Название | On İki Hikaye ve Bir Rüya |
---|---|
Автор произведения | H G Wells |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 9786057605634 |
Ve sonra şans eseri Filmer’ın kasılma balonu için icat ettiği zarın yeni bir petrol motorunun valfleri için yararlı olduğu keşfedildi ve icadının deneme modelini yapmak için gerekli araçları elde etti. Kauçuk fabrikası randevusunu iptal etti, mektup yazmaktan vazgeçti ve tüm işlemlerinin ayrılmaz bir özelliği gibi görünen kati bir gizlilikle aygıt üzerinde çalışmaya başladı. Parçalarının yapımını yönetmiş ve çoğunu Shoreditch’teki bir odada toplamış gibi görünüyor, ancak son montaj Kent’teki Dymchurch’te yapıldı. İcadını bir insanı taşıyacak kadar büyük yapmadı ama uçuşunu kontrol etmek için o zamanlar Marconi ışınları denen şeyi son derece ustaca kullandı. Bu ilk uygulanabilir uçan makinenin ilk uçuşu, Kent’teki Hythe yakınlarındaki Burford Köprüsü’nü çevreleyen bazı tarlalarda gerçekleşti ve Filmer, uçuşunu özel olarak yapılmış motorlu, üç tekerlekli bisikletle takip ve kontrol etti.
Uçuş, her şey düşünüldüğünde inanılmaz bir başarıydı. Cihaz, Dymchurch’ten Burford Bridge’e bir at arabasıyla getirildi. Orada yaklaşık üç yüz fit yüksekliğe çıktı, neredeyse Dymchurch’e geri uçtu, hızla geri döndü, tekrar yükseldi, daire çizdi ve sonunda Burford Köprüsü Oteli’nin arkasındaki bir tarlaya hasar görmeden indi. İnişte ilginç bir şey oldu. Filmer üç tekerlekli bisikletinden indi, aradaki sete tırmandı, zaferine doğru belki yirmi metre kadar ilerledi, kollarını garip bir el hareketiyle salladı ve baygın bir halde yere düştü. Böylelikle herkes yüz hatlarının korkunçluğunu ve test boyunca gözlemledikleri aşırı heyecanın tüm belirtilerini hatırlayacaktı. Daha sonra Filmer, otelde acayip bir histerik ağlama krizi geçirdi.
Bu olaya tanıklık edenlerin sayısı yirmiyi geçmiyordu ve bunların çoğu eğitimsiz erkeklerdi. New Romney kasabasının doktoru yükselişi gördü ama inişi görmedi, çünkü atı Filmer’ın üç tekerlekli bisikletindeki elektrikli cihazdan korktu ve adamı üzerinden attı. Kent bölgesinin iki polis memuru, macerayı resmiyetten uzak bir hevesle belirli bir mesafeden izlemişti. Bataklığın ortasında insanlardan sipariş almaya çalışan bir bakkal ile bisikletli iki genç hanımefendi, eğitimli insanlar listesinde yer alan belki de son isimlerdi. Biri Folkestone gazetesini temsil eden, diğeri dördüncü sınıf bir röportajcı ve “sempozyum” gazetecisi olan iki muhabir vardı. Her zamanki gibi reklamının düzgün yapılması konusunda endişelenen ve asıl şimdi reklamın nasıl yapılacağını anlayan Filmer, muhabir masraflarının peşinatını ödemişti. İkinci gazeteci, en güvenilir olaylara bile inandırıcı bir gerçekdışılık katabilen yazarlardan biriydi ve meseleye ilişkin yarım yamalak açıklaması popüler bir gazetenin magazin sayfasında çıktı. Ama ne mutlu ki Filmer için bu kişinin konuşma dili yöntemleri daha inandırıcıydı. New Paper’ın sahibi ve Londra gazeteciliğinin en becerikli ve en vicdansız adamlarından biri olan Banghurst’e konuyla ilgili daha geniş bilgi vermeye gitti ve Banghurst durumu anında kavradı. Emeğinin karşılığını alıp almadığı şüpheli muhabirin adı haberden çıkarıldı. Onun yerine Banghurst’ün bizzat kendisi; gıdısı, fitilli gri takım elbisesi, göbeği, sesi, jestleri ve her şeyiyle, eşi benzeri bulunmayan büyük gazeteci burnuyla aldığı kokunun peşinden Dymchurch’te beliriverdi. Ne olduğunu ve ne olabileceğini tek bakışla anlamıştı.
