“Odise”, becerikli ve kurnaz, pek çok badire atlatmış bir adam olan Odysseus’un, eve dönüş yolculuğunu konu eder. Ana vatanı İthake’ye yalnız başına dönmeden önce -en az altı yüz adam ve on iki geminin kaybı da dâhil olmak üzere- çok acılara katlanmıştır. Yurduna vardığında yüz sekiz taliplinin, aralarından birini yeni kocası olarak seçeceğini ümit ederek karısı Penelope’nin çevresini sardıklarını fakat bu sırada da evindeki her şeyi yiyip içtiklerini anlar. Odysseus kılık değiştirir; bir dilenci görünümüne bürünüp artık yetişkin bir adam olan oğlu Telemakhos’un yardımı ile bu haneye tecavüzcüleri katleder, evini pisliklerden temizler ve sessizlik ve istirahatten ibaret bir hayatı iple çeker.İki bin beş yüz yıldan fazla zamandır, “İlyada” ve “Odise” hâlâ bize unutulmaz bir şekilde, neredeyse hayat ile ilgili önemli olan her şey hakkında bir hikâye anlatır…
Masallar; bir milletin kültürüne, tarihine, zaman içinde var olan maddi ve manevi değerlerine tanık olmamızı sağlayan yegâne hazinelerdir. Türk masalları; taşıdığı evrensel değerleri, sunduğu tarihsel ögeleri, aşıladığı iyi ahlak unsurları ile bu hazineler içerisinde zenginliği ile göze çarpmaktadır. Okurunu ayrı bir dünyanın içerisine çekerken; bu eğlenceli yolculuğu birçok olumlu öğreti ile süslemektedir. Billur Köşk Masalları; eğlenirken öğrenmek isteyen çocuklarımıza hitap etmesinin yanı sıra, çocukluğuna özlem duyan ve göz ardı ettiği değerleri hatırlamak isteyen yetişkin okurlarımızın da elinden bırakamayacağı niteliktedir.
Türk sadece askerî gücüyle topraklar fetheden bir fatih midir yoksa bu gücün yanında ince zekâsını da ustalıkla kullanarak kaleler zapt eden, krallar avlayan bir cihangir midir? Tarih bize gösteriyor ki Türk’ün askerî kabiliyetinin yanında incelikli bir zekâsı da vardır. Türk bu incelikli zekâsını en çok da Anadolu topraklarına girdiğinden bu yana sürekli batıya ilerleyerek ve en sonunda Rumeli’ye akınlar düzenleyerek göstermiştir. Türk’ün bu ilerleyişinde nice akıl dolu fetihler olmuş, nice krallar avlanmış, kan dökmeden nice kaleler zapt edilmiştir. Üç bölümden oluşan “Krallar Avlayan Türk” eserinde Türk’ün bu incelikli zekâsına şahit olacaksınız. Türk okuyucusu tarafından pek bilinmeyen M. Turhan Tan, tarihî roman geleneğimizin en önemli isimlerinden biridir. Birçok önemli memuriyetlerde bulunduktan sonra Sivas mebusluğu da yapmış ve 1922 yılından itibaren kendini tamamıyla yazı hayatına adamıştır. En önemli eserlerini ise tarihî romancılık alanında vermiştir. Bazı eserleri Almanca, İngilizce ve Yunanca gibi dillere çevrilen, tarihî gerçeklikleri berrak ve sürükleyici bir üslupla aktaran Tan, Türk tarihinin zengin mirasını eserlerine ustalıkla taşımış ve okuyucusuna tarihî romanları keyifle okutan bir yazar olarak Türk edebiyatındaki yerini almıştır. Turhan Tan’ın ölümünden sonra unutulan ve Türk yazın hayatından çekilen eserleri, Türk okuyucusunun özellikle son zamanlarda ilgisini çeken ve neredeyse güncelleşen konulara değinip ele aldığı dönemlere ışık tutmakta, günümüzdeki kimi tartışmalara cevaplar getirmektedir.
