Название | Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi ve Nedret |
---|---|
Автор произведения | Güzide Sabri |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 9786057605689 |
Nihat müteessif bir halde “Beybaba,” dedi. “Ben de görmek isterdim. Ne tarafa doğru gittiler?”
Nejat elini karşıya doğru uzatarak ufak tepe üzerinde görünen damı işaret etti.
“Oraya doğru gittiler,” dedi, “henüz varmamışlardır. Hızlı gidersen yetişirsin. Haydi, koş bakalım.”
Acı bir heyecan içinde titrerken “Nihat Bey durunuz, beraber gidelim,” diyerek onun yanından uzaklaşmak istedim. Fakat çocuk yüzüme bakarak “Siz hastasınız hanım yenge. Oraya kadar nasıl yürürsünüz? Ben koşacağım. Siz beybabamla kalınız. Ben şimdi onlarla gelirim,” dedi.
Bir ağaca dayandım. Artık tesadüfün bu insafsız müsaadesine karşı isyan etmek istiyordum. Tekrar eve dönmeyi düşündüm. Fakat bu zevcimle Mediha’ya karşı pek çirkin bir hareket olacaktı. Kendisine doğru döndüm. Niyazkâr bir tavırla “Allah aşkına biz de gidelim,” dedim.
Nazarlarında tarif edemeyeceğim bir rica vardı. Ağlayan bir sedayla “Fikret, artık merhamet et. Yarım saatlik bir birleşmeyi benden esirgeme. Mevkiinin nezaketini teslim ediyorum. Fakat şimdi korkacak, çekinecek bir şey yok. Gel şu leylakların sayelerine sığınalım,” dedi.
“Benim için,” dedim, “vicdanımın sedasından gayri çekinecek bir kuvvet yoktur. Ben ona karşı bir mücrim214 sıfatıyla yaşadıktan sonra o biçare adamı, o masum zevci iğfal etmek215 pek kolaydır değil mi?”
“Fikret, Fikret bana bunlardan bahsetmeyiniz, aşkımız sizi bir mücrim sıfatıyla yaşatacak kadar kirli değildir.”
“Evet doğru! Fakat birbirimizi bir dost, bir akraba gibi tanısak da vicdanımız bu ufak şaibeden dahi uzak kalsa.”
“Ne söylüyorsunuz? Teklifinizin bir insanın kudreti haricinde olduğunu düşünmüyor musunuz? Bu sizin için bu kadar kolay mı? Soruyorum size? Niçin cevap vermiyorsunuz?”
“Çalışacağım, bütün hislerimi öldürmeye gayret edeceğim”
“Peki, çalışmadınız mı? Uğraşmadınız mı? Niçin kendinizi aldatmak istiyorsunuz? Benden uzaklaşmak, beni görmemek için azmettiniz. İzdivacı aşkınıza bir mani, bir siper olarak kabul ettiniz ve hayatınızı diğer bir hayatla birleştirerek gençliğinizi öldürmek istediniz. Fakat ne oldu? Bu tedbirlerinizle bana daha yakın oldunuz. Talih, tesadüf sizi zevcemin dayısına zevce eyledi. Bundan ne sizin ne de benim haberimiz vardı; tesadüf, kader, işte şurada. Asla ümit etmediğim bu hal, dağlar arasında bizi yine birleştirdi. Bunda bir günah, bir cürüm tasavvur ediyor musunuz, söyleyiniz Fikret.”
“Bilemiyorum ne söyleyeyim Nejat. Yalnız bildiğim bir şey var ise, felaketimin başlangıcı sizi ilk gördüğüm gündür. Hayatımın on dokuzuncu baharında ümitsiz, emelsiz, perişan kalmıştım.”
“Burada mesuliyet sizdedir. Çünkü önünüzde açılmış olan mutluluk yolundan uzaklaştınız. Benden kaçtınız. Beni de kendinizi de bedbaht ve perişan ettiniz, bıraktınız.”
“Vicdani muhakemenize müracaat etmeden söz söylüyorsunuz. Başkalarının bedbahtlığıyla kendi saadetimi temin etmek, beni şimdikinden beter bir mesuliyet yükü altında yaşatacaktı. Yakın olduğum bütün vücutların nazarında alçak, sefile bir kadın sıfatıyla kalacaktım. Sonra size bağlı o üç hayatı düşününüz. Bahusus iki evladınız var.”
“Aldanıyorsunuz; ben öyle hissediyorum ki sizi asla şiddeti eksilmeyecek sonsuz bir aşkla sevecektim. Belki bazı teessürler olabilirdi. Fakat sizin mevcudiyetiniz onu pek çabuk izale edebilirdi.”
“Hakikati inkâr ediyorsunuz. Neyse, bunların şimdi hepsi geçti. Aramızdaki uçurumlar daha ziyade derinleşti. Bizim için hiçbir şeyin kabil olamayacağını görüyoruz. Ne bekleyeceğiz? Daimi bir boşluk içindeyiz. Her gün şu mahrum, şu nasipsiz hayali avutmak yerine onu ezmek, her şeyden kurtulmak, yok olmak lazım gelirken, kızım için, bedbaht hayatımın yegâne mahsulü olan o çocuk için böyle sürüklenmeye, inlemeye katlanıyorum.”
