Название | CELIL OKER-ÖZEL BASKI-SON CESET |
---|---|
Автор произведения | Celil Oker |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 9789752126404 |
Ağır ağır karşıya geçtim.
Ana giriş kapısı ardına kadar açıktı. Apartmanın sakinlerine aşağıda onları ziyarete gelen biri olduğunu haber veren, kapının yanındaki zil butonları çok önceleri sökülüp atılmıştı. Yıllar önce yüksek beğeniye sahip bir sakinin taktırdığı afili posta kutusunun aralık kapağından işi bitmiş bir gofretin ambalajı görünüyordu.
Girişteki otomatiği bulup dokundum. Koridorun karanlığında hiçbir şey değişmedi. Bir an durup gözlerimin alışmasını bekledim. Sonra yukarıya çıkan merdivenler olması gereken boşluğa doğru ilerledim.
Ayaklarım ilk basamakları buldu. İki katın arasına geldiğimde, alacakaranlık karanlığa dönüştü. Çakmağımı çıkarıp yaktım. Isınınca söndürdüm. Bu arada hedefim olan katın sahanlığına ulaşmayı başardım.
Oğlunun elinden tutup Harry Potter almaya gelen baba, karanlıktan ürküp dönerdi belki. Ben dönmedim. Yanımda oğlum olmadığından değil.
Karanlığın ortasında yukarıdan aşağıya ince bir çizgi halinde uzanan ışık bir şey söylüyordu bana.
Hi-Mem’in kapısı açıktı.
Işığa doğru bir iki adım attım.
Hiç ses gelmiyordu içeriden.
Daha önceleri de geldiğim olmuştu bilgisayarcılara. İçeriden sesler gelirdi.
Hi-Mem’den ses gelmiyordu.
Kapıyı elimle hafifçe ittim. Sessizce açıldı. İçeriden gelen ışıkla ortam biraz aydınlandı. Çoktandır süpürülmemiş gibi duran zeminde üstüne basılıp söndürülmüş sigaralar vardı.
Kapının aralığından geçip Hi-Mem’in kıta sahanlığına adım attım.
Yıllarca önce Beşiktaş’ın seçkin evlerinden biri olması için tasarlanan dairenin girişindeydim şimdi. Tepedeki lamba, ışığının çoğunu tozlu bir ebruli abajura bırakıyordu. Eve girenlerin paltolarını emanet edecekleri portmantonun olması gereken yerde üst üste konmuş koliler duruyordu. Tavana kadar yükselen kolilerin üstünde yeni bir bilgisayar almak için üç gün üst üste bilgisayar ilanlarına bakan birisinin hemen tanış olacağı markalar yazılıydı. Duvardaki boşluklar, pencerelere yapıştırılmış reklam çıkartmalarının aynılarıyla doldurulmuştu.
Kolilerin tam karşısında iki kapı vardı. Böyle evlere girip çıkmışlığım çok olduğu için birinin arkasında mutfak, diğerinde tuvalet olduğunu kestirdim. İki kapı da kapalıydı.
İki kanatlı camlı bir kapı Hi-Mem’in geri kalanını giriş holünden ayırıyordu. Kapının buzlucamına, elini sürenin hemen gidip yıkamak zorunda kalacağına emin olduğum bir grilik hâkimdi.
Dairenin ana kapısını arkamdan kapadım.
Hiç kimse itiraz etmedi.
Camlı kapının bir kanadını itip kafamı uzattım içeriye.
İçerisi daha aydınlıktı.
Muazzez Güler’in toplama bilgisayarları burada üretiliyordu demek ki. Duvarlara dayalı dört çelik masanın üstü, bağırsakları ortalığa saçılmış bilgisayarlarla doluydu. Açık kasalardan teller fışkırıyordu. Ortalık açık kapalı onlarca bilgisayar parçası kutusuyla doluydu. Duvara bakarak çalışan teknisyenlerin, yaptıkları işi daha iyi görmeleri için konulmuş yuvarlak başlı masa lambalarının ikisi altlarını iki çelik dolabın kapaklarına, üstlerinde birtakım yazılar olan bir sürü küçük hatırlatma notu yapıştırılmıştı. Masaların yanında dışarıda gördüğüm cinsten koliler duruyordu, kimi açık kimi kapalı. Yerde asıl rengini kestiremediğim kahverengimsi bir moket halı vardı. Karşıdaki pencereler perdesizdi. Salonun sağ tarafındaki duvar iki kapalı kapıyla bölünüyordu.
