Название | Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi ve Nedret |
---|---|
Автор произведения | Güzide Sabri |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 9786057605689 |
Meğer şefkat-ı maderâne,190 saf ve masum bir aşk kadar tatlı imiş. Onunla bir odaya kapanıyorum. Kendimi dünyadan uzaklaşmış zannediyorum. Zevcim çocukla meşgul olmamdan dolayı şikâyet ediyor. Bunun için gizli bir iğbirar191 bile gösteriyor; anlıyorum, o beni minimini “Nedret”çiğimden kıskanıyor; bütün bütün kendine hasretmek, kalbimi ruhumu zapt eylemek istiyor. Genç biri gibi aşk bekliyor. Zavallı adam!
Hürmet ve hukuka riayet vazifem! Lakin muhabbet… Maneviyata karşı cebrin ne zayıf bir tesiri olduğunu bilmiş olsaydı, ihtimal o da beyhude yere rahatsız etmekten vazgeçer, Nedret’i bütün bütün benim kucağıma terk ederek benimle meşgul olmaktan feragat eylerdi.
Artık anlıyorum ki bu aşk, benim için bir felaketle neticelenecek. O kadınla olan karabeti192 düşündükçe, hâlâ rüya gördüğüme hükmedeceğim geliyor. Bunun hakikat olduğuna inanamıyorum. Zevcimin bütün ısrarına rağmen İstanbul’a gitmemekte sebat ediyorum. Lakin bu inadım onda bir şüphe uyandırıyor. Birkaç defa sordu:
“Niçin oraya gitmek sizi ürkütüyor bilmem. Öyle zannediyorum ki sizi kendinden nefret ettiren bir şahıstan uzaklaşmak için buraya gizlenmek istiyorsunuz.”
Bu adam bende gizli bir kederin mevcut olduğunu anlıyor, müteezzi oluyor,193 bazen merhamete benzer bir nazarla yüzüme bakıyordu. Bazen ruhumun derinliğinde saklanan aşkı keşfetmek için gözlerini gözlerime dikiyor, onlardan bir şeyler okumaya çalışıyor, sonra mustarip ve mütefekkir bir halde yanımdan uzaklaşıyordu. Ona verdiğim azabın derecesini hissediyordum. Ah! İşte bu hal beni öldürüyordu. Bunun telafisi için neşeler, tebessümler sunuyordum. O, bunların zoraki olduğunun farkına varıyor, nefsime karşı hissettiğim cebrin ne kadar acı, ne derece müellim olduğunu hissediyordu.
Bir gün kızımı kucağımda tutuyordum. Bilmem ki nasıl tatlı ve müşfik bir nazarla Nedret’in güzel çehresini seyre dalmıştım.
Zevcim birdenbire:
“Fikret,” dedi. Başımı kaldırdım. O devam etti:
“Şu izdivacın size bahşettiği bir saadet varsa, o da yalnız Nedret’tir, değil mi?”
Bu cümledeki serzenişi anlamamış gibi bulunarak, “Bu hususta Nedret ikinci kalır. Vakıa kızımı çılgın bir aşk ile severim, bunu inkâr edemem. Lakin evvelce saadet-i hayatımı temin eden sizsiniz,” dedim.
Zevcim müteessir olmuştu, kalktı, çocuğu kucağımdan aldı. Gözlerinden, yanaklarından öptü. Gözleri yaşla dolmuştu.
“Ah bilseniz, muhabbetiniz bana ne acı bir kıskançlıkla azap veriyor. Sizi daima bir doyamamazlık içinde genç bir kalple seven bu gamlı zevcinizi affedeceksiniz, değil mi?”
Ölüm kadar acı bir haber bütün mevcudiyetimi sarstı. Artık mukavemet edemeyeceğim bir kuvvet karşısında çırpınıyordum.
Bu sabah zevcim beni çağırmış; kendisini bahçede bana muntazır bulmuştum. Mütebessim bir çehreyle elinde tuttuğu bir mektubu uzatarak, “Okuyunuz,” dedi.
Râşedar ellerimle kâğıdı açtım. Kulaklarımın uğultuları arasında okuduğumu anlayamıyordum. Dizlerim titriyor, sallanıyordum. Mektubun içeriği şöyleydi: “Bir köyde çıkan maden suyunun tahliline Nejat’ı tayin ettiler. Bu vesileyle ellerinizi öpmeye geliyoruz.”
