Elips Kitap

Все книги издательства Elips Kitap


    Efruz Bey

    Омер Сейфеддин

    Edebiyatımızın eskimeyen ismi Ömer Seyfettin; Osmanlı Devleti’nden Cumhuriyet’e geçiş sürecini birebir tecrübe etmiş ve yaşayan bir varlık olarak benimsediği dili, toplumsal gelişmeler bağlamından ayrı düşünmemiştir. Bu açıdan Ömer Seyfettin, tema ve dil yönünden çeşitlilik arz eden hikâyeleriyle hemen hemen her kuşağa seslenebilen usta bir hikâyeci olarak ön plana çıkmıştır. Ele aldığı konuları belli bir dönem içerisinde tasvir etmekle beraber, insana ait evrensel gerçeklerden ve kendi milletinin konuştuğu dilden kopmamıştır. Bu noktada hikâyelerini modern Türkçenin zengin ve duru kaynağına taşımayı başaran yazar, çağdaş Türk edebiyatının yolunu açmıştır. Yazarın hikâyeleri; medeniyetler arasındaki geleneksel Doğu-Batı çatışması, Türk ve dünya insanının kimlik bunalımları, siyasal ve kültürel çekişmeler, Türk modernleşmesi, Batı taklitçiliği, toplum ve birey ikilemi, savaş psikolojisi, toplumsal adalet, özgürlük ve insanlığın tarihsel evrimi gibi kavramları derinlemesine irdelemektedir. Ömer Seyfettin’in yazınsal tavrı; Batı taklitçiliğinin sahte modernizmi ile gerçek aydınlanmacı fikirlerin ayrımı neticesinde ortaya çıkmaktadır.

    Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat

    Şemseddin Sami

    Yazar, çevirmen ve romancı olan Şemsettin Sami, edebiyatın birçok türleriyle ilgilenmiştir. Türk edebiyatının ilk yerli romanı olan Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat adlı eseri önce Hadika gazetesinde yayımlanmaya başlamış, daha sonra kitaplaştırılmıştır. Yazar, Tanzimat Dönemi’nin en önemli eserleri arasında yer alan bu romanıyla, toplumdaki kadın erkek eşitsizliğini özellikle evlenme kurumu üzerinden eleştirmiş; gençlerin birbirini tanımadan evlenmesinin, kadının bir mal, bir eşya gibi görünmesinin ailelerde yol açtığı facialara değinmiştir. Eserde, Talat ve Fitnat’ın aşkı da bu çerçevede işlenmiş, kavuşmak için türlü sıkıntılara göğüs geren bu iki âşık genç trajik bir sona doğru sürüklemiştir. «Bizi hiç insan sırasına koymazlar! Babalarımızın istedikleri adamlara bizi hediye verircesine verirler; o adamların tabiatını sormazlar; biz o adamlarla geçinecek miyiz orasını hiç düşünmezler. Bize bir defa 'Filan adamı koca ister misin?' yahut 'Kimi koca istersin?' diye bir sormak yok. Bize derler: ‘İşte seni filan adama vereceğiz.’ Biz sükût ederiz ama gönlümüz ne der?»

