Название | Anadolu'nun Kültürel Kökleri |
---|---|
Автор произведения | Reşit Ergener |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 9786258068955 |
İda Dağı'nın Türkçe adı Kaz Dağı. Halikarnas Balıkçısı, Kaz Dağı adını Çepni aşiretinin verdiğini söyler. Göçebe bir aşiret olan Çepniler, diğer göçerler gibi hayvanlarını otlatabilecekleri otlaklarının izinde değil, kendi gizli ritüelleri, çevrelerindeki diğer aşiretlerce keşfedilince göç ederlermiş. İda Dağı'na Kaz Dağı adını vermelerinin nedeni, kazların ayaklarının üç çatallı olmasıymış. Çepnilerin yakalarına ve omuzlarına üçgen içinde çaprazlama birer kazayağı işlenirmiş (Halikarnas Balıkçısı 1982, 111).
Hasanoğlan MÖ 3000
Hacı Bektaş Veli'nin yaşamını söylencelere göre anlatan Vilayetname'ye göre Çepniler onun ilk müritlerindendi. Hacı Bektaş türbesinde, Bektaşilerin “üç” sayısına ve “üçgenlere” verdiği önem sergilenir.
Meryem – Deisis (Kariye Müzesi)
Çatalhöyük
Üç güzeller
“Üç” sayısı yalnız Anadolu'da değil, başka pek çok uygarlıkta da önemli sayıldı. Yıl, hemen her uygarlıkta dörder aydan oluşan üç mevsime ya da üçer aydan oluşan dört mevsime ayrılır. Evren üç kattan oluşur: Gök, yer ve yeraltı. Yaşamın üç dönemi vardır. Hamileliğin de.
Hindu Tanrıçası Kali Ma, evrenin üç temel gücünü kişiliğinde birleştirmişti: Yaratma, yaşatma ve öldürme. Kali Ma, doğuran ve öldüren, ana ve mezardı.
Tanrıça, üçlü kişiliğiyle pek çok uygarlıkta görülür. Onu, Mısırlılar Mut, Yunanlılar Mera ve Romalılar Uni adıyla tanıdı. Yaşamın gizemli ipini bir bakire eğirir, bir anne ölçer ve yaşlı bir kadın keserdi. Kuzeyliler, yazgıyı üçlü tanrıça Mors'un yazdığına inanırdı.
Doğurma ve öldürme güçlerinin aynı tanrıçada birleşmiş olması tuhaf görülebilir. Ama yaşam ve ölüm, aynı gerçeğin iki yüzü değil mi? Tanrıça, her şeye can veren, yaşatan ve sonra kendi yarattıklarını yanına alan toprak anayı simgeler: “Her biçimin özü sensin… Her şeyi sen bilirsin, ama seni kimse bilemez… Anlayamaz… Yalnız sen sözlerle anlatılamaz, anlaşılamazsın… Senin başlangıcın yok, ama sen her şeyi başlatansın. Yaratan, Koruyan, Yok edensin.” (Woodroffe 2011, 47-50)
Vratya gizli tarikatına üye kadınların çağımızdan binlerce yıl önce Hindistan'da başlattığı Tantra dininde, yaşamın dişi özünü üçgen simgelerdi. Üçgen, eski Mısır hiyerogliflerinde kadını simgeliyordu. Çingeneler de anavatanları Hindistan'dan getirdikleri bu simgeye aynı anlamı verirler. Eski Yunan'da, bir üçgenle gösterilen delta harfinin anlamı “kutsal kapı”ydı (B. Walker 1983, 1016).
Geçmiş pek çok uygarlıkta insanlar, haça tapar gibi üçgene taptı.
Ank, Ankora, Ankara
On yedinci yüzyıl Osmanlı gezgini Evliya Çelebi'ye göre Ankara kenti adını, kent dolaylarında yetişen “engür” üzümünden alır. Ankara adının, Ankara kalesinin “angarya” ile yaptırılmasından kaynaklandığını ileri süren yazarlar da vardır.
İkinci yüzyılda basılan Ankara paraları üzerinde çapa resimleri görülür (Erzen, Arif 1946). Grekçe anküra ve Latince ankora ya da ankira sözcükleri (İngilizce anchor) “çapa” anlamındadır.
