Nişangahta Sensin. Parvana Saba

Читать онлайн.
Название Nişangahta Sensin
Автор произведения Parvana Saba
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 9785006705173



Скачать книгу

bir atıştan daha kötüydü.

      Carla’nın rengi soldu.

      – Bu ne anlama geliyor?

      Laroche yavaşça yaklaştı ve ona dikkatle baktı:

      «Bu, burada olduğun anlamına geliyor.» Daha önce. Her şeyden önce. Londra’ya. Meksika’daki ameliyattan önce. Bu ismin önünde.

      Leah panele doğru keskin bir adım attı:

      – Peki ya ben?

      Tarayıcı bunun üzerinden geçti. Sessizlik. Duraklat. Sonra – kısa bir dürtü.

      «Hata. Veri bozulması. Kısmi iz.»

      Laroche durakladı, sonra yavaşça şöyle dedi:

      «Sen onun kurallarının bir parçasıydın.» Ama aktif değil. Seni sakladılar. Sistemin dışında.

      Carla, Leah’ya baktı. İlk defa, açıklanamayan bir şey gözlerinde belirdi: sadece bağlantı değil, sadece güven de. Sanki her zaman bir şeylerle birleşiyorlardı ama kimse tam olarak ne olduğunu bilmiyordu.

      Laroche panele gitti ve eski bir filmi çıkardı; neredeyse müze kalitesinde. Çıkardığı ses, birinin karanlığın içindeki ayak seslerine benziyordu.

      – Her şeyin nasıl başladığını bilmek ister misin?

      Carla yavaşça başını salladı. İçinde bir şeylerin değiştiğini hissetti. İçinde bir anı uyanıyordu; anılar değil, hayır. Daha çok sezgiye benziyor. Sanki kaslar, zihnin kabul etmeyi reddettiği bir şeyi hatırlıyordu.

      Ve o anda -her zamanki gibi- bir silah sesi duyuldu.

      Kısa. Kesin. Darbenin etkisiyle salon sarsıldı. Panel bir flaşla patladı. Işık söndü.

      Laroche, «Bizi buldular,» dedi ve sesinde hiçbir umutsuzluk yoktu. Sadece kararlılık.

      Carla zaten Leah’ya ulaşıyordu ve birden yaşamanın kendisi için ne kadar önemli olduğunu fark etti. Ajan olduğu için değil. Bir tanık olduğu için değil. Ama çünkü o olmasaydı dünya çok yalnız olurdu.

      Neden böyle düşündüğünü bile anlamamıştı.

      BÖLÜM VIII. KURŞUN İÇİNDE İSİM YAZILIYOR

      Atış bir itirafın sonu gibiydi. Tehdit olarak değil, cümle olarak. Salonun taş kubbeleri yankılarla sarsılıyordu ama en kötüsü ses değil, ardından gelen sessizlikti. Bu sessizlikte Carla açıkça kendi kalbinin sesini duyuyordu; sadece bir atış değil, aynı zamanda çılgınlık. Kaçış çağrısı değildi. Kalmayı talep etti. Bulmak. Anlamak.

      Panel kıvılcımlar saçarak yana doğru çöktü ve ince kablo düğümlerini ve onlarla birlikte gizli bir mekanizmanın parçasını ortaya çıkardı. Salon aniden değişti; fiziksel olarak değil, enerjik olarak. Sanki üzerlerinden bir perde yırtılmıştı ve yerdeki her taş, her çizgi onlara farklı, daha sert, daha sert, sanki onları mahkemeye çağırıyormuş gibi bakıyordu.

      – Gidelim! – Laroche çoktan Leah’ı dirseğinden, Karla’yı ise bileğinden çekiyordu. Ama Carla arkasını döndü.

      Balkonda – kemerlerin arasındaki dar bir açıklıkta – bir figür duruyordu. Uzun boylu, siyahlar içinde, isimsiz, duygusuz, yüzü olmayan bir siluet. Elinde optik görüşlü bir tüfek var. Sadece ateşlenmeyen bir silah. Merminin kime sıkıldığını hatırlayan bir silah.

      Carla onu hemen tanıyamadı. Ama ceset bunu öğrendi. Diego.

      Bir isim değil. Arama. Önsezi. Yankı.

      – Kes şunu! – sesi dudaklarından kendiliğinden kaçtı – kurtarılma arzusundan değil, duyulma ihtiyacından. Hayatta kalmak için değil, tanınmak için.

      Bir saniye – ve her şey durdu. Havadaki toz bile dondu.

