Название | Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi ve Nedret |
---|---|
Автор произведения | Güzide Sabri |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 9786057605689 |
Başımı ellerimin arasına aldım. İnce bir rüzgâr gecenin kokularını burnuma dolduruyor; bülbüllerin nağmeleri, kurbağaların vaveylaları206 işitiliyordu. Korunun içinde cereyan eden dere, sanki bütün beşerin gizli derdinden, kanlar fışkıran yaralardan yükselen ümitsiz bir inlemeyle inliyordu. Gözlerim o pür-esrâr-ı aşk207 gecenin letafetine dalmıştı. Şu dakika her türlü endişelerden uzak gibiydim. Fikrimi darmadağın eden kederlerim ve elemlerim benden uzaklaşmış; gecenin zulmetleri içinde gizlenmişti. Ben şimdi, yalnız aşkımla, onun zevk ve huzuruyla yaşıyordum. Artık zulmet koyulaşıyordu. Kamer karşıdaki yüksek dağların arkasında gurup ediyordu.208
Bu anda bir pencerenin açılmasına, bir panjurun gıcırtısına benzer bir sesle titredim. Beni tatlı bir hayalden acı bir hakikate davet eden bir şamata bir daha tekrar etti. O zaman uzandım, yan taraf pencerelerine doğru baktım. Buradan beyaz bir cisim harice doğru sarkmış, başını ellerine dayamış, sakin bir halde kalmıştı. Odadan kaçmak için davrandım. Bir kuvvet beni kendine çekiyordu, hareketsizce ona bakıyordum. Bu gece beni uyutmayan dert, onun da istirahatini imkânsız kılmıştı. Biz ikimiz de bir emeli takip ediyorduk. Fakat birbirimizden ayrı, birbirimizden uzak, saadet için yanıp tutuşarak inliyorduk.
Ne oldu bilmem, birdenbire başını çevirdi, nazarlarımız gecenin sükûneti içinde birleşti. Titriyordum. Zevcimin odasına doğru baktım. Bir kandilin hafif ziyası panjurun aralarından aksediyordu. Zavallı adam uykudaydı. Vicdanım şiddetli bir azabın altında ezildi. Bulunduğum mevkii terk ederek yatağımın soğuk yastıkları arasına saklandım. Aşkımın çaresizliği içinde sabaha kadar ağladım, ağladım.
Gözlerimi açtığım zaman güneş etrafa yayılmıştı. Vücudum bitap, asabım son derece rahatsızdı. Kalp hastalığım bütün hayatımı eziyordu. Gözlerimin etrafı siyah halkalarla sarılmıştı. Bir gece içinde husule gelen şu hale kendim de hayrette kaldım. Kalktım, yüzümü yıkadım, saçlarımı taradım, gardırobu açtım. Burada rengimin uçukluğunu gizleyecek koyu renkli bir elbise aradım. Birini seçtim. Evet, talihimle aynı renk olan bu siyah elbise, bugün bana pek yaraşıyordu. Muhitim siyah! Ümidim siyah! İstikbalim siyah!
Aşağıya indim. Salonda kimseler yoktu. Misafirler bahçede olduklarını söylediler. Bir kanepeye oturdum. Dizlerimde bir hasta dermansızlığı vardı, hizmetçi sütümü getirdi. Birkaç yudum içerek iade ettim. Gözlerimi kapayarak başımı kanepenin arkasına dayadım. Göğsümün sol tarafını sızlatan bir ağrı kolumu uyuşturmuştu. Bilmem bu halde ne kadar kalmışım. Yanıma yavaşça birinin oturduğunu hissettim. Gözlerimi açtığım zaman Nihat’ı gördüm. Çocuk merakla yüzüme bakıyordu.
“Ne oldunuz efendim?” dedi.
“Bir şey yok oğlum, şimdi yanınıza gelecektim.”
“Evet, sizi bahçede bekliyorlar.”
“Bu geceyi rahat geçirdiniz mi yavrum?”
“Pek ziyade efendim.”
“Memnun oldum. Buradan sıkılmadınız, değil mi?”
“Katiyen. Büyük bahçeler, akan sular, bahusus birçok hayvanlar, bunlarla insan geçen vakte doyamaz ki.”