    Sherlock Holmes'un Vaka Kitabı Bütün Maceraları 9

    Артур Конан Дойл

    “Varsayımlarımı şu şekilde elde ederim.” diye başlamıştım söze, “Mümkün olmayan her şeyi eledikten sonra geriye kalan, her ne kadar imkânsız gözükse de gerçeğin ta kendisidir diye düşünüyorum. Bazı durumlarda birden fazla açıklama kalabilir. O zaman peş peşe deneme yanılma yolunu izleyerek en güçlü varsayımı ortaya çıkarmaya çalışırsınız. Şimdi bu ilkeden yola çıkarak bunu elimizdeki davaya uygulayacağız. Mesele bana ilk anlatıldığında, bu beyefendinin, babasının malikânesi dışında, başka bir ek binada inzivaya çekilmesi veya hapsedilmesi aklıma sadece üç tane sebep getiriyordu. Ya bir suç işlediği için saklanıyordu, ya delirmişti ve ailesi onu bir hastaneye yatırmak istemiyordu ya da bir hastalığa yakalanmıştı ve onu herkesten tecrit etmek zorunda kalmışlardı. Bunlardan başka ihtimal bulamamıştım. Bundan sonra, bu saydıklarımı gözden geçirip sonuca ulaşana dek elemek için uğraşmalıydım. Ne Sherlock Holmes’u “tanıtmaya” ne de 1886 ile 1927 yılları arasında Arthur Conan Doyle’un onun hakkında yazdığı altmış hikâyeyi anlatmaya gerek var. Daha sonraki yıllarda Holmes karakteri ile arkadaşı ve tarihçi Dr. John H. Watson, âdeta gerçek kişiliklere bürünmüş ve bilim kurgu dünyasının en ünlü karakterleri olmuşlardır. Kaldı ki hikâyelerini hiç okumayanlar bile onları tanımaktadırlar. Holmes’un ünü o derece yaygınlaşmıştı ki yanında taşıdığı malzemeler dahi polislik, dedektiflik ve suçluları bulma konusuyla bütünleşmiştir; örneğin, kıvrımlı piposu, uzun şapkası ve büyüteci Sherlock Holmes’un görüntüsünü canlandırmaya yetmektedir. İlk baskılarda kullanılmamasına karşın “Çok basit sevgili Watson.” cümlesi bir özdeyiş olarak dilimize girmiştir. Bu cümle, okuyucuyu şaşırtmakla beraber aslında her şeyin çok açık seçik olduğunu belirtmek amacıyla kullanılmıştır. Londra’ya giden ziyaretçiler hâlâ akın akın Sherlock Holmes’un yaşadığı Baker Caddesi’ne gitmekte ve uzun yıllardır bu muhteşem dedektifin yaşadığı 221 B numaralı eve, Sherlock Holmes’un kendi problemlerine çözüm bulacağını ümit ederek dünyanın her bir tarafından mektuplar yağdırmayı sürdürmektedirler. Onun gerçek bir insan olduğunu ve yardım edeceğini düşünmektedirler hatta 2008 yılında UKTV GOLD tarafından yapılan bir ankette, İngilizlerin yüzde elli sekizinin Sherlock Holmes’un gerçek bir insan olduğuna inandığı ortaya çıkmıştır (Bunun aksine ankette Winston Churchill’in bir bilim kurgu karakteri olduğuna inananlar ise yüzde yirmi üçtü.)

    Küçük Lord Fauntleroy

    Фрэнсис Элиза Ходжсон Бёрнетт

    Amerika’nın yoksul bir semtinde yaşayan küçük Cedric, güzel kalpli annesi ile beraber İngiltere’ye doğru yola çıkar. Küçük yaşta kaybettiği soylu babasının ailesi, muazzam bir servetin vârisi olarak onu beklemektedir. Artık o küçük Cedric değil, küçük bir lorddur. Soyu bu unvanı ona bağışlasa da tam bir lord olabilmesi için her şeyden önce, çevrede sertliğiyle ün yapan, bencilliği yalnızlığını besleyen büyükbabasının gözüne girmelidir. Peki, hayata masumiyetin pencerelerinden ve acılar sarmalında yaşamını sürdürmeye çalışan insanların gözünden bakan bu çocuk, sevgiyi tüm hisleriyle hatırlatan bu küçük beden, yalnızlığın ve bencilliğin kalın duvarlarını yıkabilecek midir?

    Hüseyin Fellah

    Ахмет Мидхат

    Osmanlı Dönemi’nde Alexandre Dumas’nın “Monte Kristo Kontu” adlı eserinin çevirisi, içlerinde Ahmet Mithat’ın da olduğu 30 kişilik bir ekip tarafından üç yılda tamamlanır. Ahmet Mithat bu eserden o kadar etkilenir ki böyle bir macera romanı kaleme almak ister. Bu çabanın bir ürünü olarak da önce “Hasan Mellah” (1874) , ardından “Hüseyin Fellah” (1875) yayımlanır. “Kanlı Burç”ta iki yeniçeri tarafından yaralanan Civelek Mustafa, bir ana ile kızı -Hasna Hanım ile Şehlevend- tarafından evine taşınarak ölümün elinden kurtarılır. Bu şekilde İstanbul’da başlayan hikâye, Cezayir’de gelişir ve burada, Civelek Mustafa ile Şehlevend’in yolları bir daha kesişir. Cezayirli bir eşkıya çetesinin kökünü kazımaya niyetlenen bu iki İstanbullunun, bir de Cezayirli, güçlü ve nüfuzlu bir yardımcıları vardır: Hüseyin Fellah. İnsanoğlunun yaradılışı, tıpkı Civelek Mustafa’nın dediği gibi değil midir? Düşünürlerden pek çoğu da öyle dememiş midir? Yani Allah bu dünyayı insan nevini her hâlde mesut edebilecek bir surette yaratmış olduğu hâlde; yine o insan nevine verdiği bir fıtrat gereğince bunlardan her biri dünya saadetine müstakil olarak kendileri malik olmak ve başka insanları da kendisine köle etmek davasına kalkışırlar…