Yakınımda bulunan bir çam ağacına dayandım. Yoksa zevcimin ayakları ucuna düşecektim. Korunun içinde cereyan eden ırmağın iniltisi kulaklarıma bir enin gibi geliyordu. Bu dakikada ani bir fikir beynimi tırmaladı. Onun telaşlı cereyanına vücudumu teslim ederek meçhule doğru sürüklenip parçalanmak! Şu arzu, tatlı bir emel gibi beni ele geçirmişti. Başımı korunun sayeler oluşturan ağaçlarına doğru çevirdim. Ölüm siyah kollarını açmış beni bekliyor. Irmağın çağıltısı, sanki davetkâr bir lisanla bana “Gel, seni uyutayım,” diyordu. Vücudum birdenbire aciz düşüp hareketsiz kalıyordu. Vicdanım bana “Sefile,”194 dedi. “Düşünmüyor musun ki aşkına feda edeceğin şu zavallı masumu, müşfik bir kucaktan mahrum olarak yaşatacaksın.”
Zevcimin sedası beni ikaz etmişti: “Cevap vermiyorsunuz. Gözleriniz ne kadar dalgın bakıyor.”
“Bilmem. Mektuptan bir şey anlayamadım.”
“Nasıl anlayamadınız? Bize misafir geleceklerini yazıyorlar. Belki yarın, belki öbür gün buradadırlar. Fakat ne oluyorsunuz? Renginiz ne kadar sarardı.”
“Hiçbir şeyim yok. Her zamanki çarpıntı! Geçer, bir şey değil!”
“Öyleyse istirahat ediniz. Yalnız sizden istirham edeceğim bir şey var, hizmetçilere emrediniz, bizim bölüğün yanındakini misafirlerimiz için hazır etsinler. Bunlara nezaret edebilirsiniz ama ben yorulmanızı istemiyorum.”
“Ne beis var? Vazifem değil mi?”
Bütün gün odaların tanzimiyle uğraştım. Onlara tertip ettiğimiz daire bizim bölüğün aynısıydı. Zaten yukarı kat dokuz odalı üç daireye ayrılmıştı. Her biri camlı kapılarla bölünmüş, ortada gayet güzel bir salon bırakılmıştı. Aşağıda ise bir büyük, bir ufak oda, bir de yemek salonu ile geniş bir mermer taşlık vardı. Hizmetçiler için iki oda ayrılmıştı. O gün Nejat’ın ve zevcesinin karyolalarını ellerimle düzelttim. Çocuklar için de ortadaki küçük odayı hazır ettim. Onların misafirlik müddetleri esnasında istirahatlarını temin edecek ne varsa yaptım. Zevcim uzun uzun teşekkürler etti. Zavallı adam!
Şimdi fikrimi en ziyade korkutan cihet, Nejat’ın beni ilk gördüğü zaman metanetini muhafaza edip etmemesiydi. Yoksa buraya bile bile mi geliyordu? Buna da hükmedemiyorum. Nejat’ın, zevcesinin ailesindeki bir evlilikle meşgul olacak zamanı yoktu. Hem Sait Bey’in izdivacının onun için en ehemmiyetsiz vakalardan biri olacağına emindim. Zira bir erkeğin ikinci defa evlenmesi, pek de mühim bir haber değildi.
Hissimi öldürmek, aşkımı gömmek istediğim şu dağların sükûnu içinde bir gün onunla karşı karşıya geleceğimi hiç aklıma getirmemiştim. Artık anlıyordum ki talih benimle mücadele etmek istiyordu. Ona karşı müdafaa silahım azim, metanet ve sebat idi.
Bundan dört gün evvel akşamüzeri saat onda çiftliğin büyük kapısı önünde iki araba durmuştu. Zevcim onları istikbal için büyük bir istekle aşağıya indi. Ben ne yapacağımı bilmez halde panjurun arkasından bakıyordum. Arabadan siyah çarşaflı, orta boylu, şişmanca bir kadın indi. Koşarak zevcime doğru yürüdü ve eteğine doğru eğildi. Zevcim de onun alnından ve yanaklarından öptü. Kalbim birdenbire acı bir heyecanla sarsıldı. Boğazım kurudu, dişlerim birbirine çarpıyordu. Ya Rabbim, acaba rüya mı görüyorum! Ne kadar elemli olursa olsun artık bu rüyadan uyanmak istemiyorum.
Zira o, bütün gençliğimi tarumar eden Nejat! İşte orada, karşımda. Bana pek yakın duruyordu. Kendisini meftun, bitap bir nazarla seyreden bu zavallı Fikret’in şuradaki mevcudiyetinden bihaber olarak zevcime gülerek bir şeyler anlatıyordu. Diğer arabadan çocuklarla iki kadın daha indi. İhtimal bunlar hizmetçilerdi. Genç kadın beşuş195 bir çehreyle dayısının suallerine cevap veriyor, bir sevinçle gülüyordu. Yukarıda ise bir kadın, ruhunun ıstırabları içinde inliyordu. Ne garip bir tezat!
Kuvvet-i beşerin fevkinde bir gayretle gözyaşlarımı kurutmaya, metanet etmeye çalışarak onları istikbal etmek, bir ev sahibesine
190
Anne şefkati.
191
Gücenme.
192
Yakınlık.
193
İncinmek.
194
Aşağılık kadın.
195
Gülümseyen.