“Tabii, hele sizin gibi minimini beyler bunları daha çok severler.”
“Siz ne kadar naziksiniz yenge hanımefendi.”
“Siz de öyle görünüyorsunuz. Terbiyenizi tahsin ederim209 yavrum. Bu hususta validenizi, pederinizi tebrik etmek isterim.”
“İltifat buyuruyorsunuz.”
On bir, on iki yaşında kadar görünen bir çocuğun ağzından çıkan sözler, zekâsına delildi. Hem onda tıpkı babasına benzer bir hal vardı. Hele nazarlarındaki cazibe, etvarındaki letafet, aynı Nejat’ı andırıyordu. Ayağa kalktım. Gidelim dedim. Bornozumu giydim, bahçeye indik. Nihat, sevgili çocuk yanımdaydı.
“Kolunuza girmeme müsaade eder misiniz efendim?” diyordu. “Zira sizin rahatsız olduğunuzu anlıyorum.”
“Memnun olurum oğlum,” diye cevap verdim.
Konuşa konuşa ince bir yoldan yürümeye başladık. Hangi mektepte tahsil ettiğini sordum. Şimdilik rüştiyelerin birinde olduğunu, sonra pederinin onu Robert Kolej’e vereceğini, buradan ise bir seneye kadar şehadetnâme alacağını latif bir ifadeyle beyan ediyordu. Bu masum çocuğun verdiği ruhani neşeyle bir ara kendimi toplamıştım. Bu muazzez çocuk, bu sabah hasta kalbime teselli vermişti. Aheste aheste leylakların aralarından yürüyorduk. Baharın en güzel mevsimi olan nisan, bütün letafetiyle dağları, sahraları ve manzarayı yeşiller içinde bırakmıştı. Nihat etrafın şu güzelliklerine bakarak “Ne kadar güzel,” dedi. “Lakin kışta kimbilir şu güzel yerler ne kadar korkunç olur, değil mi yenge hanımefendi?”
“Tabii! Karlı, ıssız günlerin vahşeti, insanın melalini210 artırır oğlum!”
“Niçin burada oturuyorsunuz? Kışın bizim tarafa, Şişli’ye gelseniz iyi olur. Annem orasını pek sever.”
“Sen anneni çok sever misin?”
“Pek çok, bütün ruhumla.”
“Pederini?”
“Onu belki annemden ziyade! Yok, yok ikisinin de muhabbetleri kalbimde eşittir. Birinden ayrılsam, mutlak ölürüm zannederim. Onları beraber görürsem, huzur ve bahtiyarlık içinde yaşarım. Geçen sene babam İsviçre’ye gittiği zaman, annemi yalnız görmek beni ağlattı. Her akşam gelecekmiş gibi pencerede kendisini bekledim. Nihal de benimle beklerdi.”
Nihat’ın sözlerini derin bir teessürle dinlerken ziyan olan şu hayatın bütün yeislerine karşı vicdanımda “oh!” diyen bir seda vardı. Artık sükût etmiş yürüyorduk. Çocuk elini uzatarak ağaçların arasındaki yolu gösterdi.
“Beybabam bize doğru geliyor,” dedi.
Vücudum birdenbire titredi. Nihat hayretle sordu:
“Titriyorsunuz, ne oldunuz efendim?”
Bu sualden duyduğum azabı tarif edemem.
“Asabım çok rahatsız oğlum.”
“Beybabama söyleseniz olmaz mı?”
“Teşekkür ederim yavrum. Zahmete ne lüzum var? Geçer, ben her zaman böyle olurum.”
Nejat yanımıza gelmişti. Pek tatlı bir seda ile “Ne şairane bir levha,” dedi, “sizi bahar perisi diye tavsif edeceğim.211 Sizi uzaktan seyrediyordum. Siz beni görmediniz. Bahar sizi meşgul etmişti,” dedi.
“Evet, konuşuyorduk. Müftehir212 bir pedersiniz. Tebrik ederim.”
“Teşekkürler
205
Bağ.
206
Çığlık, feryat.
207
Aşk esrarıyla dolu.
208
(Güneş için) batmak.
209
Beğenmek, takdir etmek.
210
Can sıkıntısı, usanç.
211
Nitelendirmek.
212
Övünç duyan, iftihar eden.