On İki Hikaye ve Bir Rüya. H G Wells

Читать онлайн.
Название On İki Hikaye ve Bir Rüya
Автор произведения H G Wells
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 9786057605634



Скачать книгу

altı ay önce oldu. Artık her şeyin yolunda olduğuna inanmaya başlıyorum. Yavru kedi, tüm yavru kediler gibi doğal bir sihre sahipti ve askerler, herhangi bir albayın isteyebileceği kadar dimdik ve sabit görünüyordu. Gip’e gelince…

      Akıllı ebeveynler, Gip’e temkinli yaklaşmam gerektiğini anlayacaktır.

      Ama bir gün ileri gittim. “Askerlerinin canlanmasını ister miydin Gip? Kendi başlarına dolaşmalarını?” diye sordum.

      “Yürüyorlar ki,” dedi Gip. “Kapağı açmadan önce bildiğim bir kelimeyi söylemem gerekiyor.”

      “Sonra tek başlarına mı yürüyorlar?”

      “Ah, tabii ki baba. Öyle olmasa onları sevmezdim.”

      Şaşkınlığımı göstermedim ve o zamandan beri, askerler etraftayken haber vermeden bir ya da iki kez ona uğrama fırsatı buldum ama şimdiye kadar onların sihirli bir şekilde performans sergilediklerini hiç görmedim.

      Anlamak çok zor.

      Bir de para meselesi var. Faturaları ödemek gibi tedavi edilemez bir alışkanlığım var. O dükkânı aramak için birkaç kez Regent Caddesi’nde dolaştım. Bu yüzden üzerime düşeni yaptığımı düşünüyorum. Ayrıca Gip’in adını ve adresini bildiklerine göre, bu insanlar artık her kimlerse, istedikleri zaman faturayı evimize gönderebilirler.

      Örümcekler Vadisi

      Gün ortasına doğru, iz süren üç kişi, sel yatağının etrafından dönüp kendilerini engin bir vadiye tepeden bakarken buldu. Kaçakları uzun süredir takip ettikleri zorlu ve dolambaçlı çakıl hendeği, yerini geniş bir yamaca bırakmıştı ve üç adam ortak bir dürtüyle patikadan ayrılarak zeytin ağaçlarıyla çevrili küçük bir tepeye doğru ilerlediler. Adamlardan ikisi, gümüş dizginli üçüncüsünün biraz arkasında durdu.

      Bir yer bulmak için aşağıdaki geniş alanı hevesli gözlerle taradılar. Vadi göz alabildiğine uzanıyor, yer yer kuru dikenlere dönüşmüş çalılıklar ve ne olduğu anlaşılmayan kuru koyaklar ıssız, sarı çimleri bölüyordu. Vadinin mor uçları, üstleri muhtemelen daha yeşil olan uzak tepelerin mavimsi yamaçlarına karışıyor, vadinin iki tarafı birbirine yaklaştıkça gökyüzündeki maviliğin içinde kendiliğinden asılı kalmış gibi görünen karlı zirveler kuzeybatıya doğru daha da büyüyüp cüretkârlaşıyordu. Batı yönündeyse vadi uzaklara, ta gökyüzünün altındaki uzak bir karanlık ormanın nerede başladığını belirtene kadar genişliyordu. Ama üç adam ne doğuya ne de batıya baktılar, sadece kararlı bir şekilde vadinin karşısına baktılar.

      İlk konuşan, dudağı yaralı sıska adam oldu. “Hiçbir yerde yoklar,” dedi sesinde bir hayal kırıklığı tınısıyla içini çekerek. “Ama sonuçta, bizden bir gün öndeler.”

      Beyaz atlı, kısa boylu adam, “Onların peşinde olduğumuzu bilmiyorlar,” dedi.

      Lider, sanki kendi kendine konuşuyormuş gibi acı acı, “O kız bilir,” dedi.

      “O zaman bile hızlı gidemezler. Katırdan başka binekleri yok ve kızın ayağı bugün bütün gün kanadı…”

      Gümüş dizginli adam ona öfke dolu bir bakış attı. “Görmedim mi sanıyorsun?” diye hırladı.

      Kısa boylu adam kendi kendine, “Yine de işimize yarıyor,” diye fısıldadı.

      Yaralı dudaklı zayıf adam kayıtsızca baktı. “Vadiyi geçmiş olamazlar,” dedi. “Eğer hızlı sürersek…”

      Beyaz ata baktı ve durakladı.

      “Bütün beyaz atlara lanet olsun!” dedi gümüş dizginli adam ve lanetini kapsayan atı da incelemek için yana döndü.

      Kısa boylu adam, atının hüzünlü kulaklarının arasından aşağıya baktı.

      “Ben elimden geleni yaptım,” dedi.

