Bu peri dünyası gerçek olabilir mi? Sylvie ve Bruno periler dünyasına aittir, ancak roman gerçek dünyada hareket eden çılgın maceraları ve buna müdahale etme çabalarını da içinde barındırmaktadır. “Sylvie ve Bruno”da yeni bir patika yaratmaya gayret ettim. İyi veya kötü, bu elimden gelenin en iyisiydi. Bu kitabı, para veya ün için değil, sevdiğim çocuklara, çocukluğun hayatı olan masumlukla dolu eğlence zamanlarına uygun olabilecek bazı düşünceler tedarik edebilme ve tamamen ahenkle değil, hayatın daha ağır tempolarıyla, hevesle umut ettiğimi kanıtlayacak bazı düşünceleri onlara ve diğerlerine önerebilme umuduyla yazdım. / Lewis Carroll «Tam o sırada diğer dizine de Bruno gelip oturdu ve babasının yanağına bir öpücük kondurdu.» «Bruno babasını öptükten sonra, Muhafız 'Daha dün gece geri döndü. Sylvie’nin doğum gününde burada olabilmek için, son birkaç bin kilometreyi hızla gelmiş. Yorgun olmasına rağmen, erkenden uyanmış. Eminim ki şu anda kütüphanededir. Benimle gelin de bakalım şuna bir. Çocukları çok sever. Eminim ki siz de onu çok seveceksiniz.' dedi.»
Edebiyatımızın eskimeyen ismi Ömer Seyfettin; Osmanlı Devleti’nden Cumhuriyet’e geçiş sürecini birebir tecrübe etmiş ve yaşayan bir varlık olarak benimsediği dili, toplumsal gelişmeler bağlamından ayrı düşünmemiştir. Bu açıdan Ömer Seyfettin, tema ve dil yönünden çeşitlilik arz eden hikâyeleriyle hemen hemen her kuşağa seslenebilen usta bir hikâyeci olarak ön plana çıkmıştır. Ele aldığı konuları belli bir dönem içerisinde tasvir etmekle beraber, insana ait evrensel gerçeklerden ve kendi milletinin konuştuğu dilden kopmamıştır. Bu noktada hikâyelerini modern Türkçenin zengin ve duru kaynağına taşımayı başaran yazar, çağdaş Türk edebiyatının yolunu açmıştır. Yazarın hikâyeleri; medeniyetler arasındaki geleneksel Doğu-Batı çatışması, Türk ve dünya insanının kimlik bunalımları, siyasal ve kültürel çekişmeler, Türk modernleşmesi, Batı taklitçiliği, toplum ve birey ikilemi, savaş psikolojisi, toplumsal adalet, özgürlük ve insanlığın tarihsel evrimi gibi kavramları derinlemesine irdelemektedir. Ömer Seyfettin’in yazınsal tavrı; Batı taklitçiliğinin sahte modernizmi ile gerçek aydınlanmacı fikirlerin ayrımı neticesinde ortaya çıkmaktadır.
Masallar; bir milletin kültürüne, tarihine, zaman içinde var olan maddi ve manevi değerlerine tanık olmamızı sağlayan yegâne hazinelerdir. Türk masalları; taşıdığı evrensel değerleri, sunduğu tarihsel ögeleri, aşıladığı iyi ahlak unsurları ile bu hazineler içerisinde zenginliği ile göze çarpmaktadır. Okurunu ayrı bir dünyanın içerisine çekerken; bu eğlenceli yolculuğu birçok olumlu öğreti ile süslemektedir. Billur Köşk Masalları; eğlenirken öğrenmek isteyen çocuklarımıza hitap etmesinin yanı sıra, çocukluğuna özlem duyan ve göz ardı ettiği değerleri hatırlamak isteyen yetişkin okurlarımızın da elinden bırakamayacağı niteliktedir.
Masallar; bir milletin kültürüne, tarihine, zaman içinde var olan maddi ve manevi değerlerine tanık olmamızı sağlayan yegâne hazinelerdir.Türk masalları; taşıdığı evrensel değerleri, sunduğu tarihsel ögeleri, aşıladığı iyi ahlak unsurları ile bu hazineler içerisinde zenginliği ile göze çarpmaktadır. Okurunu ayrı bir dünyanın içerisine çekerken; bu eğlenceli yolculuğu birçok olumlu öğreti ile süslemektedir. Billur Köşk Masalları; eğlenirken öğrenmek isteyen çocuklarımıza hitap etmesinin yanı sıra, çocukluğuna özlem duyan ve göz ardı ettiği değerleri hatırlamak isteyen yetişkin okurlarımızın da elinden bırakamayacağı niteliktedir.
