CELIL OKER-ÖZEL BASKI-SON CESET. Celil Oker

Читать онлайн.
Название CELIL OKER-ÖZEL BASKI-SON CESET
Автор произведения Celil Oker
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 9789752126404



Скачать книгу

Bey,” dedi Muazzez Güler etkilenme sınırımın ne olduğunu merak ediyormuş gibi bir sesle. “Politikada güç kullanmak mümkün. Ama gücünü sık sık yanlış yerde kullananlar hemen ezilirler. Her şeyin bir sınırı var.”

      “Vardır herhalde,” dedim. Sigaramdan bir nefes daha çektim.

      Bir karar vermem gerekiyordu.

      Verdim. Zaman zaman karar veririm. Derin bir nefes aldım çaktırmadan.

      3963 sayılı yasada istenilen koşulların topuna birden küfrettim içimden.

      2. BÖLÜM

      “Bazı şeyleri baştan konuşalım ama,” dedim sigaranın dumanını burnumdan vererek. Koltuğun arkalığına yaslanmış, biraz tepeden konuşuyordum. Muazzez Güler oturduğu yerden beni dinliyordu, yüzünde zafer kazanmış birisinin ifadesi yoktu. Ne diyeceğimi biliyormuş gibiydi, ama yine de dinlemeye niyetliydi.

      “Konuşalım,” dedi.

      Durumumu bozmadan devam ettim.

      “Adamınızı bulup konuşurum,” dedim gözlerinin içine bakarak. “Sonuç alacak sözcükleri seçmeye de gayret ederim. O kadar. Kabadayılık yapmamı beklemeyin benden. Henüz o kadar düşmedim.”

      Onaylarcasına başını salladı Muazzez Güler. Neden bu kadar çabuk kabul ettiğini merak ettim. Ama sormadım. Yeri gelmişken konuyu açtım.

      “Vilayet’teki dosyamın bulunduğu dolapta uyuklamaya devam etmesi dışında…” dedim. “Bir şeyler ödemeniz gerektiğinin de farkındasınızdır herhalde?”

      “Ne kadar?”

      Sigaramdan bir nefes daha çektim. Bunu düşünmeliydim. İki duvarın birleştiği köşeye bakarak gazete ilanlarından yeni bir bilgisayarın, ful aksesuvar fiyatını hatırlamaya çalıştım. Sonra onla çarptım. Faullü oynadığı için çıkan miktarın yarısını daha ekledim. Dumanı salarken rakamı söyledim.

      “Makbuz falan da vermem,” dedim ardından.

      Miktar Muazzez Güler’i etkilemedi anlaşılan. Makbuz konusu da. Koltuğun dibinde duran çantasına doğru davrandı.

      “Çek istemem,” dedim.

      Doğruldu.

      “Neden?” dedi.

      “Ben güvenebileceğim başka dedektif tanımıyorum,” dedim.

      Muazzez Güler, evime geldiğinden beri ilk defa, içtenlikle gülümsedi.

      “Anlayabiliyorum bunu,” dedi.

      “Buradan çıkar çıkmaz vereceğim hesaba yatırırsanız,” dedim. “Mesai saati bittiğinde yokladığımda bakiyem değişmemişse, gider bir Hürriyet gazetesi alırsınız.”

      “Olabilir,” dedi Muazzez Güler. Hâlâ gülümsüyordu.

      “Bir kahve daha ister misiniz?” dedim.

      Derin bir soluk aldı.

      “İçelim bari,” dedi.

      Benim mutfakta bir kötü kahve daha hazırlamamı beklerken pencereden dışarı bakmak istiyor gibi ayağa kalktı. Ona yol verdim. Ardından sehpanın üzerindeki kupaları elime alıp salonun kapısına doğru ilerledim. Daha masayı geçmemiştim ki bir cep telefonu çaldı.

      Bu evi tutmak için emlak komisyoncusuyla geldiğimizden beri, evin sınırları içinde çalan ilk cep telefonuydu. Televizyonda çalanlar hariç. İnsanı sinir etmeye eğilimli bir zırıltısı vardı. Bir an durup omzumun üstünden geriye baktım. Muazzez Güler çantasına eğildi. Kolaylıkla çekip çıkardı telefonunu. Ekranından kimin aradığına baktı, sabırsızlıkla kızgınlık karışımı bir sesle, “Alo,” dedi kulağına yapıştırıp.

      Mutfağa girdim.

