On İki Hikaye ve Bir Rüya. H G Wells

Читать онлайн.
Название On İki Hikaye ve Bir Rüya
Автор произведения H G Wells
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 9786057605634



Скачать книгу

anlamış gibi güldüm. “Toptancıya gitmek yerine,” dedim. “Elbette daha ucuz.”

      “Bir bakıma,” dedi dükkân sahibi. “Gerçi sonunda ödüyoruz. Ama o kadar ağır değil – insanların sandığı gibi… Daha büyük numaralarımız, günlük erzakımız ve istediğimiz tüm diğer şeyleri o şapkadan çıkarıyoruz… Anlarsınız ya efendim, sözümü mazur görün. Hakiki sihir ürünleri satan bir toptancı yok. Tabelamızı fark ettiniz mi bilmiyorum – Hakiki Sihir Dükkânı.” Yanağından bir kartvizit çıkardı ve bana verdi. “Hakiki,” dedi parmağıyla kelimeyi işaret ederek ve ekledi, “Kesinlikle aldatma yok, efendim.”

      Şakayı oldukça uzatıyor diye düşündüm.

      Olağanüstü şefkatli bir gülümsemeyle Gip’e döndü. “Biliyor musun, sen düzgün bir çocuksun.”

      Bunu bilmesine şaşırdım, çünkü disiplin adına bunu evde bile bir sır olarak saklıyoruz. Ama Gip gözünü ondan ayırmadan, sessizlik içinde durdu.

      “O kapıdan ancak Düzgün Çocuk geçebilir.”

      O anda söylediklerini kanıtlarmışçasına kapıdan bir tıkırtı geldi, uzaktan ciyaklayan bir çocuğun sesi duyulabiliyordu. “Yaa! Oraya giricem baba! Oraya giricem. Yaa!” Sonra onu rahatlatmaya ve yatıştırmaya çalışan mağdur bir babanın sesi duyuldu “Kilitli, Edward.”

      “Ama değil,” dedim.

      “Kilitli efendim,” dedi dükkâncı. “Her zaman – böyle çocuklar için.” Konuşurken, tatlı yemekten ve aşırı şekerli yiyeceklerden solgun, küçük, beyaz bir yüzü olan diğer çocuğu gördük; şeytani tutkularla çarpıtılmış, insafsız küçük egoist, büyülü camı pençeliyordu. Ben doğal yardımseverliğimle kapıya doğru ilerlerken, “İşe yaramaz efendim,” dedi dükkân sahibi ve o anda şımarık çocuk uluyarak götürüldü.

      “Bunu nasıl başarıyorsun?” dedim biraz daha rahat nefes alarak.

      “Sihir!” dedi dükkâncı, elini dikkatsizce sallayarak ve işte! Renkli ateş kıvılcımları parmaklarından uçtu ve dükkânın gölgelerinde kayboldu.

      Gip’e seslenerek, “İçeri girmeden önce, ‘Satın Al ve Arkadaşlarını Şaşırt’ kutularımızdan birini istediğini mi söylüyordun?” dedi.

      Gip, cesur bir çabadan sonra, “Evet,” dedi.

      “Cebinde.”

      Gerçekten olağanüstü uzun vücutlu bu harika adam tezgâhın üzerinden eğilerek nesneyi bir hokkabaz edasıyla takdim etti. “Kâğıt,” dedi ve ipli boş şapkadan bir kâğıt çıkardı. “İp,” dedi ve ağzı, içinden sonu gelmeyen ipler çektiği bir iplik kutusuna dönüştü. Biraz ip koparıp paketi bağladı ve bana göre, kalan yumağı yuttu. Sonra vantrilok kuklalarından birinin burnunda mum yaktı, (mühür mumu kırmızısı olan) parmaklarından birini aleve soktu ve böylece paketi mühürledi. “Bir de Kaybolan Yumurta vardı,” dedi ve ceketimin içinden Aşırı Gerçekçi Ağlayan Bebek’le birlikte bir de yumurta çıkarıp paketledi. Hazırlanan her paketi Gip’e verdim ve o da onları göğsüne sıkıştırarak sımsıkı tuttu.

      Çok az şey söyledi ama gözleri anlamlı bakıyordu; kollarını kavraması anlamlıydı. İfade edilemez duygular içindeydi. Bunlar, bilirsiniz, GERÇEK sihirlerdi. Sonra, bir anda, şapkamda hareket eden bir şey olduğunu fark ettim – yumuşak ve ürkek bir şey. Şapkamı silkeledim ve ürkek bir güvercin – şüphesiz bir işbirlikçiydi – dışarı çıkıp tezgâhın üzerine uçtu ve sanırım kartonpiyer kaplanın arkasındaki karton kutuya gitti.

      “Hay aksi,” dedi dükkâncı, maharetle beni başımdakinden kurtararak. “Dikkatsiz kuş, oraya yuva mı yapılır!”