      Diego tüfeğini yavaşça indirdi.

      Carla öne çıktı.

      – Sen değilsin. İnsanları canlı canlı vurmazsınız. Zaten kaybolmuş olanlara ateş ediyorsunuz. Biz kaybolmadık.

      Soğuk ve kesin bakışı değişti. Sadece bir an için. Gülümsemedi. Geri çekilmedi. Sadece başın zar zor farkedilen bir eğimi. İtiraf. İmza. Ve sonra ortadan kayboldu. Sanki kalırsa çok fazla şey söyleyeceğini biliyormuş gibi gölgelerin arasında kayboldu.

      – Kimdi? – diye fısıldadı Leah, sanki kendi acısına bile ateş etmeye hazırmış gibi hâlâ tabancasını çekmiş halde ayakta duruyordu.

      Carla cevap vermedi. Yapamadım. Ben istemedim.

      Bir zamanlar onu neredeyse kurtaran şeyi kelimeler yok edebilirdi.

      Ona ateş etmeyi öğreten oydu. Bir zamanlar gözleriyle dokunduğu bir kadına asla kurşun sıkmayacağını söyleyenlere.

      Ve şimdi… kurşun yakınlarda yerde yatıyordu. İmza gibi.

      Kurşunda yazılı bir isim.

      Manastırı sessizce terk ettiler. Sessizlik korku değildi; çekimin devamıydı. Carla’nın nabzı henüz ritmine dönmemişti, nefesi düzensizdi ama zaten biliyordu: artık geri dönüş yoktu. Sadece kendinize değil, ondan da.

      Diego. İçi yanan bir isim. Bıçak gibi değil, acı gibi değil, söndürülemeyen bir ateş gibi. O onun ilk hatasıydı ve tek bahanesiydi. Bir zamanlar onu omuzlarından tutan ve gözlerinin içine bakarak fısıldayarak konuşanlara:

      – Öldürmemelisin Carla. Sadece koru.

      Ya mecbur kalırsam?

      «O halde her ismin bir ağırlığı olduğunu unutma.» Ateş edersen merminin onu taşıması gerekir.

      O zamandan beri hiçbir ritmi kaçırmadı. Doğru atış yaptığı için değil. Çünkü hatırladım.

      Geçici üsdeki, küflü duvarları ve alçak tavanlı eski bir İspanyol evinde her şey kaygı kokuyordu. Laroche oturmadı – sanki uzun süredir dünyadan silinmiş bir haritayı çözmek istiyormuş gibi, sisli camın üzerine çizgiler çizerek bir daire çizerek yürüdü.

      Leah sessizdi. Korkudan değil. Bir yırtıcı hayvan gibi dikkatliydi. Bakışlarında farklı bir şeyler vardı; sanki ilk defa bir yapbozun parçalarını bir araya getiriyormuş da, içlerinden biri fazla kişiselmiş gibi.

      – Kimdi o, Carla?

      Carla cevap vermedi. İlk başta ne diyeceğimi bilmediğim için. O zaman – çünkü cevap bir itiraf gibi olurdu; fazla çıplak, fazla samimi.

      Sonunda, «O, içimde devam eden savaşın bir parçası» dedi. «Ve belki de beni kurtarmaya çalışan tek kişi.» Bir ajan olarak değil. Bir kadın gibi.

      Laroche arkasını döndü. Omuzları gerildi.

      «O halde düşündüğümüzden daha tehlikeli.»

      «Hayır.» Carla yaklaştı. «Sevginin zayıflık olduğunu düşünenler için tehlikelidir.»

      Ve yine – sessizlik. Ama şimdi sessizlik söylenmemiş sözlerle, fiziksel değil ama daha derin bir arzuyla çınlıyordu: anlaşılmak, kişinin kırılganlığıyla kabul edilmek.

      Carla o gece uyuyamadı. Sokak ışığı perdenin ince kumaşından süzülüyor ve her şeyi aynı anda yansıtan yüzünü ortaya çıkarıyor: Bir kadın, bir ajan ve artık silah olmak istemeyen bir kişi.

      Diego’yu ilk kez antrenmanda değil de şehirde gördüğü zamanı hatırladı; yağmurlu bir akşamda, her şey sinematik görünüyordu: nemli sokaklar, sarı lambalar, açık renk bir gömlek giymişti, eğitmen olarak değil, erkek olarak ve o da – bir ajan olarak değil, bir kadın olarak, ona ilk kez silahla değil de bakarak