    Siyah İnci

    Анна Сьюэлл

    Siyah İnci, güzel, siyah bir attır. Olgunluk çağında hayat öyküsünü yazmaya başlar. İlk evinden ayrılışından itibaren yaşadığı dönüm noktalarına şahit oluruz. Yaşamı zaman zaman çok iyi gider: Ona değer veren, onu seven, ona gerektiği gibi özenle, şefkatle bakan, onu gerektiği kadar çalıştıran sahipleri olur. Bazen de güzel zamanlarını arar: Hayvanların, atların dilinden anlamayan düşüncesiz seyislerle, sahiplerle karşılaşır. Arkadaşları olur, onların da hayat öykülerini yazar kendi öyküsünün içerisinde. O atların yaşadıklarına da şahit oluruz Siyah İnci’ninkiyle beraber. Anna Sewell, Siyah İnci adlı romanında atlarla ve hayvanlarla ilgili gözlemlerini kullanarak onların iç dünyalarını yansıtır. Romanı, hayvanları anlamamız için bir sözlük gibidir. Sewell, iyi bir hayvanın, iyi bir sahibi olacağı fikrinden yola çıkarak hayvanların sahiplerine de değinmiştir. Böylece kitap, iyi bir insanın nasıl yetiştirilmesi gerektiği ve insanın nasıl erdemli olabileceği konusunda da okurlarına fikir verir. Anna Sewell’in ilk ve tek romanı olan Siyah İnci, tüm zamanların en çok satan kitaplarından biridir: Böylece, insanların hem birbirlerine hem de hayvanlara daha duyarlı yaklaşmaları gerektiğini bize hatırlatan bu roman, kendisine verilen değeri hak ettiğini göstermiştir.

    Evrak-ı Perişan

    Namık Kemal

    Eserlerinde genellikle İslam’a, İslami şahsiyetlere, Osmanlı’ya karşı olumsuz fikirler öne süren Batılı yazarlara karşı, İslam’ı ve Osmanlı’yı müdafaa gayesi güden Namık Kemal’in tarihî konuda kaleme aldığı üçüncü eser olan “Evrak-ı Perişan”, üç kahramanın hayat hikâyesini anlatır: Selâhaddin-i Eyyubi, Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim. Yazar, Selâhaddin-i Eyyubi’nin hayat hikâyesini, Michaud’nun, “Haçlılar Tarihi” adlı eserinin Türkçeye çevrileceğinin haberini aldığı zaman Fransız yazarın öne sürdüğü aslı olmayan iddialara karşı bu İslam kahramanını savunmak için yazdığını ifade eder. Fatih Sultan Mehmet ve Yavuz Sultan Selim’in hayat hikâyelerinin de aynı duygularla kaleme alındığı belli olmaktadır. Ayrıca yazar, eserin baş kısmına “İstila Devri” başlıklı bir risalesini eklemiştir.

    Dorian Gray’in Portresi

    Оскар Уайльд

    Oldukça sevimli ve yakışıklı olan Dorian Gray, bu özellikleriyle ona tapınma derecesinde hayranlık besleyen ressam arkadaşının ilgisini çeker. Tanrı’nın bu bağışları ile ressamın sanat kabiliyeti bir araya gelince de muhteşem bir şaheser çıkar ortaya. İşte Dorian Gray’in Portresi!.. Bir mucize olur ve portre, Dorian Gary’e ebedî bir gençlik aşılar. Fakat bu mucize büyük bir vicdani hesaplaşmayı da beraberinde getirecektir… “Dorian Gray’in Portresi” Oscar Wilde’ın tek romanıdır. Wilde bir mektubunda karakterlerin kendisini yansıttığını belirtmiştir: “Basil Hallward kendi hakkımda düşündüklerim: Lord Henry dünyanın hakkımda düşündükleri: Dorian -belki başka yaşlarda- olmak istediğim…” "Dorian kafasını sallayıp gülümserken 'Bu dediklerini yaşadım.' dedi. 'Şimdi çok mutluyum. Mesela vicdanın ne demek olduğunu biliyorum artık. Bana tarif ettiğin gibi bir şey değilmiş. İçimizdeki en kutsal şeymiş. Onu küçümsememelisin Harry; en azından bundan sonra benim yanımda bunu yapma. İyi bir insan olmak istiyorum. Ruhumun çirkinleşmesi fikrine dayanamıyorum.' "

