CELIL OKER-ÖZEL BASKI-SON CESET. Celil Oker

Читать онлайн.
Название CELIL OKER-ÖZEL BASKI-SON CESET
Автор произведения Celil Oker
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 9789752126404



Скачать книгу

içim rahat. Yanından geçtiğim çöp tenekesine attım cebimde küçük bir top haline gelmiş ıslak kâğıt mendili.

      Hi-Mem’in önünden geçerken başımı çevirip bakmadım bile binaya. Zaten her akşam geçiyordum buradan, bakacak ne vardı? Hep o bildik sokaktı işte, yarı karanlık. Şu belediye de ne bekliyordu bilmem lambaları tamir ettirmek için?

      Barbaros Bulvarı’na eriştiğimde sigaram bitmişti. 150 kilo portakalın sergilendiği büfenin dibinde söndürdüm ayağımla. Aşağıya doğru yöneldim.

      Bir daha arkama bakmadım hiç.

      Baksam ne göreceğimi biliyordum çünkü. Tepesinde kırmızı mavi ışıkları yanıp sönen Renault marka polis otomobili, büfenin yanından kıvrılıp girmek üzereydi Hi-Mem’in sokağına. Sirenleri çalmıyordu ama.

      Nereye gittiklerinden emin gibiydiler, hiç tereddüt etmeden girdiler tekyönlü sokağa.

      4. BÖLÜM

      Arkama bakmadan hızlı hızlı yürüdüm. Sanki birisi arkamdan ateş edecekmiş gibi boynumu kastığımı fark ettim sonra. Sırtımı dikleştirdim. Paltomun ancak otopark görevlilerinde saygı uyandırmaya yeten protokoler yüzünün yakasını iyice kaldırdım.

      Soğuk yüzünden ellerim ceplerimde yürüyordum. Islık çalmak aklıma gelmedi.

      Hi-Mem’e girmeden önce önünde oyalandığım cep telefoncusunun yanından hiç duraksamadan geçtim.

      Trafik hâlâ ağır ilerliyordu.

      Soluğum neden sonra düzene girdi. Kendi kendine, ben yardım etmeden.

      Aşağıya doğru indikçe ortalık kalabalıklaştı. Kalabalığın arasında kendimi daha güvende hissetmeye başlamıştım sanki.

      İyi sıyırttık dedim kendi kendime belki on kez. İyi sıyırttık.

      Yürümeyi kesmedim ama.

      Yeniden saatime bakmayı ancak çarşının girişinde akıl ettim. Köşedeki büfenin camekânında dönen şişe geçirilmiş kızarmış tavuklar kışkırttı beni. Çok fazla düşünmeden içeri girdim.

      Sanki bir önemi varmış gibi dışarıyı gören masalardan birine oturdum. Bir sigara yaktım teneke kül tablasını görünce.

      “Ne arıyordun lan orda?” dedi fosforlu yelek giymiş birisi kafamın içinde bir yerlerde.

      “Bilgisayar alacaktım,” dedim.

      “Bu para kimin zarfın içindeki?”

      “Bilgisayar alacaktım dedim ya.”

      “Yok yaa!” dedi kafamın içindeki.

      “Gerçekten,” dedim.

      “Tam da zamanını bulmuşsun bilgisayar almanın,” dedi fosforlu yelekli. “Senin evde ne yaptınız peki kadınla?”

      “Konuştuk,” dedim.

      “Konuşmuşlar,” dedi.

      “Ona kahve yaptım,” dedim.

      “Bak, kadına kahve yapmış,” dedi.

      Sonra vereceğim cevapların hiçbirine inanmayacağını belli ettiği sorular sordu üst üste.

      Sesimi çıkarmadım.

      “Ne arıyordun lan orda?” dedi yeniden kafamın içinde ve ben verecek cevap bulmak için uğraşmaktan yoruldum.

      “Avukatımı istiyorum!” diye cevap verdim sonunda.

      “Çek abime bir avukat!” dedi bir başka fosforlu yelekli.

      “Ne vereyim abi?” dedi lekeli önlüğüyle orta yaşlı bir garson.

      “Yarım kızarmış tavuk istiyorum,” diye cevap verdim.

      “Çek abime bir yarım!” diye bağırdı garson bir başka lekeli önlüklüye.