      Diğer ikisi bir boşluk bulabilmek için tekrar vadiye baktılar. Sıska adam elinin tersini yaralı dudağına götürdü.

      “Yürüyün!” dedi gümüş dizginli adam aniden. Kısa boylu adam irkildi, dizginlerini çekti. Atlarının toynakları patikaya geri dönerken kurumuş çimenlerin üzerinde belli belirsiz pıtırtılar çıkardı.

      Önlerindeki uzun yokuştan temkinli bir şekilde indiler ve böylece kayaların arasında büyüyen dikenli, bükülmüş çalılar ve garip, kuru, azgın dallar arasından aşağıdaki seviyelere geldiler. Ve orada iz silikleşti, çünkü toprak yetersizdi ve tek ot, yerde duran bu kavrulmuş ölü samandı. Yine de sıkı bir tarama yaparak, atların boyunlarına yaslanarak ve sürekli durarak, bu beyaz adamlar bile avlarını takip etmeyi başarabilmişlerdi.

      Ezilmiş yerler, kaba otların bükülmüş ve kırılmış yaprakları ve arada bir de yeterince ikna edici ayak izleri vardı. Ve bir keresinde de liderleri, melez bir kızın ayak basmış olabileceği yerde kahverengi bir kan lekesi gördü. Bunun üzerine fısıldayarak onu bir aptal olarak lanetledi.

      Sıska adam liderinin iz sürüşünü kontrol ediyor, beyaz atlı kısa adamsa bir rüyada kaybolmuş biri gibi geriden geliyordu. Gümüş dizginli adamın rehberliğinde, tek kelime etmeden arka arkaya atlarını sürdüler. Beyaz atlı kısa adam bir süre sonra etrafın çok hareketsiz olduğunu fark etti. İrkilerek kendini topladı. Atlarının ve teçhizatlarının çıkardığı küçük seslerin yanı sıra, bütün büyük vadi, manzara resmi kadar kasvetli bir sessizliğe bürünmüştü.

      Efendisi ve arkadaşı önden gidiyordu, ikisi de sola doğru eğilerek izlere dikkat kesilmişti; ikisinin de bedenleri atlarının adımlarıyla sakince sarsılıyordu, gölgeleri önlerine düşmüştü: Hareketsiz, sessiz, uca doğru incelen yoldaşlar… En yakınındaki büzülmüş soğuk figürse kendi gölgesiydi. Etrafına baktı. Ne eksikti? Sonra vadinin kıyısından gelen yankıyı ve sürekli değişen, itişip kakışan çakıltaşlarının çıkardığı sesleri hatırladı. Ve dahası… Rüzgâr yoktu. Bu kadardı! Ne kadar geniş, sakin bir yerdi, monoton bir öğleden sonra uykusunu andırıyordu. Ve gökyüzü, yukarı vadide toplanan kasvetli bir pus perdesi dışında açık ve boştu.

      Sırtını doğrulttu, dizginleriyle oynadı, ıslık çalmak için dudaklarını büzdü ama sadece iç çekti. Bir süre eyerinde döndü ve çıktıkları dağ geçidinin boğazına baktı. Boş! Her iki tarafta da boş yamaçlar vardı. İnsan bir yana, herhangi bir hayvandan, bir ağaçtan bile eser yoktu. Ne araziydi ama! Ne vahşi! Tekrar eski pozisyonuna döndü.

      Mor-siyah bükülmüş bir çubuğun yılan şeklinde parıldadığını ve kahverenginin ortasında gözden kaybolduğunu görmek, içini bir anlık zevkle doldurdu. Her şeye rağmen, bu cehennem vadisi canlıydı. Sonra onu daha da keyiflendiren şeyler oldu: Yüzüne küçük bir esinti çarptı, gelip giden bir fısıltı duyuldu; bir tepeciğin üzerindeki dik, siyah boynuzlu bir çalı ufacık da olsa eğildi. Tüm bunlar, olası bir esintinin ilk habercileriydi. Tembel tembel parmağını yaladı ve havaya kaldırdı.

      Patikada iz süren sıska adamla çarpışmamak için sertçe ayağa kalktı ve dizginlerine asıldı.

      Tam o suç ânında, efendisinin kendisine baktığını gördü.

      Bir süre takiple ilgilenmeye zorladı kendini. Sonra tekrar yola devam ederken, efendisinin gölgesini, şapkasını ve omzunu inceledi, zayıf adamın daha yakın hatlarının arkasında belirip kayboldu. Dört gün boyunca dünyanın sınırlarının ötesinde, bu ıssız yere, susuz, eyerlerinin altında bir parça kuru etten başka bir şey olmadan, kayaların ve dağların üzerinden, kesinlikle bu kaçaklardan başka hiç kimsenin gitmediği bu ıssız yere at sürmüşlerdi. Tüm bunlar ne içindi?

      Bütün bunlar bir kız içindi, inatçı