Название | Anadolu'nun Kültürel Kökleri |
---|---|
Автор произведения | Reşit Ergener |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 9786258068955 |
Mayalanma, buğday ve arpayı yararlı yiyeceklere dönüştürür. Maya zengin bir lisin kaynağıdır ve arpa ya da buğdaydaki B vitamini içeriğini artırır, fitat (phytate) miktarını azaltır.
Arpa ya da buğday lapasının mayalanma yoluyla biraya dönüşmesi gibi su ve un karışımı olan mayasız ekmek de mayalanarak ekmeğe dönüşmüş olabilir.
Ekmeğin mi biranın mı daha önce ortaya çıktığı bilinmemektedir. İlginç olan soru şudur: Yabani tahılları tüketmeye başlayan insan, bu tahılları temin etmenin zorluklarına ekmek üretmek için mi katlandı, bira üretmek için mi?
Tahılların tarım yoluyla çoğaltılmaları da çok zahmetli bir işti (Hayden, Canuel ve Shanse 2013, 131). Yabani tahılları tüketmeye ilk başlayan Mureybet ya da Abu Hureyra gibi Natufyan dönemi yerleşik topluluklarının, bunları temin etmek için 60-100 km kadar uzaklara gitmeleri gerekiyordu. Acaba insanlar bu güçlüklere neden katlandı? Gıda tüketimlerinin yüzde üç ya da dördünü oluşturan bir ürünün besin değeri için mi? Yoksa biranın keyif verici özelliği nedeniyle mi?
Bira üretimi, tahılların depolanmasını ve emeğin organize edilmesini gerektiren, ailelerin ya da bireylerin kısıtlı olanaklarıyla gerçekleştiremeyecekleri bir işti. Yiyecek depolanması yalnız bira üretiminin değil, şölen düzenlemenin de önkoşuluydu. Epipaleolitik (20.000-10.500) dönemin sonlarından başlayarak toplumlarında lider olmayı amaçlayan insanlar, davetlileri kendilerine borçlu ve bağımlı kılan şölenler düzenlediler. Aynı dönemde Ortadoğu'daki Natufyan topluluklarında gerek şölenlerin gerek bira üretiminin altyapısını oluşturan yiyecek depoları, havanlar ve kap kacak ortaya çıktı.
İnsanlar, zahmetli ve verimsiz bir iş olan tarım üretimine, şölenlerde sunulmak üzere üretilen biraya hammadde sağlamak amacıyla başlamış olabilir.
Anaerki ve Ana Tanrıça
Anadolu'da 1960'lı yıllarda Çatalhöyük'te ve diğer neolitik yerleşimlerde yapılan kazılarda bulunan kadın heykelciklerinin tanrıçayı temsil ettiği düşünüldü.
Bu bulgular ve yine aynı dönemde yapılan arkeolojik kazılarda Kibele, Artemis ve Afrodit gibi büyük tanrıçaların yeni tapınaklarının ve kült heykellerinin ortaya çıkması, adı “Anadolu” olan ülkemizde, geçmişte güçlü tanrıçaların egemen olduğu görüşünün yaygınlaşmasına neden oldu.
Bu görüşten etkilenenler arasında Halikarnas Balıkçısı, Sabahattin Eyüboğlu ve Azra Erhat da vardı. Bu kitabın yazarının Ana Tanrıçalar Diyarı Anadolu (1988) adlı kitabı da bu görüşten etkilenerek yazılmıştır.
İlk kutsal varlığın bir tanrıça olduğunu Hesiodos MÖ sekizinci yüzyılda dile getirmişti. Bu görüşü yakın geçmişte gündeme getiren Johann Jacob Bachofen oldu. Bachofen, Mutterrecht adlı kitabında, toprak anaya inancı, insan bilincinin oluşmasının alt aşamalarının özelliklerinden biri olarak kabul eder. Bachofen'e göre, ilk insan toplulukları ortaklaşmacı düzende yaşardı. Bu düzende çocuklar babalarının kim olduğunu bilmezdi, mülkiyet ve akrabalık ilişkileri yoktu. Kadınların duruma el koymasıyla anaerki kuruldu. Anaerkide en temel bağlayıcı ilke, anne çocuk bağıydı. Anaerkinin yerini mülkiyet ve aile alacaktı.
Bachofen'in görüşlerini benimseyenler arasında çağdaş sosyal antropolojinin kurucularından E. B. Tylor da vardı. Tylor'a göre insan toplumlarının evrimi vahşi, barbar ve uygar olmak üzere üç aşamadan oluşurdu. Bunların ilk ikisinde kadınlar egemendi. Bachofen'in görüşleri Frazer, Freud, Engels ve Morgan tarafından desteklendi.
