Название | CELIL OKER-ÖZEL BASKI-SON CESET |
---|---|
Автор произведения | Celil Oker |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 9789752126404 |
Sanki sözleşmiş gibi sertleşmiştik teknikleri uygularken. Bileğimiz sık sık gereğinden şiddetli biçimde kıvrılıyordu arkaya doğru. Yüzümüz buruşuyor, ama uyarmıyorduk uke’mizi “Yavaş ol lan!” diye. Sıra bize geliyordu nasıl olsa. Sıra bize gelince dünyaya öfkemizi karşımızdakinden alıyorduk.
Bankaya her zamankinden daha sık uğramaya başlamıştım. Yatırmak için değil ama, çekmek için.
Başka derdimiz yok gibi kış erken bastırmıştı. Önce ufak ufak bir iki yağmurla ayakkabılarımızın tabanında delik olup olmadığını test etmiş, işi gücü olmayanlara evde oturmanın asaletini hatırlatmıştı. Doğrusu şikâyetim yoktu yağmurdan. Kanallar arasında dolaşmaktan sıkıldığımda elimde kahve fincanım, pencerenin yanına oturuyor, bacağımın teki kaloriferin peteklerine yapışmış yanarken dışarıyı seyrediyordum. Yağmurda dışarısı güzel görünüyordu. Kar altında daha güzel görünecekti, emindim.
Otomobilimi bakıma götürmek gerekiyordu, boş vermiştim. Gündüz uykularımı bölen apartman içi gürültülere bile kızmıyordum. İntikamımı apartman aidatını ödememekle alıyordum. Allah’tan yalnız değildim bu konuda. Apartmanın yarısı benim yaptığımı yapınca, yönetici asker emeklisi dostum akşamları uğrayıp çöpü alan kapıcıyı işten çıkarmıştı ilk tasarruf tedbiri olarak. Doğalgaz faturası geldiğinde ne yapacağını bilmiyordum. On beş günde bir gelen temizlikçi kadın yevmiyesini artırmış, ben de kendisine kapıyı göstermiştim.
Çok sıkıldığımda sinemaya gidiyordum. Akmerkez’e. İlk matinelerde yaşlı kadınlarla, öğleden sonraları okuldan kaçmış liselilerle film seyrediyordum.
Kapının zili, banyoda, tıraş olsam mı olmasam mı diye aynada yüzümü dördüncü kez incelerken çaldı.
Kapının zilini çalanların sayısı, televizyondaki aklı başında programların sayısından azdır.
Bahşişten epeydir umudunu kesen bakkalın çırağı sessizce kapının tokmağına asıp giderdi içinde ekmekle gazetenin olduğu naylon poşeti. Postacı, bir keresinde sabah kahvemi bitirmeden kapımı çalma hatasını işlemiş, yüzümü görünce tövbe etmişti. Apartman yöneticisi emekli asker dostum, apartman aidatını ısrarla geciktirmeme kızmış, uğramak bir yana, selam bile vermiyordu. Ben de ona yüz vermiyordum tabii.
Reklamcı arkadaşımla haftada üç kez dojo’da görüşüyordum, ne gerek vardı evime gelmesine? Dayı da akşam oturmasına gelecek değildi ya az konuşan ayılarıyla.
Hiçbir müşterimle evimde buluşmazdım.
O yüzden, aynada bana bakan Philip Marlowe bozuntusundan çok, kapımın zilinin çalınmasına şaşırdım.
Banyodan çıkıp apartmanın giriş kapısıyla bağlantıyı sağlayan diyafona doğru iki adım atmıştım ki, bir kez daha çaldı.
Üçüncüsüne izin vermeden diyafonun düğmesine bastım. Kapıyı açmaya yarayan düğmeye değil, sesimi aşağıya yollayana.
“Kim o?” dedim pazarlamacılarla, anketçilerle, denemem için kapıya şampuan bırakan promosyoncularla hiç ama hiç ilgilenmediğimi belli etmeye çalıştığım bir ses tonuyla.
“Remzi Ünal’ın evi mi?” dedi diyafon hoparlörünün tenekeleştirdiği bir kadın sesi.
Pazarlamacılar, anketçiler, promosyoncular adımı bilmezdi.
“Evet?” dedim. Cevabımın sonundaki soru işaretini iyice belirginleştirdim.
