İngiltere’nin güney kıyılarında bulunan, Jim Hawkins’in ailesinin işletmekte olduğu Amiral Benbow Hanı, yazları yoğun, kışları oldukça sakin bir yerdir. Ancak bir kış günü hana gelip yerleşen Billy Bones isimli eski bir korsan, tüm ailenin yaşamını değiştirir. Bones’un sahip olduğu korsan Flint’in definesinin yerini gösteren bir haritanın peşinde olan korsanlar yüzünden handa zor günler yaşanır. Bu harita rastlantı sonucu Jim Hawkins’in eline geçer ve heyecanlı bir define avı başlar. Define Adası yalnızca bir macera romanı değil. Kahramanımız Jim’in ve yol arkadaşlarının karşılaştığı ihanetlerle, sürpriz saldırılar ve kanlı çarpışmalar karşısında sergilediği davranışlarla da ahlak kavramına atıf yapılmaktadır.... Kaptan, seyir defterinin başına geçti. Yazdıkları şunlardı: Alexander Smollett, Kaptan; David Livesey, gemi doktoru; Abraham Gray, marangoz tayfa; John Trelawney, geminin sahibi; John Hunter ve Richard Joyce, gemi sahibinin hizmetçileri, deniz tecrübeleri yok. Gemiden kalan sadık kişiler bunlardan ibaret. On günlük gıda var. Bugün Define Adası’nın kıyısına çıkıldı ve kulübeye Britanya bayrağı asıldı. Gemi sahibinin hizmetçisi karacı Thomas Redruth, isyancılar tarafından vuruldu. Miço James Hawkins…
Türkiye Cumhuriyeti’nin toplumsal ve siyasal hayatının dönüm noktalarından biri olan 12 Eylül, öncesiyle ve sonrasıyla Türk siyasi tarihinde merkezî bir yere sahiptir. Şüphesiz bu dönemi diğer dönemlerinden ayıran itici kuvvet, idealist gençlerdir. 12 Eylül’e gelinirken “sağ”ı ve “sol”u şekillendiren bu gençler, sadece teorik düzlemde kalmamış ve düşüncelerini pratiğe geçirerek döneme damgalarını vurmuştur. “Kanımız aksa da zafer İslam’ın!” sloganının mucidi; Ülkü Ocakları’nın son genel başkanı; şiir, roman, deneme, biyografi ve araştırma inceleme türlerinde eserler vermiş üretken bir yazar olan Lütfü Şehsuvaroğlu, bu idealist gençlerden biri olarak dönemin en önemli tanıklarından biridir. Türk abide şahsiyetleri -özellikle de Necip Fazıl Kısakürek ve Muhsin Yazıcıoğlu- ile genç yaşlarından itibaren irtibat hâlinde olan Şehsuvaroğlu, söyleşi şeklinde hazırlanan bu kitapta, dönemin Türkçülük, İslamcılık, milliyetçilik fikrî akımlarını teorik ve pratik yönleriyle ortaya koyuyor, tespit ve tanıklıklarıyla günümüzdeki gelişmeleri de kapsayan bir yelpaze içinde Türk okuyucularına sunuyor.
Medeniyetlerin dünya kültür tarihine kattıkları zenginliklerin başında, yüzyılların imbiğinden geçmiş kendi damak zevkleri gelir. Türk mutfağını dünya Lezzetleri sofrasında baş sıralarda yer alır. Her bölgemiz, hatta neredeyse her şeyimiz birden fazla medeniyete beşik olmuş ve bu olağanüstü birikim kendini gastronomik incelikte ve zenginlikte açığa vurmuştur.
“Proust, anlatıma olan tutkumu öyle ateşliyor ki ifade etmekte güçlük çekiyorum. Ah! Öyle yazabilseydim! Gözyaşlarına boğulurdum herhâlde! Hayrete düşüren o titreşimi, doygunluğu ve yoğunluğu sağladığı o anlarda -âdeta cezbedici bir şey var- öyle ki içimde, ben böyle yazabilirim hissini doğuruyor, sonra kalemi elime alıyorum ve öyle yazamıyorum. Neredeyse kimse içimdeki dil sinirlerini böylesine uyaramamıştır: resmen bir saplantı hâline geliyor. Fakat Swann’a geri dönmeliyim.En büyük serüvenim gerçekten de Proust. Yani -ondan sonra geriye yazacak ne kalıyor ki? Daha sadece ilk ciltteyim ve zannediyorum daha bulunacak çok kusur var ama ben hayret içindeyim; sanki gözlerimin önünde bir mucize gerçekleşiyormuş gibi. Sonunda, nasıl da sürekli kaçırdığımız o anı yakalamayı başarmıştı biri -ve onu bu müthiş ve şahane kalıcı maddeye dönüştürmüştü? Tutkum nesneleşiyor -güneşin, şarabın, üzümün, kusursuz dinginliğin ve yoğun zindeliğin birleşimi gibi âdeta.Jacques Raverat… Bana Mrs. Dalloway hakkında öyle bir mektup gönderdi ki hayatımın en mutlu anlarını günlerini yaşadım. Merak ediyorum, acaba bu sefer bir şey başarabildim mi? Yani, şimdilerde bir bütün hâlinde yaşadığım Proust’a kıyasla hiçbir şey başaramadım herhâlde. Proust’u özel kılan onun azami duyarlılıkla, azami kararlılığı harmanlayışından doğuyor. Kelebeğin gölgesini son ana kadar aramaktan vazgeçmiyor. Bir enstrüman teli kadar sağlam ve kozasından yeni çıkmakta olan bir kelebek kadar ani. Ve sanıyorum beni hem derinden etkileyecek hem de her cümlemde kıvama gelmeye çalışacak.
