Название | Anadolu'nun Kültürel Kökleri |
---|---|
Автор произведения | Reşit Ergener |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 9786258068955 |
“Büyük tanrıçaya tek, basit, kapsamlı bir ad vermek gerekirse, en iyi seçim Anna olacaktır.” (Graves, Robert 1988, 372)
… Ve Anadolu
Ve bu toprakların en eski tanrıçasının adı Anna ise, Anadolu adının oluşumunda Anna sözcüğünün tanrıça ya da anne anlamları taşımasının bir etkisi olmuş muydu?
Yaygın kabul gören bir açıklamaya göre “Anadolu” sözcüğü, Helen dilinde “doğuş, özellikle güneşin doğuşu; doğu” anlamındaki anatole sözcüğünden türemiştir. Bu sözcüğün kaynağı, Eski Yunanca “doğmak, çıkmak” anlamındaki anatéllō αντέλω fiilidir (Nişan-yan 2020).
Bizim kullandığımız Anadolu adı, Anadolu yarımadasındaki önemli bir Doğu Roma ili olan Anatolikon Thema'nın (thema: kolordu çıkaran il) adını taşıması nedeniyle önce o ilin, sonra tüm yarımadanın kısaca Anatoli diye adlandırılmasıyla ortaya çıkmıştır. “Doğu Roma'nın Anatolikón askeri eyaleti Amorium/ Emirdağ kenti merkez olmak üzere 640 yılından sonra kuruldu. Latince eşdeğer adı Oriens ('Doğu') idi. 1329-1337 yıllarında burada bulunan Arap seyyah İbn Battuta Afyon-Kütahya-Ankara yöresini Anaṭoliyya adıyla anar.” Anadolu, “Fatih döneminden itibaren 'İstanbul'un doğusu ile Fırat arasındaki alan' anlamını üstlendi.” (Nişanyan 2020)
Anadolu sözcüğünün kısa etimolojisi bu. “Anna” sözcüğünün tanrıçanın ve annenin evrensel adı olmasının, “Anadolu” sözcüğünün oluşumuna bir katkısı olmamış. Bu durumda “Anadolu” sözcüğünün “Anna”yı içermesini hoş bir rastlantı olarak kabul edebiliriz.
Yine de Kubaba'nın, Kibele'nin, Artemis'in ve diğer Anadolu tanrıçalarının olası anneannesi, Çatalhöyük hanımının ne olduğunu hiçbir zaman bilemeyeceğimiz adı için yapabilecek en uygun tahmin “Anna” olacaktır.
2
TANRIÇANIN SİMGELERİ
Tanrıça Uygarlıkları
Bütün insanlığın, babaların bilinmediği ortak yaşamda, sadece anne bağlarına dayalı bir dönemden geçtiğini ileri süren Bachofen, annelik bilincinin hayvanlarda da olduğunu ama babalık bilincinin insana özgü olduğunu söyler. Dolayısıyla anaerki, ataerkiden geridir ve ataerki ileri bir adımdır. Çünkü ataerki, insan bilincinin, hayvan bilincinin ötesine geçtiğini gösterir.
Ancak insanlığın geçirdiği (ya da geçirdiğine inanılan) anaerki aşaması, barışçı, anne sevgisiyle beslenen parlak bir dönem olarak yüceltildi de. Yirminci yüzyılda, Litvanya kökenli Amerikalı arkeolog Marija Gimbutas, tarımın başladığı ve insan topluluklarının yerleşik düzene geçtiği neolitik dönemde, Güneydoğu Avrupa'da bereketi kutsayan, barışçı, eşitlikçi ve anaerkil bir uygarlığın egemen olduğunu ileri sürdü. Bu uygarlık, kadınlar tarafından ya da kadınlarla erkekler tarafından birlikte yönetiliyordu.
Gimbutas'a göre çoğu doğum yapar durumdaki kadın figürinler, bu uygarlığın tanrıçalarını temsil ediyordu. Barışçı ve eşitlikçi tanrıça uygarlıkları, savaşçı ve katmanlaşmış ataerkil Hint-Avrupalı Kurgan halkları tarafından ortadan kaldırıldı. Onların yerini savaşçı, uyumsuz, kavgacı erkek egemen toplumlar aldı.
Prehistorik toprak figürinler gerçekten tanrıçaları mı temsil ediyordu? Kadınlar tarihte sadece bereketle ilgili ve barışçı roller mi üstlendi? Tanrıçalar anaerkiye, tanrılar babaerkiye mi özgüdür? Kibele ve Artemis gibi güçlü tanrıçalara tapınılan toplumlardaki babaerkiyi nasıl açıklayabiliriz? Bunlar ve benzeri sorular bilim insanları tarafından tartışılıyor.