Masaların altında, çalışanların bacaklarını ısıtacak biçimde konuşlanmış elektrikli sobalar çalışıyor olsa bile, durumu kurtaramayacakları kadar soğuktu ortalık.
“Merhaba,” diye seslendim.
Cevap gelmedi.
İçeri girdim. Yerleşmiş bir sigara kokusu çarptı burnuma.
Bir iki adım daha attım.
Sessizlik hoşuma gitmedi.
“Kimse yok mu?” dedim bu kez sesimi öteki iki odada bulunabilecek birilerine yönelterek.
Kimse yoktu.
Allah Allah dedim kendi kendime. İçimden yükselen sigara yakma dürtüsünü bastırdım. Sağdaki ilk kapıya yöneldim.
Bu kadar seslendikten sonra kapıya vurmaya ihtiyacım olmadığını düşünüp açtım.
Kimse yoktu. Arkamdan gelen ışığın alacakaranlığında gözden geçirdim odayı.
Bir tür muhasebeci ya da yönetici falan gibi birisinin odası olmalıydı burası. Beşiktaş’ın en ucuz mobilyacısından alınmış gibi duran bir masa ve önünde iki koltuk vardı. Masanın arkasında, sırt koyacak yeri yüksek bir patron koltuğu duruyordu. Masanın üzerinde bir bilgisayar, iki telefon, birtakım dosyalar ve kaçınılmaz olarak bir sumen vardı. Buradaki masa lambası kapalıydı. Koltukların arasındaki sehpa boştu. Odanın öteki eşyası masayla takım bir dosya dolabıydı. Pencerelerde iyice kapanmış jaluziler vardı. Burada oturan her kimse, sigara içmiyordu.
Geri çekilip kapıyı kapadım.
İki adımda ikinci kapının önüne geldim. İçeride kimsenin olmadığından emin bir biçimde, tek harekette sonuna kadar açtım kapıyı.
Yanılmışım.
İçeride biri vardı.
Ama artık olmayacaktı.
Muazzez Güler, ilk odadakinden daha büyük bir masanın arkasından, ilk odadakinden daha büyük bir patron koltuğuna oturmuş, çok oynanmış cam bilye gibi gözlerle arkamda bir yerlere bakıyordu. Yüzü şaşkınlık ve acıyla donmuştu. Kırmızı boğazlı kazağının yakasının üstünden iki kere dolanmış bir kablonun ucundaki markasız bir mouse, dev bir kolye gibi göğsünde duruyordu. İki kolu, avuçları açık, yana doğru sarkmıştı.
Ha siktir dedim içimden. Bin kere ha siktir.
Kapının eşiğinden hızla geri çekildim. Sırtımı duvara yaslayıp kafamı toplamaya çalıştım.
Ha siktir dedim yeniden.
Tam da işler açılıyorken bir müşteri kaybettin Remzi Ünal dedim içimden.
Sonra saatime baktım. Buradan defolup gitmek için üç dakika süre tanıdım kendime.
Çok heveslenmeden girdiğim bir işten başıma büyük belalar gelmesini önleyecek kadar şeyi görmeme yeteceğini umduğum bir üç dakika. Eve giderken kızını sevindirmek isteyecek bir babaya bugün kapalıyız demek zorunda kalmamı engelleyecek bir üç dakika. Telefon çalarsa cevap verip vermeme kararı için terlememi önleyecek bir üç dakika.
Ve fosforlu yeleklerinin sırtlarında “polis” yazan birilerinin koluma sıkı sıkı girmesi ihtimalini azaltması için dolu dolu bir üç dakika.
Sigara isteğimi deminkinden daha büyük bir güçlükle bastırdım. Duvardan güç alarak ayaklarım üstünde dengemi buldum, odaya döndüm.
Kapının