“Yukarı gelebilir miyim?” dedi kadın.
“Niye?” dedim.
Bir an sessizlik oldu.
“Bir iş için sizinle görüşmek istiyorum,” dedi kadın.
Yüzümde gezdirdiğim elime iki günlük sakallarım battı.
“Adresimi veren, telefonumu vermedi mi?” dedim.
Kadın hazırlıklıydı.
“Önemli işleri yüz yüze görüşmekte fayda var.”
Kafamı çevirip salonun kapı aralığından görülebilen manzarasına baktım. Dört katı çıkması için gerekli süreyi kafamdan geçirdim. Merdivenleri koşarak çıkmayacaksa mesele yoktu.
Cevap yerine aşağıdaki kapıyı açan düğmeye bastım.
İçimden ağır ağır sayarak işe koyuldum.
Televizyonun karşısındaki küçük sehpada duran peynirli pide kalıntılarını toparladım ilk olarak. Öteki elime kül tablasını alıp mutfağa koştum. Mutfak sorun değildi, kapısını kapayınca görünmezdi içerideki kepazelik. Salona geri döndüğümde sekize gelmiştim. Kaloriferin üstünde kurumaya bıraktığım donlarla çorapları topladım sonra. Biraz hızlanarak yatak odama gittim, yatağın üstüne fırlattım. Ziyaretçimle buraya gelmeyeceğimiz neredeyse kesindi. Çıkarken kapıyı kapadım. Kimselerin uğramadığı misafir yatak odasının kapısı zaten kapalıydı.
Yirmiye geldiğimde salonun ortasında dikilip façayı bozacak bir şey var mı diye baktım.
Yirmi beşte kendi kılığıma bakıyordum.
İdare ederdi.
Allah’tan evde pijama ya da eşofmanla dolaşma âdetim yoktu. Blucinim epeydir yıkanmıyorsa da idare ederdi. Düzineyle aldığım siyah tişörtlerden üstümdekini daha o sabah giymiştim, yakası hâlâ dik duruyordu. Eh, ayaklarımın çıplak olmasını da idare etsindi beklenmedik misafirim. Suç, kaloriferi bu kriz kışına yakışmayacak kadar çok yakanlardaydı.
Televizyonu haber kanallarından birine getirdim. Sesini iyice kısıp pencereye gittim. Otuz sekiz, otuz dokuz diye saymaya devam ettim dışarıya bakarken.
Aşağıda, oturduğum sitenin beş apartmanının çevrelediği otoparkta, otomobillere ayrılmış boşluklara efendi efendi yerleştirilmiş orta sınıf aile araçlarının önünde dikine duran bir Opel Corsa gördüm. Şoför tarafındaki açık camdan deri ceketli bir dirsek görülüyordu yalnızca. Bu soğuk havada cam sigara içmek için açılırdı herhalde. Hele patronunuz bir kadınsa.
Ben merdivenlerden yukarı çıkarken, tam elli ikiye geldiğimde anahtarlarımı cebimden çıkarırdım, apartmanın yabancısı bu kadına altmış beşe kadar süre verdim.
Altmış altıda kapının zili çaldı.
Salona son bir kez bakıp kapıya doğru ilerledim. Koltuğun altından bir parçası görünen Hürriyet gazetesini ayağımla iteledim geçerken.
Kapının gözetleme deliğine yüz vermeden açtım sonuna kadar.
Hayır, kadını tanımıyordum.
İlk bakışta, düşmanınız olması yerine, sizin tarafınızda olmasını tercih edeceğiniz bir kadına benziyordu.
Gençliğini epeyce önce geride bırakmanın üstüne tuz biber ektiği bir çirkinliği vardı. Hangi gelişmiş şampuanı kullanırsa kullansın hacimden yoksun saçları omuzlarına varmıyordu. Gereğinden büyük burnu yüzüne egemendi. Dudakları hayatta pek az beğenilecek şey olduğunu belirtmek ister gibi büzülmüştü. Gözlerinde kararlı, ama bir o kadar da hain pırıltılar gördüm. Üst katımda oturmasını tercih etmezdim doğrusu. Apartman yöneticisi olmasını hiç.
Ben onu incelerken, o da beni inceledi.
Uzun, gri