Название | On İki Hikaye ve Bir Rüya |
---|---|
Автор произведения | H G Wells |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 9786057605634 |
“Babacığım!” dedi Gip nefes nefese.
Ne kadara mal olduklarını öğrenmeye çalıştım ama dükkân sahibi beni dinlemedi. Artık Gip’i etkisi altına almıştı, onu parmağımdan uzaklaştırmıştı. Bütün ürünlerinin özelliklerini sergilemeye girişmişti ve hiçbir şey onu durduramayacaktı. O anda, bir güvensizlikle, kıskançlığa çok benzer bir hisle Gip’in bu adamın parmağını, genellikle benimkini tuttuğu gibi tuttuğunu gördüm. Adamın ilginç olduğuna şüphe yok, diye düşündüm ve ilginç bir şekilde sahte bir sürü şey vardı, gerçekten İYİ sahte şeyler, yine de…
Çok az şey söyleyerek ama bu marifetli adama göz kulak olarak peşlerinden gittim. Sonuçta Gip bundan zevk alıyordu. Ve şüphesiz, gitme zamanı geldiğinde oldukça kolay gidebilecektik.
Bu gösteri odası, uzun ve labirent gibi bir yerdi. Raflar, tezgâhlar ve sütunlarla ayrılan yerlerden kemerli yollar vasıtasıyla allak bullak edici aynalar ve perdelerle kaplı diğer kısımlara geçiliyor, buralarda aylaklık yapan tuhaf görünümlü asistanlar bize dik dik bakıyordu. Aynalar o kadar kafa karıştırıyordu ki artık geldiğimiz kapının hangisi olduğunu bilmiyordum.
Dükkâncı, Gip’e buharlı ya da kurmalı olmayan sihirli trenler gösterdi. Çok, çok değerli asker kutularının kapağını kaldırıp bir şeyler söyleyinceyse oyuncak askerler canlanıyor, size doğru koşmaya başlıyordu. Benim kulaklarım pek keskin değildi, ayrıca telaffuz edilmesi zor sözlerdi ama Gip – annesinin kulağını almış – hemen anladı. “Bravo!” dedi dükkâncı, askerleri gelişigüzel bir şekilde kutuya geri koyup Gip’e vererek. “Şimdi,” dedi dükkâncı ve bir anda Gip hepsini yeniden canlandırmıştı.
“O kutuyu alacak mısın?” diye sordu dükkâncı.
“O kutuyu alacağız,” dedim. “Tabii bize biraz indirim yaparsanız. Bunu almak için bir para babası olmak…”
“Yok artık! HAYIR!” Dükkâncı küçük adamları tekrar kutuya koydu, kapağı kapattı, kutuyu havada salladı ve işte oradaydı, kahverengi kâğıtla kaplanmıştı ve – KÂĞITTA GIP’İN TAM ADI VE ADRESİ YAZIYORDU!
Dükkân sahibi şaşkınlığıma güldü.
“Gerçek sihir bu,” dedi. “Gerçeği.”
“Benim zevkime göre biraz fazla gerçek,” dedim tekrar.
Bundan sonra, Gip’e başka numaralarını ve daha da garip olanlarını göstermeye başladı. Onları açıkladı, tersyüz etti ve sevgili küçük adam, meşgul kafasını bilgece sallayarak onu dinledi.
Elimden geldiğince ilgilenmemeye çalıştım. “Hey! Çabuk!” dedi Sihirli Dükkâncı ve ardından Gip’in “Hokus pokus!” diyen küçük sesi duyuldu. Ama başka şeyler dikkatimi dağıttı. Buranın ne kadar da acayip bir yer olduğunu idrak ettim. Tabiri caizse, bir tuhaflık seliydi. Armatürlerde, hatta tavanda, zeminde, gelişigüzel dağıtılmış sandalyelerde bile tuhaflık vardı. Ne zaman onlara bakmasam, yamulduklarını ve hareket ettiklerini ve arkamdan sessiz bir köşede korkakça oynadıklarını hissettim. Kornişler basit bir alçı işi olamayacak kadar etkileyici, kıvrımlı kalıplarla süslenmişti.
