Название | On İki Hikaye ve Bir Rüya |
---|---|
Автор произведения | H G Wells |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 9786057605634 |
“Ne?”
“Bir şey bize doğru geliyor.”
O konuşurken, sarı bir hayvan bir tepeye tırmandı ve onlara doğru geldi. Rüzgârın önünden gelen, dilini dışarı çıkarmış, sabit bir hızla ve yoğun bir amaçla koşan öyle büyük ve vahşi bir köpekti ki bu, yaklaştığı atlıları görmüyor gibiydi. Burnunu yukarı kaldırarak koşmasından belliydi, bir koku ya da avın peşinde değildi. Yaklaştıkça kısa adam kılıcına dokundu. “Çıldırmış,” dedi sıska binici.
“Bağırın!” dedi kısa adam ve kendisi de bağırdı.
Köpek üstlerine gelmeye devam etti. Kısa adamın kılıcı tam çekilmişti ki köpek yana saptı ve nefes nefese onların yanından geçip gitti. Küçük adamın gözleri hayvanın koşuşunu izledi. “Ağzında köpük yoktu,” dedi. Gümüş dizginli adam bir süre vadiye baktı. “Ah, hadi ama!” diye bağırdı sonunda. “Ne önemi var?” Atını tekrar harekete geçirdi.
Kısa adam, rüzgârdan başka hiçbir şeyden kaçmayan ve insan karakteri üzerine derin düşüncelere dalan bir köpeğin çözülmez gizemini geride bıraktı. “Hadi amaymış!” diye fısıldadı kendi kendine. “Neden böyle şiddetli ve tesirli bir biçimde ‘Hadi ama!’ deme hakkı tek bir adama verilir ki?” Gümüş dizginli adam hayatı boyunca hep bu lafı söylemişti. “Eğer ben söyleseydim…” diye düşündü kısa adam. Ama insanlar, en uçuk şeylerde bile efendisine itaatsizlik ettiğinde hayrete düşerlerdi. Bu melez kız ona ve herkese deli, neredeyse günahkâr gibi görünüyordu. Kısa adam, karşılaştırmalı olarak, yaralanmış dudaklı sıska biniciyi efendisi kadar cesur, hatta belki de daha cesur olarak düşündü. Ama yine de efendiye boyun eğmek zorundaydı. Usulünce ve azimle itaat etmekten başka bir şey yapmıyordu.
Elleri ve dizlerinde hissettiği bir şey, kısa adamı düşüncelerinden çıkarıp şimdiki âna getirdi. Bir şeyin farkına vardı. Atını sıska arkadaşının yanına sürdü. “Atları fark ettin mi?” dedi alçak sesle.
Adamın sıska yüzünde sorgulayıcı bir ifade belirdi.
“Bu rüzgârı sevmiyorlar,” dedi kısa adam ve gümüş dizginli adam ona bakınca arkadaki yerine geri döndü.
“Sorun değil,” dedi sıska yüzlü adam.
Sessizlik içinde tekrar yola koyuldular. En öndeki iki atlı patikadan aşağı indi, en arkadaki adam, vadinin uçsuz bucaksızlığından aşağı süzülen sisi izledi ve rüzgârın anbean nasıl kuvvetlendiğini fark etti. Uzakta solda, bir sıra karanlık yığın gördü; bunlar vadide dörtnala koşan yabandomuzlarıydı belki ama bununla ilgili hiçbir şey söylemedi, atların huzursuzluğu konusuna da bir daha değinmedi.
Sonra rüzgârda yola savrulan, devasa bir karahindiba başını andıran parlak, beyaz toplardan önce ilkini, sonra ikincisini gördü. Bu toplar havada yükselip alçalıyor, bir süre asılı kaldıktan sonra hızla yollarına devam ediyordu. Onları gören atların huzuru iyice kaçtı.
Kısa süre sonra bu sürüklenen kürelerden daha fazlasının –ve sonra çok daha fazlasının – vadiden aşağı, ona doğru hızla geldiğini gördü.
Tiz bir çığlık duydular. Hemen önlerindeki yoldan hızla bir yabandomuzu koştu, başını bir anlığına onlara bakmak için çevirdi ve sonra tekrar vadiden aşağı koştu. Bunun üzerine üçü de durup eyerlerinde oturdular, üzerlerine gelmekte olan ve gitgide koyulaşan sise doğru baktılar.
“Şu karahindibalar yüzünden…” diye lafa başladı liderleri.