Türkiye Cumhuriyeti’nde her zaman bir din realitesi olagelmiştir. Millî Görüş hareketi ile beraber bu realite siyasetin merkezine taşınmıştır. Necmettin Erbakan’ın 1969 yılında Konya’dan bağımsız aday olmasıyla başlayan bu hareket hiçbir zaman dar kalıplar içerisinde kalmamış, yeni şartlar ve siyasi gelişmeler çerçevesinde, türlü engellemelere maruz kalmasına rağmen yoluna devam etmiştir. Buna rağmen AK Parti’nin kurulmasıyla Millî Görüş çizgisi iki kola ayrılmış ve ayrılan bu kollardan biri, Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde Türkiye’nin yönetimini üstlenmiştir. Kahraman Emmioğlu, Millî Görüş’ün siyaset sahnesine çıktığı ilk yıllardan günümüze kadar tüm bu yaşananların ilk elden tanığı olarak “su gibi geçen yıllar”da bu harekette birikimli bir siyasetçi, yardımsever bir dost, danışılan bir ağabey sıfatıyla milletine hizmet etmiştir. Onun su gibi geçen bu yıllardaki tanıklıkları bir nevi iktidara taşınan bir çizginin yükselişinin öyküsüdür…
İlk gençlik heyecanlarıyla okunan kitapların etkisini, o ilk okumanın verdiği benzersiz hazzı unutmak mümkün mü? İletişim ve bilgi edinme imkânlarının son hızla arttığı bir çağda, gençlerimizi ve çocuklarımızı kitapların dünyasıyla buluşturmak eskisi kadar kolay olmasa gerek. Bu anlamda, Millî Eğitim Bakanlığı'nın ilköğretim ve ortaöğretime yönelik 100 Temel Eser seçimi; öğrencilere, velilere ve öğretmenlere, kısacası kültür dünyamıza katkıda bulunacak herkese yararlı olacak niteliktedir.
Osmanlı İmparatorluğu, küçük bir beylik olarak doğup kuruluşundan dağıldığı güne dek yaklaşık 600 yıl 3 kıtaya hükmeden dünyanın en güçlü imparatorluğu olmuştur. İstanbul'un Fethi ile bir çağın kapanıp yenisinin açılmasına öncülük eden, sayısız galibiyetler elde etmiş bu imparatorluğun kurucusu Osman Bey’den son padişah Vahdettin’e kadar 36 padişahının çeşitli özellikleriyle tek tek ele alındığı bu eser, Osmanlı tarihine özlü bir bakış atma imkânı sunuyor.
Millî Eğitim Bakanlığınca Türk ve Dünya edebiyatından seçilerek oluşturulan 100 Temel Eser, çocuklarımıza okuma alışkanlığı kazandırılmasında önemli bir rol oynamaktadır. Millî Eğitim Bakanlığının bu çalışmasını, ülkemizdeki okuma oranını arttırmaya ve dilimizin gelişimini sağlamaya yönelik önemli bir çaba olarak görüyoruz. Aynı eserleri okumuş, o eserlerdeki duygu ve düşünce zenginliğini kazanmış bireylerin oluşturacağı bir toplumun daha hoşgörülü ve paylaşımcı olacağını düşünüyoruz. İlköğretim seviyesindeki çocuklarımıza bu eserleri okutmayı başarabilirsek okuyan, bilinçli ve gelişmiş bir toplum olma yolunda ilk adımı atmış olacağız.