Masallar; bir milletin kültürüne, tarihine, zaman içinde var olan maddi ve manevi değerlerine tanık olmamızı sağlayan yegâne hazinelerdir. Türk masalları; taşıdığı evrensel değerleri, sunduğu tarihsel ögeleri, aşıladığı iyi ahlak unsurları ile bu hazineler içerisinde zenginliği ile göze çarpmaktadır. Okurunu ayrı bir dünyanın içerisine çekerken; bu eğlenceli yolculuğu birçok olumlu öğreti ile süslemektedir. Billur Köşk Masalları ; eğlenirken öğrenmek isteyen çocuklarımıza hitap etmesinin yanı sıra, çocukluğuna özlem duyan ve göz ardı ettiği değerleri hatırlamak isteyen yetişkin okurlarımızın da elinden bırakamayacağı niteliktedir.
Masallar; bir milletin kültürüne, tarihine, zaman içinde var olan maddi ve manevi değerlerine tanık olmamızı sağlayan yegâne hazinelerdir. Türk masalları; taşıdığı evrensel değerleri, sunduğu tarihsel ögeleri, aşıladığı iyi ahlak unsurları ile bu hazineler içerisinde zenginliği ile göze çarpmaktadır. Okurunu ayrı bir dünyanın içerisine çekerken; bu eğlenceli yolculuğu birçok olumlu öğreti ile süslemektedir. Billur Köşk Masalları; eğlenirken öğrenmek isteyen çocuklarımıza hitap etmesinin yanı sıra, çocukluğuna özlem duyan ve göz ardı ettiği değerleri hatırlamak isteyen yetişkin okurlarımızın da elinden bırakamayacağı niteliktedir.
Masallar; bir milletin kültürüne, tarihine, zaman içinde var olan maddi ve manevi değerlerine tanık olmamızı sağlayan yegâne hazinelerdir. Türk masalları; taşıdığı evrensel değerleri, sunduğu tarihsel ögeleri, aşıladığı iyi ahlak unsurları ile bu hazineler içerisinde zenginliği ile göze çarpmaktadır. Okurunu ayrı bir dünyanın içerisine çekerken; bu eğlenceli yolculuğu birçok olumlu öğreti ile süslemektedir. Billur Köşk Masalları; eğlenirken öğrenmek isteyen çocuklarımıza hitap etmesinin yanı sıra, çocukluğuna özlem duyan ve göz ardı ettiği değerleri hatırlamak isteyen yetişkin okurlarımızın da elinden bırakamayacağı niteliktedir.
Hz. Muhammed’in vefatından sonra İslam mensupları müminlere emanet edilmiştir. Bundan sonra onlara düşen, dini sahih ve yalın biçimde anlamak ve sürdürmektir. Ama gün geçtikçe geniş topraklara yayılan İslam dini Müslümanların uygulamalarıyla giderek zaafların, çıkarların ve cehaletin gölgesinde tanınmaz hâle geldi. Peygamber’in vefatından hemen sonra başlayan iktidar-siyaset tartışmaları Müslümanları birbirinden çok farklı mezheplere ve fraksiyonlara ayırmıştır. Normalde düşünce özgürlüğü ve “rahmet” olarak kabul edilen çoğulculuk ve bu ihtilaf durumları Müslüman coğrafyasını ırkçılığın, grupçuluğun ve mezhepçiliğin pençesinde bugün içinde bulunduğumuz perişan bir duruma sürüklemiştir. Bugün Müslümanım diyenlerin yeniden İslam’a davet edilmeleri gerektiği ortadadır. Haksızlıktan, hukuksuzluktan, şiddetten, öfkeden, insan hakları ihlallerinden geçilmeyen bir toplum İslam toplumu olarak nitelendirilemez. Müslümanların içine düştüğü en temel hata İslam ile Müslümanlık tarihini aynı sanmasıdır. Bir dine, bir geleneğe ve bir kitaba yapılacak en büyük haksızlık onu kendisi hakkında söylenenlerle aynı sanma yanılgısıdır. Elinizdeki kitap İslam dininin yüce mesajının yerini bulması için bir çağrıdır. Bu çağrı Kur’an’ın ifadesi ile “Ey iman edenler, iman ediniz!” çağrısıdır. Abdulbaki Erdoğmuş, ismi ilk başta son derece ürpertici gelen İslamsız Müslümanlık kitabında pek çok kavramı, terminolojiyi, düşünceyi, mezhepleri, tarikatları yeniden, yeni baştan ve hatta sil baştan değerlendirmeye davet etmektedir. Müslümanların tarihi ile Müslümanlarla İslam’ın ve Kur’an’ın tefrik edilerek düşünülmesinin lüzumunu anlatmaktadır. Bir şeyin tarihi o şeyin kendisi olamaz. Kur’an’ın kutsal metni ile Müslümanların bu metin hakkında söyledikleri farklı şeylerdir. Bu eser, öze dönüşün nasıl olacağına dair bir yol haritası vermektedir.