O sırada, birkaç metre yakınlarından büyük bir küre süzülerek geçti. Aslında hiç de düz bir küre değildi. Geniş, yumuşak, yırtık pırtık, incecik bir şeydi, oradan buradan toplanmış bir çarşaf, havadan gelen bir denizanası gibiydi ama ilerledikçe tekrar tekrar yuvarlanıyordu ve uzun bir süre arkadan sürüklenirken arkasında bıraktığı uzun, örümcek ağını andıran iplikler ve şeritler süzülerek peşinden gidiyordu.
Kısa adam, “Bu karahindiba değil,” dedi.
“Bu hoşuma gitmedi,” dedi sıska adam.
Birbirlerine baktılar.
“Lanet olsun!” diye bağırdı lider. “Yukarısı onlarla dolu. Bu hızda devam ederse, bizi tamamen durduracaktır.”
Belirsiz bir şeyin yaklaşması üzerine geyik sürülerinin bir araya gelmesi gibi içgüdüsel bir his, onları atlarını rüzgâra çevirmeye, birkaç adım ileri atmaya ve bu havada yüzen yığına bakmaya sevk etti. Rüzgârla birlikte sakin bir hızla, sessizce yükselip alçalarak, toprağa kadar inip tekrar uçarak yaklaşıyor; tüm bunları kusursuz bir birlikle, değişmeyen, incelikli bir eminlikle yapıyorlardı.
Bu garip ordunun öncüleri, atlıların sağından solundan geçtiler. İçlerinden biri yerde yuvarlanarak şekilsizce, ağır ağır, uzun düğümlü kurdele ve şeritlere ayrılıp gözden kaybolunca atların üçü de ürküp sıçramaya başladı. Efendi aniden fena halde sabırsız bir hal aldı. Sürüklenen yuvarlak küreleri lanetledi. “İlerleyin!” diye bağırdı. “İlerleyin! Bu şeylerin ne önemi var? Nasıl önemli olabilirler? İz sürmeye devam edin!” Küfrederek atından indi ve atın ağzındaki gemi sağa sola oynattı.
Öfkeyle, yüksek sesle “O izi takip edeceğim, size söylüyorum!” diye bağırdı. “İz nerede?”
Sıçrayan atının dizginlerini kavradı ve çimenlerin arasında izi aradı. Yüzüne uzun ve yapışkan bir iplik düştü, dizgin kolunun etrafına gri bir şerit düştü, birçok bacaklı büyük, hareketli bir şey başının arkasından aşağı indi. Yukarı baktığında bu gri kütlelerden birinin sanki yukarıdaki şeylere demir atmış gibi göründüğünü, uçlarının yön değiştiren tekne yelkenleri gibi dalgalandığını ama ses çıkarmadığını gördü.
Çok gözlü, tıknaz vücutlu, uzun ve çok eklemli uzuvları olan kalabalık bir mürettebatın demirleme halatını çekerek o şeyi üstüne düşürmeye çalıştığı izlenimine kapıldı. Yıllarca süren binicilikten doğan içgüdüyle, şahlanan atını dizginleyerek bir süre yukarı baktı. O sırada bir kılıcın keskin olmayan tarafı sırtına çarptı ve başının üstünden geçen bir bıçak, sürüklenen örümcek ağından oluşan balonu kesti ve tüm kütle yavaşça yükselip uzaklaştı.
“Örümcekler!” diye bağırdı sıska adam. “Bu şey büyük örümceklerle dolu! Bakın lordum!”
Gümüş dizginli adam, uzaklaşan kitleyi hâlâ takip ediyordu.
“Bakın, lordum!”
Efendi kendini, hâlâ boşta kalan bacaklarını kıpırdatabilen, yerdeki kırmızı ve parçalanmış bir şeye bakarken buldu. Sonra sıska adam onlara doğru gelen başka bir kütleyi işaret edince aceleyle kılıcını çekti. Vadinin yukarısı şimdi parçalara ayrılmış bir sis kümesi gibiydi. Durumu kavramaya çalıştı.
“Kaçalım!” diye bağırıyordu kısa adam. “Vadiden aşağı kaçalım.”
Daha sonra meydana gelenler bir savaşın karmaşası gibiydi. Gümüş dizginli adam, kısa adamın hayali örümcek ağlarını öfkeyle keserek yanından geçtiğini gördü, onun zayıf adamın atına top attığını, onu ve binicisini yere fırlattığını gördü. Kendi atı onu dizginleyemeden bir düzine adım attı. Sonra hayali tehlikelerden kaçınmak için başını kaldırdı ve yerde yuvarlanan atı gördü. Sıska adam ayaktaydı, atının ve kendisinin etrafını saran titrek gri kütlede gördüğü bir yarığı kesiyordu. Temmuz ayının rüzgârlı bir gününde çorak arazideki karahindiba tohumları gibi kalın ve hızlı örümcek ağı kütleleri