Savaş ve Barış; kaleme alındığı çağın, coğrafyanın sınırlarını aşan ve neredeyse tüm dünya dillerine çevrilen, evrensel niteliğe sahip bir başyapıttır. Eser; yaşamın anlamını arayan, manevi sırra erişmek isteyen her insanın mutlaka okuması gereken klasikler arasındadır. 1805-1812 yılları arasında Rus halkı, birtakım savaşlara dâhil olmaktadır. Fiziki savaş cephede sürdürülürken asıl ve belki de daha zorlayıcı olan savaş, bizzat insanların içinde verilmektedir. Bir tarafta işgal altında olan vatanı savunmaya çalışan ordu, diğer tarafta ise lüks yaşamlarından taviz vermeyen sosyete toplumu bulunmaktadır. Aslında silahlar, asıl olarak insan ile insani değerler arasında çekilmektedir. Dolayısıyla bu savaşın kazananı da kaybedeni de yine kişinin kendisi olacaktır. Savaş ve Barış; okurunu tarih sahnesinin detaylarına tanık ederken perde arkasını da göstererek gerçek bir “savaş”ın ve daima bulunması ümit edilen “barış” arayışının içerisine çekecektir. Bu arayışın yolu ise mutlaka iyilik ve sonsuz sevginin keşfinden geçecektir. “Aşk, ölümü engelliyor. Aşk, hayattır. Hayattan anladığım her şeyi, sevdiğim için anlıyorum ancak. Her şey, sevdiğim için vardır. Her şey yalnızca aşkla birbirine bağlanır. Aşk, Tanrı’dır. Ölmek; benim için, aşkın bir parçası için evrensel kaynağa dönmektir.”
Türkiye’de, yazılı ve görsel medyada fazla yer bulamadığı ve gönüllü/paralı lobileri olmadığı için geniş kitlelerin pek tanımadığı, ancak zengin müktesebatıyla gerçek birer hazine olan çok sayıda ilim ve kültür insanı yaşıyor. Bu kıymetli insanların bir kısmının yaşı ilerliyor ve çeşitli sebeplerle yazı yazamayacak ve eser de veremeyecek durumdalar. Bu noktada, birikimlerinin kayda geçirilmesi ve gelecek nesillere aktarılması açısından tedbirler alınması gerekiyor. Mikâil Bayram’ın Aynasında 99 İsim ve 99 Kavram projesi, işte bu düşünceden doğdu. Selçuklu tarihçisi, ilahiyatçı, şair ve kültür adamı Mikâil Bayram, bilhassa Anadolu Selçuklu tarihi, Orta Çağ İslam tarihi, Ahilik, İran kültürü ve dinî inançları, tasavvuf, yazma eserler, Fars ve Türk şiiri alanlarında çok yönlü bir uzmandır. Arapça, Farsça, Kürtçe, Pehlevice, Türkiye ve Azerbaycan Türkçesi dillerine vakıf, bu dilleri çeviri yapabilecek ve şiir yazabilecek kadar iyi bilen, bu bilgisini akademik donanımıyla harmanlayabilen bir kültür adamıdır. Bu yönleriyle, eski zaman âlimlerini hatırlatan, pek çok ilmî dalda söz söyleyebilen ender hocalar arasındadır. Elinizdeki 99 Kavram kitabı, nehir söyleşi formatında, Hoca’nın çeşitli tarihsel olgu, kavram ve süreçlere dair görüş, hatıra ve değerlendirmelerini okuyucuya sunmayı hedeflemektedir. Bu bağlamda, kitapta yer verilen 99 kavramdan bazıları şunlardır: Asr-ı Saadet – Kudüs ve Mescid-i Aksa İhtilafı – Arapların Ümmiliği – Hadis Derlemeciliği ve İranlıların Katkıları – Emevîler – Abbasîler – İspanya ve Anadolu’nun İslamlaşma Süreçleri – Halifelik – Karmatîler ve Zencî İsyanları – Hurremiye ve Bâbek İsyanı – Avesta – Mazdekîler – İran’ın İslam’la İlk Karşılaşması – Pârisîler – Türklerin İslam’ı Tanımasında İranlıların Rolü – Alamut ve Haşhaşîler – Hurufîlik – Hulûlîlik – Kalenderîlik – Keramet ve Mucize – Neo-Mâtüridîlik – Selefîlik – Mevlevîlik – Dümbülîler – Atabeklik-Lalalık – Babaîler İsyanı – Anadolu’da Moğollar – Celâlî İsyanları – Moğolların İslamlaşması ve Türkleşmesi – 1915 Ermeni Olayları – Doğu’da Kürt İsyanları – Sabatayistler – Velâyet-i Fakih – 1979 İran Devrimi – İran’ın Aryan Kodları – İran’ın Kültür Sahası – Türk ve İran Şiiri – Türk Devletlerinde Farsça Etkisi – İlahiyat Fakülteleri ve Yüksek İslam Enstitüleri.