      Kirli kupaları tezgâhın üzerine bıraktım. Su ısıtıcısının düğmesine bastım. Temiz iki kupa daha bulmak için dolapları karıştırdım. Buldum neyse. Temiz kaşık bulmak daha kolaydı. Kupalara kahve boşalttım. Muazzez Güler’inkine daha az koymaya dikkat ettim bu kez. Üstüne bir poşet krema. Suyum kaynamıştı bu arada. Sonra şekeri hatırladım. Baktım, kesme ya da toz, hiç şekerim yoktu gerçekten. Omzumu silktim. Kupaları elime alıp mutfağın kapısını ayağımla ittim.

      Muazzez Güler arkasını kapıya dönmüş, sırtını hafif kamburlaştırmış, pencereden dışarıya bakarak konuşuyordu.

      “Ama elli kere anlattım ona,” dediğini duydum salona girdiğimde.

      Kupalar elimde, ona doğru ilerledim. Koltuğa oturmadım ama, ayakta bekledim. Muazzez Güler biraz dinledi karşısındakini. Sonra yarım döndü dinlemeye devam ederek, beni gördü. Kaşları çatıldı.

      “Tamam, hemen geliyorum,” dedi telefondakine. “Sen o kafasızı da çağır.”

      Biraz daha dinledi karşısındakini.

      “Yok,” dedi sabırsızca. “Yarım saat sürmez. Açıktır yollar şimdi. Sen hemen telefon et. Ben geliyorum.” Bana baktı kulağı cep telefonunda.

      “Tamam, telaşlanma, kaçırmayız,” dedi sonra. Telefonu kapadı. Eğilip çantasına yerleştirdi. Doğrulduğunda gözlerinde yine o kopya yakalamış öğretmen parıltıları vardı. Bana doğru bir adım attı. Elimdekileri çantayı tutan elini kaldırarak gösterdi.

      “Boşa yaptınız galiba onları Remzi Bey,” dedi. “Acele çıkmam gerekiyor.”

      “Önemli değil,” dedim. “Ben içerim.”

      Kararlı adımlarla ilerledi salonun ortasına Muazzez Güler. Yanımdan geçip kapıya doğru yöneldi. Elini sıkarak yolcu edeceğime göre, kahveleri sehpaya koymak için hareketlendim ben de.

      Aniden döndü Muazzez Güler. Saatine baktı.

      “İsterseniz şöyle yapalım,” dedi. “Ben şimdi gider gitmez çektiririm paranızı bankadan. Dilerseniz uğrayın akşama, hemen takdim edeyim. Hem siz de benim bir kahvemi içmiş olursunuz.”

      Bana göre hava hoştu. Kahve kahveydi, nakit de nakit. Omzumu silktim.

      “Yedide gelebilir misiniz?” dedi Muazzez Güler. “El ayak da iyice çekilir o zaman.”

      Ben de saatime baktım. Başımla onayladım.

      “Bir kâğıt kaleminiz var mı?” dedi Muazzez Güler.

      On dakika sonra, günün ilk yarısında dünyada ve Türkiye’de olup bitenleri hâlâ acemi bir sessiz film oyuncusuna benzeyen spiker aracılığıyla aktarmaya çalışan haber kanalına bakarak salonda yalnız otururken, koltuktan aşağı sarkan elimdeki kâğıtta Muazzez Güler’in işyerinin adresi, cep telefonunun numarası vardı. Kendisinden beklemeyeceğim kadar düzgün bir yazıyla yazmıştı. Yuvarlak, dengeli, kalın, hatasız. Eğitiminde bir miktar Amerikan okulu esintisi sezdirecek derecede yumuşak harflerle. Kalın iki çizgi çizmiş, altına hedefimin adını, cep telefonunu, işyerinin adresini, telefon ve fakslarını eklemişti.

      İçmediği, benim de yazmasını beklerken içemediğim kahvelerin kalıntılarını kaldırmamıştım. Ağzına kadar dolan kül tablasını boşaltmamıştım. Koltukta kaykılmış, ayaklarımı alabildiğine uzatmıştım. Kımıldamıyordum. Bir kedim olsa kucağıma atlardı muhakkak. Ama bir kedim yoktu.

      Odayı havalandırmam gerekiyordu. Yerimden kımıldamadım.

      Vilayet’teki dosyamı düşünmüyordum. Dünyada her şey eskisi gibi olmayabilirdi bundan böyle, ama bir Muazzez Güler gelip önümdeki birkaç günü değiştirmişti. Neler olacağını düşünüyordum. Kıçımı yerinden kıpırdatmak zorundaydım. Bir insanı bir şeye ikna edebilmek için oturup konuşmak gerekirdi.