Sonra birdenbire tuhaf görünüşlü asistanlardan biri dikkatimi çekti. Biraz uzaktaydı ve belli ki benim varlığımdan habersizdi. Oyuncak yığınları ile kemerli tavan arasından onun dörtte üçü kadarını görebiliyordum, aylakça bir sütuna dayanmış, yüzüyle korkunç şekiller yapıyordu! Yaptığı en korkunç şey burnuyla oldu. Bunu sanki boştaymış ve kendini eğlendirmek istiyormuş gibi yaptı. Her şeyden önce kısa, şişkin bir burundu ve sonra onu aniden bir teleskop gibi uzattı, sonra uçtu ve uzun, kırmızı, esnek bir kırbaç gibi olana kadar inceldikçe inceldi. Kâbuslarda görülecek bir şey gibiydi! Bir balıkçının oltasını savurması gibi onu büyüttü ve fırlattı.
İlk düşüncem, Gip’in onu görmemesi gerektiğiydi. Arkamı döndüm ve Gip’in dükkân sahibiyle oldukça meşgul olduğunu ve hiçbir kötülük düşünmediğini gördüm. Birlikte fısıldaşıyorlardı ve bana bakıyorlardı. Gip küçük bir taburede duruyordu ve dükkâncı elinde bir tür büyük davul tutuyordu.
“Saklambaç, baba!” diye bağırdı Gip. “Sen ebesin!”
Ben engel olmak için bir şey yapamadan, dükkâncı büyük davulu onun boynuna geçirmişti. Ne olduğunu hemen gördüm. “Çıkar şunu,” diye bağırdım, “Çıkar! Çocuğu korkutacaksın. Çıkar onu!”
Kulakları eşit büyüklükte olmayan dükkâncı tek kelime etmeden dediğimi yaptı ve büyük silindirin içinin boş olduğunu göstermek için bana doğru tuttu. Taburenin üstü de boştu! Oğlum bir anda tamamen ortadan kaybolmuştu.
Görünmez bir el kalbinizi sıkar gibi kötü bir his olur ya; her zamanki haliniz, yerini gergin ve tedbirli bir hale bırakır; ne yavaş ne aceleci, ne kızgın ne de korkmuş. İşte aynen böyle hissediyordum.
Sırıtan dükkâncının yanına geldim ve taburesini tekmeledim.
“Bu saçmalığa bir son verin!” dedim. “Oğlum nerede?”
“Görüyorsunuz,” dedi, davulun içini göstermeye devam ederek. “Hiçbir aldatmaca yok…”
Onu tutmak için elimi uzattım ama o hünerli bir hareketle benden kurtuldu. Tekrar yakalamaya çalışırken sırtını döndü ve kaçmak için bir kapıyı iterek açtı. “Dur!” dedim ama gülerek uzaklaştı. Peşinden sıçradım – mutlak karanlığa.
PAT!
“Tanrım, sen koru! Geldiğinizi görmedim efendim!”
Regent Caddesi’ndeydim ve düzgün görünümlü bir çalışanla çarpışmıştım. Yaklaşık bir metre ötedeyse ve kafası karışmış görünen Gip duruyordu. Çalışandan yarım yamalak özür dilerken Gip bana döndü ve sanki bir anlığına beni kaybetmiş gibi parlak, küçük bir gülümsemeyle yanıma geldi.
Elinde dört kutu taşıyordu!
Parmağımı hemen ele geçirdi.
Bir an neler olduğunu anlayamadım. Sihir dükkânının kapısını görmek için etrafa bakındım ama orada değildi! Kapı yoktu, dükkân yoktu, hiçbir şey yoktu, sadece resim sattıkları dükkân ile civcivlerin olduğu pencere arasındaki gömme sütun vardı!
O zihinsel kargaşada mümkün olan tek şeyi yaptım; doğruca kaldırım taşına yürüdüm ve bir fayton çağırmak için şemsiyemi kaldırdım.
Gip, doruğa ulaşan bir coşkuyla, “Tayton,” dedi.
Binmesine yardım ettim, güçlükle adresimi hatırladım ve ben de bindim. Ceketimin cebinde olağandışı bir şey fark ettim ve bir cam top olduğunu gördüm. Huysuz bir ifadeyle sokağa fırlattım.
Gip hiçbir şey söylemedi.
Bir an için ikimiz de konuşmadık.
“Baba!” dedi Gip, sonunda. “Orası gerçek bir dükkândı!”
Bununla birlikte, her şeyin ona nasıl göründüğünü ve bunun nasıl bir problem yaratacağı sorununu düşünmeye başladım. Hiç hasar almamış görünüyordu – şimdilik iyiydi, ne korkmuş ne de çıldırmıştı, öğleden sonraki eğlenceden son derece memnundu ve kollarında dört kutu vardı.
Kahretsin! İçlerinde ne olabilirdi?
“Hım!” dedim. “Küçük çocuklar her gün böyle dükkânlara gidemezler.”
Bunu