CELIL OKER-ÖZEL BASKI-SON CESET. Celil Oker

Читать онлайн.
Название CELIL OKER-ÖZEL BASKI-SON CESET
Автор произведения Celil Oker
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 9789752126404



Скачать книгу

da görmedim hiç.

      Aşağıya doğru ağır ağır inen trafiğin içinden kolayca karşıya geçtim sonra. Yine de bir iki küfür işittim sanıyorum. Arkama bakmadım. Yolun kenarında dikildiğimi gören bir taksi, aniden yavaşladı, iki şerit birden sağa kayıp az ilerimde durdu.

      Bir alay korna sesinin eşliğinde attım kendimi taksiden içeriye.

      “Patlamadınız ya lan eşşoğlu eşekler!” dedi taksi sürücüsü arkaya doğru, otomobilini kaldırırken.

      Yorum yapmadım.

      “Ne hıyarlar var yahu!” dedi ikinci vitese geçtiğinde. Şahin’in sürücü koltuğu benimkinden daha geniş omuzlarının altında küçücük kalmıştı. İki günlük sakalı vardı.

      “Karşıya gitmem bak abi,” dedi üçüncü vitese taktığında. “Çekemem bu trafikte.”

      Cevap vermedim.

      “Keyfin yok galiba abi,” dedi sonra geriye dönüp. “Nereye gidiyoruz onu söyle bari.”

      “Kusura bakma, cenazemiz vardı,” dedim. Bir an düşündüm. “Profilo’ya gidelim,” diye ekledim sonra.

      İki günlük sakallı şoför, cenaze evinden çıktıktan sonra alışveriş merkezinde ne işim olduğuna şaştıysa da bir şey söylemedi. Bir daha ağzını açmadı zaten.

      Boş zamanlarımda seyrettiğimden çok daha salak bir film seyrettim Profilo’da. Ama yine de kalabalıktı sinema. Koltuğumda kollarımı kavuşturarak oturduğumdan, içi dolu zarf battı durdu kalbimin üstüne doğru.

      Zeytinoğlu Caddesi’nde gece yarısına kadar açık olan tekel bayiinin önünde indim Profilo’da bindiğim taksiden. Bir karton sigaranın parasını ödemek için, en ucuzundan şarap alan iki kızla bir oğlanın arkasında sıramı bekledim. Kızın yüzü tanıdık geldi, bizim sitedendi galiba. İçten içe sırıtarak başını indirdi göz göze gelince.

      Sigara kartonunu paltomun iç tarafındaki kocaman ceplerden soldakine indirdim, dışarıya çıktım. Dükkânda biraz ısınmış gibiydim, ama yine de caddenin kenarından hızla yürüdüm. Ortalıkta kimseler yoktu. Havada yoğun bir yanmış kömür kokusu vardı. Bu işin sonu kar dedim kendi kendime. Daha hızlı yürümeye başladım. Ardımdan gelen iki otomobil buralarda rastlanmayan bir hızla geçti. Rüzgârları yüzümü üşüttü.

      Sitenin önündeki otoparka inen yokuş yolda yavaşladım. Yerinde mi diye otomobilimi aradım. Yerindeydi. Üstünde bir karış tozla. Otopark tıklım tıkış doluydu.

      Oturduğum apartmana giden otuz metrelik yaya yoluna bir otomobil park etmişti. Elimde torbalarla alışverişten gelen bir ev babası olsam küfrederdim. Bu yola park edilmemesi için defalarca apartman içi genelge yayımlayan emekli asker yöneticimiz görse daha ağır küfrederdi.

      Ama küfretmedim. Adımlarımı ağırlaştırdım yalnızca.

      Motoru çalışıyordu otomobilin. Egzozundan fışkıran buhardan anlamıştım bunu. İçindeki adam sigara içiyordu. Bu soğukta açık pencereden dışarı fırlamış deri ceketli dirsekten anlamıştım bunu.

      İyice yavaşladım.

      Bu otomobil beni bekliyordu. Markasından anlamıştım bunu. Başka, hor kullanılmış otomobillerin beklemesindense, bu otomobilin beklemesi daha iyiydi.

      Ben olsam gelenleri görmek için tersyönde park ederdim diye düşündüm. Birden hızlandım. Opel Corsa’nın sağından ilerledim. Yolcu kapısının hizasına gelince birden açtım, hızla girip oturdum içeri.

      “Beni mi bekliyordun?” dedim gözleri apartmanın kapısında sigara içen adama.

