kuruladım, kalemliğe geri bıraktım. Sonra başka hiçbir şeye değmemeye özen göstererek üstünde adım yazılı zarfı aldım masadan. Paltomun iç tarafındaki ceplerden birine yerleştirdim. Çıkmadan önce bir kez daha baktım manzaraya. Kapıyı sanki Muazzez Güler’i rahatsız etmek istemiyormuşum gibi yavaşça çektim. Islak mendil ve palto numarasını kapının kolunda da tekrarladım.
Gitme zamanının geldiğine karar verince sanki telaşlanmıştım farkına varmadan. Hızlı adımlarla masaların arasından geçtim. Çift kanatlı kapıya eriştiğimde dönüp şöyle bir baktım arkama.
Telefon tam o sırada çaldı.
Ha siktir dedim yeniden.
Sanki Hi-Mem’in bütün odalarında birden çalıyordu telefon. Zilin berbat çığlığı hem Muazzez Güler’in odasından hem pencereye yakın masaların oralardan bir yerden geliyordu. Binanın sessizliğinde sanki daha güçlü bağırıyor gibi geldi bana. Durup karar vermeye çalıştım.
İkinci çalışta karar verdim.
Pencereye doğru ilerledim. Üstü diğerlerinden daha az karışık olan sağdaki masadaydı telefon. Pazariçi’ndeki her telefoncuda bulunan en ucuz telefonlardandı. Kalın bir yabancı kitabın üstünde duruyordu.
Elimdeki kâğıt mendilin kuru tarafıyla tutarak kaldırdım ahizeyi. Zilin sesi kesilince her şey normale döndü sanki.
Kulağıma götürüp hiç ses çıkarmadan dinledim.
Karşı tarafta her kim varsa o da ses çıkarmadı. Ama vardı biri, kesik kesik soluduğunu duyuyordum.
Karşılıklı bekledik.
Kimse “alo” falan demedi.
On beş saniye kadar karşılıklı bekledik.
Hattın kesildiğini duydum sonra. Ahizeyi yerine bıraktım.
Saatime baktım. Kendime tanıdığım süreyi bir buçuk dakika geçirmiştim. Kimsenin kimseye “alo” demediği bu telefon iletişimiyle geçen saniyeler işin boka sarmaması için hiç vakit harcamamam gerektiğini söyledi bana. Hızla hareket ettim. Salondan çıktım. Çift kanatlı kapıda değmiş olduğum yeri de temizledim hızla.
Dış kapıya yaklaştım, dışarıyı dinledim. Hiç ses yoktu. Emin olamadım, kulağımı dayayıp bir kez daha dinledim. Okeydi. Sessizce çıktım.
Kapıyı bulduğum gibi açık bıraktım. Geldiğimde bulduğumdan biraz daha açık.
Merdiven boşluğuna vuran yarım yamalak ışıktan yararlanarak merdivenlerden aşağıya yöneldim. Yolun ortasında iyice karanlık oldu merdivenler. Çakmağımı bir an için yakıp söndürdüm önümü görmek için. Elimin dış yüzeyini duvara sürterek, tökezlemeden indim aşağıya.
Binanın dışına çıkınca hiç duraklamadan Barbaros