“Fikret. Beni hiç düşünmüyorsun, öyle mi?”
“Sizi mi Nejat? Ah! Halbuki siz de benim gibi yaşamaya mecbursunuz.”
Nejat teessüfle başını salladı.
“Böyle bin türlü mâni karşısında doğrusu şu üç günlük hayata değmez bir fedakârlığa katlanmak bana pek müşkül geliyor. Of… Keşke sizi bu defa hiç görmeseydim. Zira kalbimi yavaş yavaş mahrumiyet ve ümitsizliğe alıştırmıştım. Bir şey duymuyor, bir şey anlamıyordum. Bütün insanlardan uzak, yalnız hayalinizle yaşıyordum ve bu bana yetiyordu. Bir gün olup da sizi tekrar göreceğimi asla düşünmüyordum. Zira son mülakatımızdaki kati tavrınız sizi ebediyen kaybettiğimi bana temin etmişti. Sizi haklı buluyordum. Size kendimden ziyade acıyordum. Nazarımda bütün insanların fevkinde biriydiniz. Fakat şu muhabbetin bütün acılarına katlanarak sükûnet içinde bu hale tahammül ediyordum. Dört ay kadar İstanbul’dan uzaklaştım. Bu benim için yegâne çareydi. Her ne kadar zevcemi, çocuklarımı tatyib etmeye216 gayret ediyorsam da yine âlâmımı onlardan saklayamıyordum. Yalnız yaşamaya ihtiyacım vardı. Hiçbir kayıt altında bulunmayarak aşkımla tenha kalmak istiyordum.”
Nejat başını bir ağaca dayadı. Çehresi kızarmıştı. Şiddetli bir buhran içinde bulunuyordu. Gözlerim ona dalmıştı. Bütün ruhumun tahassürüyle bakıyordum. Şimdi onu her zamandan daha ziyade sevdiğimi hissediyordum. O, bir eliyle alnını tutmuştu. Sanki oraya hücum eden âlâm ve ıstırabları dağıtmak istiyor gibi bir iki dakika kadar suskun kaldı. Sonra tekrar ağlayan bir seda ile “Şimdi,” dedi, “aşkımda isyan etmek isteyen bir şiddet var. Artık evvelki tahammülümün bittiğini hissediyorum. Sizi tekrar görmek, hem bu kadar yakından görmek beni çıldırttı. Evvelce beni mahrum ettiğiniz bütün letafetiniz şimdi gözlerimin önüne serildi. Ben sizi hiç böyle görmemiştim ve göreceğimi de tahayyül etmemiştim. Sonra tasavvur ediniz Fikret, muhteşem bir salonun loşluğunda, uzun etekli kadife libasınızın217 içinde, narin ve latif endamınız, parlak ve kumral saçlarınız, beni harap eden o siyah füsûnkâr gözleriniz, o vakarlı etvarınızla belirivermiştiniz. Söyleyiniz Allah aşkına. Uzun müddet mahrum edilip de sonra birdenbire kavuşulan bu saadet karşısında seven, çıldıran bir kalp nasıl tahammül edebilir? Bana sükûn ve itidal tavsiye etmeyiniz. Zira huzurunuz bunları tahrip ediyor. Artık ağlamak, inlemek istemiyorum. Beni yaşatınız.”
“Nejat! Buhran içindesiniz. Biraz olsun efkârınıza sükûnet vermeye çalışınız. Bakınız beni görüyor musunuz? Belki çektiklerim sizden daha elimdir. Lakin vicdanımdan kulaklarıma akseden bir seda daima bana “vazife ve insaniyet” diyor. Beni bütün arzularıma, en tatlı emellerime karşı gayri muktedir bir halde bırakıyor. Nejat, Allah aşkına gidiniz. Buradan kaçınız, bunu aşkımızın selameti namına rica ederim. Bu geçirdiğimiz saatler, hayatımızın aşk dolu bir rüyası olsun. Bunun leziz hatıralarıyla yaşayalım. Yoksa emin olunuz ki ben öleceğim. Zira kalbimin bu türlü hicranlarla çırpınmaya takati olmadığını siz herkesten iyi takdir edersiniz. Ben hastayım Nejat!”
“Siz mi, ya Rabbim! Beni affediniz. Lakin beni böyle eden yine sizsiniz: Söyleyiniz Fikret! Istırabınız yine oradan, öyle mi?”
“Heyhat!”
Nejat’ın nazarlarından bir keder gölgesi geçti. Birdenbire beynini yakan bir felaket yıldırımıyla sallandı. Endişesini bastırmak isteyen bir sedayla “Evvelce sizde bir rahatsızlık vardı. Bunun tamamıyla zail olup
214
Suçlu.
215
Aldatmak.
216
Gönlünü hoş tutmak.
217
Giysi.