Onun dokunuşuyla, Filmer’ın uzun süredir devam eden araştırmaları bir üne kavuştu. Filmer aniden inanılmaz rağbet görmeye başladı. Arşivde 1907 yılının gazeteleri incelenince, o günlerin patlamasının ne kadar hızlı ve ateşli olabileceğine inanmak güçtür. Temmuzda basılan gazeteler uçmak konusunda hiçbir şey bilmiyor, uçmakta hiçbir şey görmüyor, insanların asla uçmayacağını, uçamayacağını ya da uçmaması gerektiğini son derece etkili bir sessizlikle belirtiyordu. Ağustosta ise uçmak ve Filmer, uçmak ve paraşütler, havacılık taktikleri ve Japon Hükümeti, Filmer ve yine uçmak; Yunnan’daki savaş ile Grönland’in kuzeyindeki altın madenlerinin pabucunu dama atıp manşetlerde yer alıyordu. Banghurst projeye on bin sterlin vermişti. Daha sonra tekrar beş bin sterlin verdi ve Banghurst, Surrey tepelerindeki özel konutunun yakınındaki ünlü, muhteşem (ama şimdiye kadar verimsiz) özel laboratuvarlarını ve birkaç dönümlük arazisini gerçek boyutlu uygulanabilir uçan makinenin yorucu ve zorlayıcı yapım aşaması için bu işe tahsis etmişti. Bu arada, Fulham’daki Banghurst kasabasının duvarlarla çevrili bahçesindeki ayrıcalıklı kalabalığın önünde Filmer, çalışma modelini adım adım göstererek haftalık bahçe partilerinde sergiledi. New Paper gazetesi, muazzam bir yatırım maliyeti ödenip sonuçta büyük bir kâr elde edilen bu davetlerden ilkinin güzel anısını bir fotoğrafla okuyucularına sundu.
Burada yine Arthur Hicks ve arkadaşı Vance’in yazışmaları yardımımıza koşuyor.
“Filmer’ı tüm görkemiyle gördüm,” diye yazar Hicks, bir şair geçişi olarak pozisyonuna özgü bir kıskançlık dokunuşuyla. “Saçı başı taranmış ve tıraş olmuş; son moda frakı, sivri burunlu rugan ayakkabılarıyla Kraliyet Enstitüsü Akşam Konuşmacısı gibi giyinmiş. Tavırları bilge, büyük bir adam ile ayan beyan seçilen ürkek, mahcup, kendinin bilincinde bir sonradan görme hali arasında olağanüstü değişkenlik gösteriyor. Yüzünde tek bir renk yok, başı öne çıkık ve o tuhaf, küçük, koyu kehribar gözleri sinsice etrafını tarayıp şöhretini tartıyor. Giysileri tam oturuyor ama yine de onları hazır almış gibi görünüyor. Hâlâ mırıldanarak konuşsa bile kendinden eminliği belli belirsiz de olsa hissediliyor. Banghurst azıcık konuşmaya başlasa içgüdüsel olarak grupların arkasına geri dönüyor. Banghurst’ün çimenliğini geçtiğinde biri onu biraz nefes nefese ve güçsüz soluk yumruklarını sıkarken görüyor. Onunki bir gerginlik hali – korkunç bir gerginlik. Ve o, Tüm Zamanların En Büyük Kâşifi – Tüm Zamanların En Büyük Kâşifi! İnsanları bu kadar çok etkileyen, herifin işlerin buralara kadar gelmesini asla ama asla beklemiyor olması. Banghurst büyük avını her yerde, enerjik şekilde takdim ediyor. Yemin ederim daha motor bile bitmeden herkesi çimenliğe getirmiş olacak. Dün Başbakan’ı bile ağına düşürmeyi başardı. Başbakan, çok yaşasın, ilk bakışta oradakilerden daha seçkin görünmüyordu. Düşünebiliyor musun? Filmer! Bizim silik, pasaklı Filmer, İngiliz biliminin ihtişamı oldu! Düşesler onun etrafına toplanıyor. Düşesler demişken, bugünlerde önemli leydinin ne kadar etkileyici olduğunu fark ettin mi? Güzel, göz kamaştırıcı leydiler, güzel ve duru sesleriyle, ‘Ah, Bay Filmer, bunu nasıl başardınız?’ diyor.
Büyük şeyler başarmanın kıyısındaki basit adamlar buna cevap veremeyecek kadar soğuk davranır. İnsan, röportajlarındaki gibi, ‘Sevgiyle ve bolca çabayla madam, bilmiyorum ama belki biraz özel yetenek de gerekiyor olabilir,’ gibi bir yanıt bekliyor.”
Buraya kadar Hicks’in tasvirleri ile New Paper’ın fotoğraf eki yeterince uyuşuyor. Bir resimde makine nehirden aşağı sallanıyor ve karaağaçlardaki bir boşluktan aşağıdaki Fulham Kilisesi’nin kulesi görünüyor. Bir diğerindeyse, etrafı dünyanın en önemli, en güzel insanlarıyla sarılı Filmer, ana akülerin başında oturuyor, arka plandaki Banghurst ise mütevazı ama kararlı görünüyor. Bu ekip garip bir şekilde uyumlu. Yaşadığı skandallara ve otuz sekiz yaşında olmasına rağmen hâlâ güzelliğini koruyan Leydi Mary Elkinghorn, Banghurst’ün önünü neredeyse tamamen kapatarak düşünceli bir ifadeyle Filmer’a bakıyor; bir tek onun yüzünde kendilerini çeken kameranın varlığına dair bir ifade yok.
Hikâyenin dışarıdan görünen detayları bu kadar, ama