      “Allah!” diye sıçradı deri ceketli şoför koltuğunda. Elini vitese attı ne işe yarayacaksa? Yüzünün bembeyaz olduğunu o karanlıkta görebiliyordum. Yüzüme baktı. Birden ağlamaya başladı ne gördüyse.

      İki eli direksiyonun iki yanında, başını direksiyonun göbeğine yaslamış, hüngür hüngür ağlıyordu şimdi. Kendini tutmak istedikçe ağlaması şiddetleniyor, üst üste hıçkırıklarla sırtının titrediğini görüyordum. Sanki konuşmak istemiyor gibi çenesi kısılmıştı, dişlerinin arasından fırlıyordu hıçkırıklar.

      Ne diyeceğimi bilemedim önce.

      “Sakin ol,” dedim. “Korkuttum seni galiba? Yok bir şey. Sakin ol.”

      Kendini toparlamaya çalışarak bana baktı. Eliyle akan burnunu sildi. Ehliyetini dün almaya hak kazanmış yaştaydı. Kısa kesilmiş saçlarını jöleyle dik dik geriye taramıştı. Kocaman bir burnu, basık bir çenesi vardı. Deri montunun fermuarını en yukarıya kadar çekmişti. Bacağında bir blucin vardı. Ayakkabılarını göremedim. Direksiyonu tutan elleri acayip titriyordu.

      “Sakin ol oğlum,” dedim yeniden.

      Torpido gözünün üstündeki araç mendili kutusundan birkaç parça mendil çektim uzattım.

      “Sil gözlerini hadi,” dedim. “Sakin ol, bir şey yok.”

      Mendilleri kullanarak burnunu sildi. Gözlerini de silmesi için iki üç mendil daha çekip uzattım kutudan. Kullandığı mendilleri avucunda biriktirmişti.

      “Remzi abi… Remzi Ünal abi sen misin abi?” dedi bu kez gözlerini eliyle sildikten sonra. “Kusura bakma, sinirlerim bozuk. Birden korktum girince arabaya.”

      “Benim,” dedim.

      “Kadir abi yolladı beni,” dedi. “Seninle acilen görüşmesi gerekiyormuş. Bir saattir bekliyorum burada. Sinirlerim bozuldu vallaha düşüne düşüne.”

      İnsanın cevabını bildiği soruları sorması kadar güzel bir şey yoktur. Tadını çıkaramayacağımı bile bile sordum.

      “Kadir abi kim?” dedim.

      “Kadir abi işte…” dedi ceketli oğlan. “Bugün buraya geldiğimiz Muazzez ablanın kocası.”

      Sustum. Yeniden ağlama nöbeti gelecekmiş gibi duruyordu. Acıdım çocuğa, ama her ihtimale karşılık sormam gerekiyordu.

      “Ne işi varmış Kadir abinin benimle?” dedim.

      “Bilmiyor musun abi?” dedi gözlerimin içine bakarak. Kendi gözleri hâlâ yaş doluydu.

      Dayan Remzi Ünal dedim kendi kendime.

      “Neyi bilmiyor muyum?” diye sordum.

      “Bugün çok boktan bir iş oldu bizim orada,” dedi. İçinden yükselen hıçkırıkları bastırmaya çalıştığını görüyordum konuşurken. “Muazzez abla… Bugün görüşmüştünüz.” Dudakları titredi. “Muazzez ablayı öldürdüler.”

      Bu fazla geldi. Yeniden direksiyona kapanıp daha yüksek sesle hıçkırmaya başladı.

      Belki yarın gazeteleri içim rahat okuyabilirim umuduyla birkaç yaprak mendil daha uzattım delikanlıya. Bir yandan da komşulardan hıçkırıkları duyan oldu mu diye düşünüyordum. Gece sessiz, otomobilin camı açıktı.

      “Ne diyorsun sen yahu? Ne zaman?” dedim dizime vurarak. “Ne öldürmesi? Kim öldürmüş? Yakaladılar mı?”

      “Kim bilir hangi orospu çocuğu kıydı abi?” dedi yeniden yükselen hıçkırıkların arasında. “Yer gök polis doluydu demin bizim orada. Kadir abi perişan. Aldılar götürdüler. Sorgu sual. Kim bilir hangi orospu çocuğu…”

      Yediğim kızarmış tavuğu hatırladım.

      “Seni de sorguladılar mı?” dedim.

      “Düşmanı var mıydı falan diye sordular bir şeyler işte.”

      “Buraya geldiğinizi söyledin mi?”

      “Yok