Döngüsel bir mantık yürütmeyle anaerki aşamasındaki toplumların tanrıçaya taptıkları ileri sürüldü: “Neden tanrıçaya tapılıyordu?” “Çünkü toplum anaerkildi.” “Toplum neden anaerkildi?” “Çünkü ana tanrıçaya tapılıyordu.”
Bu yaklaşım öyle yaygındı ki on dokuzuncu yüzyıl kâşif ve arkeoloğu William Ramsey, hiçbir kanıt göstermeye gerek duymadan, Doğu Akdeniz'deki birçok uygarlığın matrilineer1 olduğu ve bu uygarlıklarda tanrıçaya tapıldığı görüşünü “herkesçe kabul edilmiş bir gerçek” olarak sunacaktı (Roller 1999, 12). Girit'teki Minos uygarlığını araştıran Arthur Evans, tunç çağında Ege'de evrensel bir tanrıça olduğuna inanıyordu (Talalay 1994, 167).
Bachofen, tezlerine en büyük desteği Herodot tarihinde Likyalılar hakkında verilen bilgilerde bulur. Herodot'a göre (1.173) Likyalılar, annelerin adını alır. Likyalı bir kadının bir yabancıdan ya da köleden yaptığı çocuk, vatandaşlık haklarına sahip olurdu. Ama Likyalı bir erkeğin bir yabancıdan yapacağı çocuğun vatandaşlık hakları olmazdı.
Bachofen'in anaerki ile Anadolu arasında ilişki kurmasının kalıcı etkisi olacaktı. Bu etki, Bachofen'in fikirlerini benimseyen on dokuzuncu yüzyıl kâşif ve arkeoloğu William Ramsay'nin gerçek bir ana tanrıça olan Friglerin Kibele'sini gün yüzüne çıkarmasıyla güçlenecekti.
Bu bağlamda, (tam da böyle dile getirilmese de) bereket ve anneliği simgeleyen tanrıçaların, neolitik dönemin toprak heykelciklerle temsil edilen tanrıçasından başlayarak Friglerde Kibele, Helenlerde Artemis ve hatta Hıristiyanlıkta Meryem'le devam eden bir zincirin halkalarını oluşturduğu düşünüldü.
Bu zincirin halkalarını oluşturanlardan üçünün resimleri, Efes Müzesi'nde, Artemis'in heykellerinin sergilendiği salona girmeden önceki duvarda asılıdır.
Onların ikisinin adını biliriz: Kubaba ve Kibele.
Kubaba, geç Hitit dönemi tanrıçalarındandır. Kibele ise Friglerin ana tanrıçasıdır.
Üçüncü ise Çatalhöyük'te bulunmuş bir figür. İki yanında birer vahşi hayvan olan ve (bir yoruma göre) doğum yapan bu Çatalhöyük figürünün kim olduğunu bilmiyoruz.
O, Kibele'nin, Artemis'in, Meryem'in anneannesi mi? O, neolitik bir tanrıça mıydı?
Onun adı neydi?
Anadolulu Anna
“Büyük tanrıçaya tek, basit, kapsamlı bir ad vermek gerekirse, en iyi seçim Anna olacaktır.”
Çatalhöyük hanımının adını aramaya, bebeklerin ilk çıkardıkları seslerle başlayalım. Bu sesler arasında ma ya da na var. An, Sümer dilinde “cennet”, ama da anne anlamındaydı. Anna, Hatti dilinde “kadın”, Hitit dilinde ise “anne” demekti. Luwicede anni, “anne” demekti.
Himalayalar'da Annapurna, “göğsü bereketle dolu dağ”dır (B. Walker 1983, 38). Eski İran'da, kadın kabile liderlerine, büyükanne anlamında hannahanna ya da anna denirdi (B. Walker 1983, 373).
Sümer tanrısı Anut, tanrıça Anna-Nin'in erkekleştirilmiş biçimiydi. Anna-Nin, Yunanların Anaitis ve İranlıların (Venüs gezegenine verdikleri adla) Ana-hid adıyla çağırdıkları Avesta tanrıçası Ana-hita kimliğinde de göründü (B. Walker 1983, 28).
Yunanistan'ın yerli halklarından Pelasgilerin tanrıçasının adı Anna'ydı. İtalyanlar onu “Ölümsüz Anna” adıyla çağırdılar. Adını Libya tanrıçası Neith'ten alan Athena da (Ath-enna) bir başka Anna olabilir (B. Walker 1983, 74).
Ovid, Anna'nın, Ay Tanrıçası Minerva olduğunu söyler. Sappho, “ana” sözcüğünü, kraliçe anlamındaki “Anassa” sözcüğü yerine kullanır (Graves, Robert 1988, 369-70).
O, İrlanda mitolojisinde, yaşam ve ölüm veren Danaan tanrıçası
1
Matrilineer sistem: Soyun anne tarafından geçtiği sistem.