“Kadın Avcısı”nda, hiç görmediği genç kızlara mektup yazma hastalığına tutulmuş olan halı tacirleri Yadigâr ve Süruri Bey adındaki iki gencin bu yolla adreslerine eriştikleri kızlar ile zamanla görüşmelerini ve bu görüşmeler neticesinde meydana gelen kargaşa ile bu hasta ruhlu beylerin cezalandırılmaları kimi zaman güldürerek kimi zaman da hüzünlendirerek hikâye ediliyor. Türk okuyucusu tarafından pek bilinmeyen M. Turhan Tan, tarihî roman geleneğimizin en önemli isimlerinden biridir. Birçok önemli memuriyetlerde bulunduktan sonra Sivas mebusluğu da yapmış ve 1922 yılından itibaren kendini tamamıyla yazı hayatına adamıştır. En önemli eserlerini ise tarihî romancılık alanında vermiştir. Bazı eserleri Almanca, İngilizce ve Yunanca gibi dillere çevrilen, tarihî gerçeklikleri berrak ve sürükleyici bir üslupla aktaran Tan, Türk tarihinin zengin mirasını eserlerine ustalıkla taşımış ve okuyucusuna tarihî romanları keyifle okutan bir yazar olarak Türk edebiyatındaki yerini almıştır. Turhan Tan’ın ölümünden sonra unutulan ve Türk yazın hayatından çekilen eserleri, Türk okuyucusunun özellikle son zamanlarda ilgisini çeken ve neredeyse güncelleşen konulara değinip ele aldığı dönemlere ışık tutmakta, günümüzdeki kimi tartışmalara cevaplar getirmektedir.
Bir deniz subayı olan Pierre Loti’nin Orta Doğu’ya yaptığı seyahatlerinden biri olan İsfahan’a yolcuğu esnasında edindiği deneyimlerini ve gözlemlerini edebî bir dille kaleme aldığı İsfahan’a Doğru eseri, kültür dünyası için önemli bir klasik sayılır. Onun için İran’ın geniş coğrafyası daima hayrete şayan olmuş ve her yeni günde güneş ışığının altında daha farklı parlamış bu kadim topraklar… “Kim benimle beraber İsfahan’da gül mevsimini görmeye gelmek isterse Orta Çağ’da olduğu gibi benim yanımda menzilden menzile ve yavaş yavaş yürümeye razı olsun. Kim benimle beraber İsfahan’da gül mevsimini görmeye gelmek isterse hayvanların düştüğü fena yollarda beygirle seyahat tehlikelerini ve kervansaraylarda toprak hücrelerde üst üste ve sineklerle bitler arasında yatmak rahatsızlığını göze alsın…”
Kırım Hanı’nın Osmanlı’ya gönderdiği hediyelerden Sultan Süleyman için en ihtişamlı ve en değerlisi, Rus cariye Alexandra’dır. Saraydan gelip geçmiş tüm kadınlardan ayrı bir cesarete sahip, hırslı, boyun eğmez bu küçük kız, ilk günden yerini sağlamlaştıracak ve yakın gelecekte kendisini Osmanlı imparatoriçesi yapacak Hürrem Sultan adının taşıyıcısıdır. “Hürrem” adı, Osmanlı’da yaşanacak büyük sarsıntıların, mücadelelerin, aşkların ve ölümlerin habercisi olacaktır. “Sultan Süleyman, bakışlarını büyülemiş, yüreğine bir heyecan aşılamış olan şu körpe kızın seksüel bir kudretten ziyade ruhi ve manevi bir kudret taşıdığına iman getirmek üzereydi. Çünkü o, cinsî cazibenin bütün ebadını ölçmüş bir adamdı ve sarayında yaşayan üç yüz kadın da bu ebadı kendisine her gün, her dakika hatırlatıyorlar ve yeni baştan öğretiyorlardı.” Türk okuyucusu tarafından pek bilinmeyen M. Turhan Tan, tarihî roman geleneğimizin en önemli isimlerinden biridir. Birçok önemli memuriyetlerde bulunduktan sonra Sivas mebusluğu da yapmış ve 1922 yılından itibaren kendini tamamıyla yazı hayatına adamıştır. En önemli eserlerini ise tarihî romancılık alanında vermiştir. Bazı eserleri Almanca, İngilizce ve Yunanca gibi dillere çevrilen, tarihî gerçeklikleri berrak ve sürükleyici bir üslupla aktaran Tan, Türk tarihinin zengin mirasını eserlerine ustalıkla taşımış ve okuyucusuna tarihî romanları keyifle okutan bir yazar olarak Türk edebiyatındaki yerini almıştır. Turhan Tan’ın ölümünden sonra unutulan ve Türk yazın hayatından çekilen eserleri, Türk okuyucusunun özellikle son zamanlarda ilgisini çeken ve neredeyse güncelleşen konulara değinip ele aldığı dönemlere ışık tutmakta, günümüzdeki kimi tartışmalara cevaplar getirmektedir.