    Frankfurt Seyahatnamesi

    Ahmet Haşim

    Modern Türk şiirinin kurucularından kabul edilen Ahmet Haşim’in düz yazıları da şiirleri kadar akıcı bir ahenge sahiptir. Edebiyatımızda sembolizm akımının en güçlü temsilcilerinden biri olarak, yazarın şiirlerinde makes bulan, okurlarını farklı açılardan yakalaması ve zihinlerde farklı pencereler açması gibi özellikleri, şiirlerinin aksine oldukça anlaşılır olan düz yazılarında da görülmektedir. Ahmet Haşim, sağlık sebepleri yüzünden, en çok da “bıktığı şeylerin o yorucu aleladeliğinden” kurtulmak için bir gece, İstanbul’dan ayrılmanın verdiği hüzünle beraber, Sirkeci’den yola çıkarak “harikuladelikler avı” olarak gördüğü seyahatin kollarına bırakır kendini. Bu yolculuk, hemen Dünya Savaşı’nın öncesinde, Almanya’nın Frankfurt şehrinde son bulur. Tüm bu seyahat boyunca şiir tadında 20 kısa yazı hediye kalır Türk okuruna… Sarı bezden uydurma bir avcı üniforması üzerinde, uydurma bir kayış, uydurma bir matra ve bir muhayyel gelecek seferin uydurma donatımı ile erken süslenmiş şu bayağı çehreli adamlar kim? Bunlar Hitler askerleridir. Etrafa yan bakarak, sessiz ve karanlık dolaşan kırmızı gravatlı gençler kim? Bunlar da Hitlercilerden daha hayırlı olmayan komünistlerdir. Akşam oluyor: Lacivert gece, binbir ışık beneğiyle caddeleri dolduruyor; karanlık köşelerde siyah mantolarına sarılmış birtakım korkak, genç kadın çehreleri belirdi. Bunlar bir değil, iki değil, belki binlerden fazla! Bunlar ne? Bunlar da açlığın günden güne arttırdığı kıt müşterili Alman gece fahişeleridir. Almanya pembe ve büyük bir elmadır. Fakat içi kurtludur.

    Bir Çocuk Aleko

    Омер Сейфеддин

    Edebiyatımızın eskimeyen ismi Ömer Seyfettin; Osmanlı Devleti’nden Cumhuriyet’e geçiş sürecini birebir tecrübe etmiş ve yaşayan bir varlık olarak benimsediği dili, toplumsal gelişmeler bağlamından ayrı düşünmemiştir. Bu açıdan Ömer Seyfettin, tema ve dil yönünden çeşitlilik arz eden hikâyeleriyle hemen hemen her kuşağa seslenebilen usta bir hikâyeci olarak ön plana çıkmıştır. Ele aldığı konuları belli bir dönem içerisinde tasvir etmekle beraber, insana ait evrensel gerçeklerden ve kendi milletinin konuştuğu dilden kopmamıştır. Bu noktada hikâyelerini modern Türkçenin zengin ve duru kaynağına taşımayı başaran yazar, çağdaş Türk edebiyatının yolunu açmıştır. Yazarın hikâyeleri; medeniyetler arasındaki geleneksel Doğu-Batı çatışması, Türk ve dünya insanının kimlik bunalımları, siyasal ve kültürel çekişmeler, Türk modernleşmesi, Batı taklitçiliği, toplum ve birey ikilemi, savaş psikolojisi, toplumsal adalet, özgürlük ve insanlığın tarihsel evrimi gibi kavramları derinlemesine irdelemektedir. Ömer Seyfettin’in yazınsal tavrı; Batı taklitçiliğinin sahte modernizmi ile gerçek aydınlanmacı fikirlerin ayrımı neticesinde ortaya çıkmaktadır.