      Şapkamı salladı ve uzattığı eline iki ya da üç yumurta, büyük bir bilye, bir kol saati, yarım düzine kadar her yerden çıkan cam küre ve ardından buruşmuş, kırışmış kâğıt ve bir sürü şey düştü. İnsanların şapkalarının dışını temizlediğini ama genelde içini ihmal ettiğini bilen biri edasıyla, elbette kibarlığını elden bırakmayarak, kendi bildiği yöntemlerle şapkayı temizledi. “Her türlü şey birikiyor efendim… Sadece size olmuyor tabii, lafım size değil. Neredeyse her müşteri… Yanlarında taşıdıkları hayret verici.” Kâğıttan gülü buruşturup tezgâhın üzerinde büyüttükçe büyüttü, arkasında neredeyse kaybolacaktı. Sonra gerçekten tamamen gözden kayboldu, sesi hâlâ duyuluyordu. “Hiçbirimiz bir insanın güzel görünüşünün ardında neler gizleyebileceğini bilemeyiz, efendim. O zaman hiçbirimizin silkelenmiş şapkalardan, beyazlatılmış mezarlardan bir farkımız…”

      Sesi kesildi – tıpkı iyi nişan alıp komşunun gramofonunu tuğlayla vurduğunuz zamanki o ani sessizlik çöktü ve kâğıdın hışırtısı durdu, her şey hareketsizdi.

      “Şapkamla işiniz bitti mi?” dedim bir süre sonra.

      Cevap gelmedi.

      Gip’e baktım ve Gip bana baktı, sihirli aynalarda çarpıklıklarımız vardı, çok tuhaf, ciddi ve sessiz görünüyordu.

      “Sanırım artık gideceğiz,” dedim. “Bütün bunların ne kadar ettiğini bana söyler misin?”

      “Diyorum ki,” dedim, oldukça yüksek bir sesle, “hesabı istiyorum ve şapkam lütfen.”

      Kâğıt yığınının arkasından bir burun çekme sesi geldi.

      “Tezgâhın arkasına bakalım, Gip,” dedim. “Bizimle dalga geçiyor.”

      Gip’i kafa sallayan kaplanın etrafından dolaştırdım ve sizce tezgâhın arkasında ne vardı? Hiç kimse! Sadece yerdeki şapkam ve sadece her sihirbazın yapabileceği kadar aptal ve buruşmuş görünen sarkık kulaklı beyaz tavşan. Şapkamı yeniden silkeledim ve tavşan zıplayarak yolumdan çekildi.

      “Baba!” dedi Gip suçlu bir fısıltıyla.

      “Ne var Gip?” dedim.

      “Bu dükkânı sevdim baba.”

      “Ben de sevdim,” dedim kendi kendime, “Ta ki tezgâh birden uzayıp çıkışı engelleyene kadar.” Ama Gip’in dikkatini buna çekmedim. “Pisipisi!” dedi, yanımızdan ağır ağır gelen tavşana elini uzatarak. “Pisi, Gip’e bir büyü yap!” Gözleri, kesinlikle daha önce orada olduğunu fark etmediğim bir kapıdan zar zor sığan tavşanı takip etti. Sonra bu kapı daha da açıldı ve bir kulağı diğerinden büyük olan adam tekrar ortaya çıktı. Hâlâ gülümsüyordu ama gözlerinde benimkiyle eğlenmek ve meydan okumak arasında bir ifade vardı. Masumane bir zarafetle, “Gösteri salonumuzu görmek isteyeceksiniz, efendim,” dedi. Gip parmağımı çekti. Tezgâha baktım ve tekrar dükkâncıyla göz göze geldim. Sihrin biraz fazla gerçek olduğunu düşünmeye başlamıştım. “Pek fazla zamanımız yok,” dedim. Ama bir şekilde ben lafımı bitiremeden gösteri odasının içindeydik.

      “Bütün mallar aynı kalitede,” dedi dükkâncı, esnek ellerini ovuşturarak, “Yani en iyisi. Burada hakiki sihir olmayan hiçbir şey yoktur ve tüm ürünler şaşırtma garantilidir. Affedersiniz efendim!”

      Ceketimin koluna yapışan bir şeyi çektiğini hissettim. Küçük, kıpır kıpır, kırmızı bir iblisi kuyruğundan tutmuştu. Küçük yaratık ona karşı koyuyor, ısırarak elinden kurtulmaya çalışıyordu. Dükkâncı bir an sonra onu ilgisizce tezgâhın arkasına fırlattı. Hiç şüphe yok ki o şey sadece kauçuktan yapılmış olmalıydı ama nedense bir anlığına… Ve dükkâncının hareketi de tam olarak küçük, ısırıcı bir haşereyi tutan bir adamınki gibiydi. Gip’e baktım ama Gip sihirli bir sallanan ata bakıyordu. O şeyi görmemiş olmasına sevinmiştim. “Diyorum ki,” dedim, alçak sesle ve