Tom Amca’nın Kulübesi 1852’de yayımlandıktan sonra kölelik karşıtı hareketi besleyen ve dünya çapında ün kazanan bir eserdir. Hikâye ilk başta National Era’da bir dizi olarak yerini almış, gördüğü ilgi üzerine kitap olarak basılmıştır. Pek çok dile çevirisi yapılan eser, dünya edebiyatının klasiklerinden biridir. Kitaptaki olaylar işine bağlı, sevgi dolu ve sadık köle Tom Amca’nın etrafında geçmektedir. Eser, kölelerin yaşayışını gerçekçi bir dille ele alırken, aynı zamanda sorunlarının çözümlerine yönelik bir çağrı niteliğinde olmuştur. Köle olan insanın çaresizliği, köleliğin ahlaki açıdan yanlışlığı, insanlığı küçük düşürmesi ve din ile bağdaşmayan yönleri kitapta anlatılmıştır. Bu duygusal roman, yayımlandığı zaman büyük tepki toplasa da 19. yüzyılın en çok satan romanlarından biri hâline gelmiştir. Kölelerin acılarını ve köle sahibi olanların vicdansızlıklarını gözler önüne sererek köleliğe karşı bir tavır alınan eserde, özgürlüğün değeri insanlığın ayıbı olan kölelikten örneklerle anlatılır. Romanın ana karakteri olan vefalı, dürüst Tom Amca, iyi kalbiyle ve inançlı davranışlarıyla rol modeli olmuştur. Ölürken ailesine onun yolunu izlemelerini vasiyet eden Tom Amca, zalim bir efendisi olsa da içindeki iyiliği ve sevgiyi diğer insanlarla paylaşmıştır. Roman, siyah ırkı temsil etmesi sebebiyle de eleştirilere hedef olmuştur. Yine de yazıldığı zamandan bu yana milyonlarca kişinin yüreğine dokunmuş, günümüze kadar yankısını sürdürmüş olan duygusal bir romandır. Tom Amca’nın hüzünlü ve iç burkan hikâyesi, eğitici ve merakla okunacak bir eserdir. «Sağlam adamlar altı yedi yıl dayanırlar, çürüklerinin iki üç yılda işleri biter. İşe ilk başladığımda onlarla epey bir canımı sıktım ve dayanmaları için uğraştım, hastalandıklarında doktora gösterdim, onlara giysi, battaniye ve benzeri şeyler verdim, rahat ve temiz tutmaya çalıştım. Tanrı’m, buna hiç gerek yokmuş, onların yüzünden para kaybettim ve bir sürü dertle uğraştım. Artık gördüğünüz gibi hasta ya da iyi, onları doğrudan işe koşturuyorum. Zencinin biri ölünce diğerini alıyorum, her açıdan daha ucuza ve kolayıma geliyor.»
Jack London’ın son kitaplarından biri olan Üç Kalp, ölümünden dört yıl sonra 1920’de New York Journal’da yayımlandı. Üç Kalp, Jack London’ın kıvrak üslubuyla kaleme aldığı aksiyon dolu bir macera romanıdır. Richard Henry Morgan’ın vârisi, New Yorklu zengin bir genç olan Francis Morgan; borsadan ve yoğun iş yaşamından sıkılmıştır. Bir gün, vefatının ardından kimsenin bulamadığı köklü bir servet bırakan büyükbabasının kaybolan hazinesini aramak için Panama’ya gitmeye karar verir. Bu yola çıktığında, uzun süredir kayıp kuzeni Henry Morgan ile tanışır. Her iki adam da aynı kadına, Leoncia Solano’ya âşık olur ve üçü hazineyi bulmak için birlikte macera dolu bir serüvene atılırlar. Bu arada, New York’ta, kurnaz bir düşman, Morgan’ın servetini yok etmek için uğraşmaktadır. Francis, bunu engellemek ve ailesinin servetini kurtarmak için zamanında bu yolculuktan geri dönmelidir. Bu ekip, tehlikeli maceralara atılacak, bilinmeyen toprakları keşfedecek, tehlikeyle burun buruna gelecek ama en nihayetinde aşkı da bulacaklardır. İki Kızılderili kız, uzun süre bulundukları yerde oyalandılar. Çünkü artık suya hiçbir şey atmama konusunda aralarında anlaşmışlardı ve eğer bir şey çıkacak olursa bunun sadece tesadüften ibaret olduğunu ispatlanacaktı. Ama hiçbir şey ortaya çıkmayacak olursa onlar tarafından da bir şey suya atılmadığından, sihrin gerçekten de kendileri tarafından gerçekleştirildiği sonucuna varacaklardı. Gözlerine karanlık çökene kadar, bulundukları yerde saklanmaya devam ederek suyu izlediler ve sonunda yavaş yavaş ve ağırbaşlı bir tavırla, tanrılar tarafından kutsanmış olmanın farkına vararak köylerinin yolunu tuttular.