      Yarım kızarmış tavuk, iyice ayıklanmış biçimde önüme gelince, kafamın içindeki fosforlu yelek giymiş adamlar gitti. Bir daha da gelmediler.

      Sigaramı söndürdüm.

***

      Sigaramı yaktım.

      Büfenin önündeydim. Masadaki kürdanların biriyle dişlerimin arasındaki kızarmış tavuk parçalarını ayıklıyordum. Ne yapacağıma karar verememiştim. Eve gidip cinayetleri, trafik kazalarını, adliye koridorlarında birbirleriyle kavga eden aileleri en çok gösteren televizyon kanalında boynuna mouse kordonu dolanmak suretiyle öldürülen bilgisayar üreticisi işkadınının haberini bekleyebilirdim. Sokakta toplanan insanları görürdüm belki o zaman, Muazzez Güler’in bedenini koyu renkli uzun torbada taşıyan ambulans görevlilerini görürdüm. Kocasını görürdüm belki. Muhabirin ekip amiriyle arası iyiyse, temizlemeyi atladığım parmak izlerimin bile olabileceği atölyenin içinde dolaşırdım bacak hizasında telaşlı telaşlı gezen bir kameranın aracılığıyla.

      Soruşturmanın sürdüğünü duyardım haberin sonunda.

      Büfenin önündeki kaldırımdan indim. Çarşının içine doğru yürümeye başladım. Yine kaldırımlarla ilgili bir şeyler yapıyordu belediye, ortaklık karışmıştı. Çamurlaşmaya niyetli zeminin üstüne yığılmış kaldırım taşlarının arasından slalom yaparak ilerledim elinde torbalarla yürüyenlerin arasında. Balıkçıların ışıkları yanmıştı çoktan. Hiçbiri benimle göz göze gelmeye çalışmadı.

      Meydanın ortasında kartal heykelinin önüne gelince durdum. Sanki hemen bulacakmışım gibi gözlerimi kaldırdım etraftaki binaların üst katlarına. Bulamadım.

      Sigaramı kartal kaidesinin dibine, yere attım. Üstüne bastım etrafıma bakarak.

      Tezgâhın başında aylardan mayısmış gibi geniş geniş oturan kestaneciye doğru yürüdüm. Üç günlük sakallarının arasından yüzü güldü adamın geldiğimi görünce. Muazzez Güler’in kocasının partisinin yerini bilip bilmediğini sordum.

      Suratı asıldı kestane almayacağımı anlayınca. Eliyle Ihlamurdere Caddesi’nin ilerisini gösterdi isteksiz isteksiz.

      “Teşekkür ederim,” dedim. Gösterdiği yöne doğru yürümeye başladım.

      Bir şeyler söyledi arkamdan ama duymadım. Siyasi bir değerlendirme yapmıştı belki.

      Buradaki kaldırımlara dokunulmamıştı. Hızlı hızlı yürüyen insanların arasından ilerledim. Gözlerimle binaların üst katlarını tarıyordum. Önce bir kadına, sonra omzunda belki yirmi kadın çantası taşıyan bir adama çarptım. Kadından özür diledim. Çok etkili olmadı. Adam, “Oha!” diye bağırdı arkamdan. Cevap vermedim.

      Muazzez Güler’in kocasının partisinin Beşiktaş ilçe örgütü yeni inşa edilmiş bir apartmanın iki katını birden işgal ediyordu. Binanın cephesini boydan boya kaplayan kocaman bir tabelası vardı. Binanın girişi mermerle kaplıydı. Sütuna benzer iki çıkıntının arasında koyu renkli camlar takılmış bir döner kapı vardı.

      Adımlarımı yavaşlatarak binanın karşı kaldırımından yürüdüm. Her iki katta ışık vardı, ama aralıklı duran jaluzilerin arkasında herhangi bir hareket algılanmıyordu. Binanın tam önündeki kaldırımda iki otomobillik yer, polislerin çevirmelerde kullandığı kırmızı konilerle rezerve edilmişti.

      Durdum.

      İçeri girmenin anlamlı olup olmayacağını düşündüm bir an.

      Sonra vazgeçtim.

      Beşiktaş İlçe Başkanı Sayın Kadir Güler’e başsağlığına geldim demenin anlamı olmayacaktı.

      Saatime baktım.

      Biraz hesap yaptım.

      Geri