Osmanlı Devleti’nden Cumhuriyet’e geçiş döneminde öne çıkmış siyasetçi ve devlet adamı Celal Nuri, Türk düşünce tarihinin önemli gazeteci ve fikir adamlarındandır. Pozitivist bir düşünceye sahip olan yazar, Hatemü’l Enbiya’yı İslamiyet’e karşı Avrupai düşmanlığın irdelenmesi ve Hazreti Muhammed’in eksik ve yanlış değerlendirilmeleriyle vücuda gelmiş siyerlerin genel tarihte büyük bir boşluk oluşturduğu gerekçesiyle kaleme almıştır. “Muhammed el-Mustafa hem fikir hem eylem adamıydı. Hem irade hem de hikmet sahipliğinin birleştiği oldukça nadirdir. İşte Zamanın Son Elçisi, bu yaradılıştaydı. Azim ve iradat peygamberi hiçbir yeis ve ümitsizlik ile bozulmuş değildir.”
Proust’un kendi hayatından kesitlere bolca yer verdiği «Kayıp Zamanın İzinde» serisinin üçüncü kitabı olan «Guermantes Tarafı»nda, onun Combray'deki çocukluk ve gençlik yıllarına, bir yazarın gelişmesindeki aşamalara ve hatıralara vurgu yapılıyor. Tüm bu anlatılarda insanları en ince ayrıntısına kadar gözlemlemeye ve çevresini bir ressam dikkatiyle betimlemeye çokça yer veriyor. Diğer eserlerinde olduğu gibi bu eserinde de söz oyunlarına ve bilinç akışı tekniğine yer vererek modern roman anlayışında bir çığır açıyor. Fransız burjuvazisindeki davetler, unvanlar, aristokratların aralarındaki ilişkiler, entrikalar ve tüm çekişmeler Mme. de Guermantes ve M. de Guermantes’ın penceresinden anlatılıyor. Dönemin belki de en çok ses getiren olaylarından Dreyfüs Olayı ve yavaş yavaş kendini hissettirmeye başlayan Yahudi düşmanlığı da bu romanda kendini gösteriyor. Bunların yanında Fransız askerî birlikleri ve üst rütbelerdeki kişilerin hayatlarını da Saint-Loup’nun gözünden anlatıyor. "Guermantes’ın soylu ırkına layık, çağlara meydan okurcasına ayakta duran oyulmuş ve yıllanmış bir kule gibi, hikâyelere ve şiirlere konu olan antik mirası Fransa’nın üzerinde yükseliyordu bile; öyle ki Notre-Dame ve Chartres Katedrallerinin yükseldiği yerlerdeki gökyüzünde hâlâ boşluklar vardı, öyle ki Laon Tepesi’nin zirvesinde, Ağrı Dağı’nın zirvesindeki Nuh’un Gemisi misali Tanrı’nın öfkeli olup olmadığını görmek için endişeli bir şekilde pencerelerinden eğilen patrikler ve peygamberlerle dolu, toprakta çoğalacak bitki türlerini taşıyan, kulelerden bile kaçan hayvanlarla dolup taşan, çatıda sakince otlayan öküzlerin yüksekten Champagne Ovaları’nı seyrettiği katedralin nefi henüz dengelenmemişti; öyle ki günün sonunda Beauvais’den ayrılan gezgin onu takip edip yolundan dönse de gökyüzünün altın rengi yüzeyinde, katedralin siyah ve iki yana açılmış kanatlarını hâlâ seyredemedi. "