Kimi ilkçağ yazarları Ankara kentinin adıyla, “çapa” anlamındaki bu sözcükler arasında ilişki kurdu. MÖ üçüncü yüzyılda Afrodisias'ta yaşayan tarihçi Apollonius'a göre, Ankara kentine adını Galatlar verdi. Anadolu'ya MÖ 278 yılında gelen Galatlar, burada Mısırlılarla savaştı ve onları Akdeniz'e sürdü. Mısır gemilerinin çapalarını ganimet olarak bugünkü Ankara dolaylarına getiren Galatlar, burada kurdukları kente “çapa” anlamında Ankura adını verdi (Erzen, Arif 1946, 16-17).
İkinci yüzyılda yaşayan tarihçi Pausinas'a göre, Ankara'yı efsanevi Frig Kralı Gordion'un oğlu Midas kurdu. Çapayı da Midas'ın babası Gordion bulmuştu. Midas, kurduğu kente bu yüzden Ankura ya da “çapa” adını verdi (Erzen, Arif 1946, 16-17).
Apollonius ve Pausinas'ın öykülerini, var olan bir ismi açıklama çabaları olarak değerlendirebiliriz. Çünkü Ankara'yı Galatlar kurmuş olamaz. Galatlardan 55 yıl önce, MÖ 333 yılında Ankara'ya gelen Büyük İskender, orada kurulu bir kent bulmuştu. Arkeolojik bulgular, insanların Ankara dolaylarında taş devrinden bu yana yaşadıklarını gösteriyor. Dolayısıyla, Anadolu'ya MÖ on ikinci yüzyılda gelen Frigler de Ankara'nın kurucusu olamaz. Ankara adının anlamını öğrenebilmek için Frig döneminden de geriye gitmek gerekiyor (Erzen, Arif 1946).
Kimi çağdaş tarihçiler, Ankara'nın Hitit kayıtlarında Ankuwa adıyla geçen kent olduğunu ileri sürdü. Ancak daha sonra Ankuwa'nın Ankara değil, Alişar olduğu anlaşıldı (Erzen, Arif 1946, 24).
İlkçağda, biri Batı Anadolu'da diğeri Makedonya'da olmak üzere, Ankara adını taşıyan iki kent daha vardı. Arkeolog Arif Erzen'e göre bu kentlere “Ankara” adını, İç Anadolu'dan göç eden halklar verdi.
Erzen'e göre, eski Anadolu dillerinde ra ekiyle biten yer adları genellikle özel isimlerden türetilmiştir. Eski Ankara'da tapınılan Anadolu yeraltı tanrısı Men'in omuzlarında birer çengel görünür. Hint-Avrupa etimolojisinde ank kökü “çengel, eğri” anlamında kullanılır. Erzen bu yüzden, Ankara sözcüğünün, ank kökünden türemiş olabileceğini ileri sürer (Erzen, Arif 1946, 25).
Hint-Avrupa dillerinde ank kökünden türetilmiş, anlam bakımından birbiriyle ilişkili pek çok sözcük var: Sanskritçede anka, “olta” (çengel biçiminde); Latincede uncus, “çengel” anlamındadır. Yunanca onko, “köşe” demektir. Eski İngilizcede angul ya da an-gula, “çengel biçimli” anlamına gelir.
“Ankara” adı, Men tapımından çok (ya da Men tapımı yerine) tanrıça tapımıyla ilişkili olabilir. Yaşam enerjisini simgeleyen spiralin basitleştirilmiş biçimi olan çengel, tanrıçanın simgelerinden biriydi. İngilizcede angle sözcüğü “açı”; angel sözcüğü “melek” anlamındadır. Danimarkalılar, ölülerin ruhlarını taşıyan tanrıça Angurboda'yı “Açıların Anna”sı adıyla anarlardı. Eski Mısır'da, erkek ve dişi cinsel simgelerin birliğini simgeleyen “yaşam haçının” adı “ankh”tı. Bu haçın kökeni, tepesinde haç bulunan, üçgen biçimli Libya tanrıça simgesidir. Roma'nın adı Angerona olan sessiz tanrıçasının bir parmağı dudağının üzerindedir ve “sus” işareti yapar (B. G. Walker 1988, 36-38).
Arı, Artemis, Mevlana
Roma döneminde basılan kimi Efes sikkelerinin birer yüzünde arı resmi vardır. Arı, Efes kentinin simgelerinden biriydi. Kentin adının, eski Anadolu dillerinde “arı” anlamına gelen apasos sözcüğünden türediği ileri sürülmüştür. Ancak Prof. Bilge Umar'a göre apasos, Luwi dilinde “akarsu ya da su kenti” anlamındaki apa – assa sözcüklerinden türemiştir (Umar, Bilge 1993, 82).
Selçuk Müzesi'ndeki Artemis heykellerini bezeyen türlü bitki ve hayvan kabartmaları