Tanrıçanın Alfabesi
Arkeolog Marija Gimbutas, neolitik dönemde bazı geometrik simgelerin Orta Avrupa'dan Anadolu'ya uzanan geniş bir coğrafyada, çömlekler, mühürler ve duvar resimlerinde binlerce yıl boyunca (yaklaşık MÖ 6500-3500 arası) sistematik olarak yinelenmesinin bir rastlantı olamayacağı kanısındadır. Gimbutas, bu simgelerin dönemin tanrıça dininin bir tür kutsal alfabesini oluşturduğuna inanır. Ankara Anadolu Uygarlıkları Müzesi'nde sergilenen neolitik objeler üzerindeki simgeleri Marija Gimbutas'ın gözüyle incelemek, bu objelere bakış açımızı zenginleştirecektir.
Anadolu Uygarlıkları Müzesi'ne girince göze ilk çarpan neolitik simge, bir Çatalhöyük evi rekonstrüksiyonunun duvarındaki üçgenlerdir. Bu müzede üçgen motifini, neolitik çömlekler ve mühürlerde, ayrıca yine neolitik ve daha sonraki dönem kadın figürinlerinin üreme organlarının bulunması gereken yerlerde görürüz. (Çatalhöyük'te çok sayıda mühür bulundu. Bu mühürler, tekstil üzerine baskı yapmak ya da kişisel mülkiyeti göstermek amacıyla kullanılmış olabilir.)
Güney Fransa'da Dordogne'da, neolitikten çok önce, MÖ yaklaşık 30.000 yıllarında, mağara duvarlarına kadın üreme organı resimleri yapıldı. Gimbutas, bu resimlerin tanrıçanın ilk betimlemeleri olduğunu düşünmektedir (Gimbutas 1989, 99).
Kadın üreme organı, rahmi simgeleyen üçgen olarak gösterildiği gibi, doğumu muştulayan tohum ya da doğumu simgeleyen yarık biçiminde gösterilebilir. Anadolu Uygarlıkları Müzesi'nde, tanrıçanın üreme organının yarık biçiminde temsili, bir Çatalhöyük mührü üzerinde görülür (Gimbutas 1989, 99).
Müzedeki Çatalhöyük tapınağı rekonstrüksiyonunun duvarında yer alan üçgenlerin içindeki beyaz noktalar, tohumları simgeliyor olabilir. Çatalhöyük üçgenleri, aynı renk bir başka üçgenle birlikte baklava biçimi oluşturur (Gimbutas 1989, 145). Her köşesinde bir nokta olan baklava, tohumların dört yöne doğru saçılarak ekilmesini simgeleyebilir. Pek çok çiftçi topluluğunun inançlarında, tohumların dört yöne doğru saçılarak ekilmesi, doğanın yeniden canlanmasını amaçlayan bir töreni oluşturur. Bir baklava içinde birçok nokta, tohumların çoğalmasını, ekilen tarlada yaşamın yeşermesini simgeler (Gimbutas 1989, 145).
İçleri noktalı baklava biçimleriyle bezeli çömlekler tanrıçanın rahmini, bu çömleklerin içinde saklanan tohumlarsa ölülerin ruhlarını simgeliyor olabilir. Eski Yunan'da, ocağın yanında duran çömleklerin içinde saklanan tohumlar, Demetrioi (Demeter'e ait) adıyla çağrılan ve tıpkı tohumlar gibi tanrıçanın rahminde dinlenen ölüleri simgelerdi (Gimbutas 1989, 145).
Anadolu Uygarlıkları Müzesi'nde sergilenen Çatalhöyük buluntuları arasında, boyalı avuç içlerinin duvara bastırılmasıyla oluşturulmuş eller de var. Müzede elleri, Hacılar seramiği üzerinde de görüyoruz.
El ve ayak resimleri binlerce yıl boyunca mağaraların, tapınakların, mezarların, vazoların üzerinde görüldü. Gimbutas'a göre, bu eller ve ayaklar tanrıçaya aittir ve tanrıçayla, onun enerjisiyle teması simgeler (Gimbutas 1989, 307).
Çatalhöyük mühürlerinde sıklıkla rastlanan bir simge, V simgesidir. V ve iki V'nin birleşmesinden oluşan X simgeleri, Çatalhöyük mühürlerinin yanı sıra, Çatalhöyük ve Hacılar vazoları üzerinde de var. Yine aynı motifleri, Hacılar ve Can Hasan'ın erken kalkolitik yapıtlarında da görüyoruz. V ve iki V'nin birleşmesinden oluşan X simgeleri, İstanbul Sadberk Hanım Müzesi'ndeki Hacılar ve İstanbul Arkeoloji Müzesi'ndeki Kuruçay ve Göller Bölgesi çömlekleri üzerinde görülüyor. Hacılar'da bulunan bir tanrıça figürünün göğsü X, üreme organı bölgesi V simgesiyle bezenmiş (Gimbutas 1989, 13).
Hacılar, MÖ 6000
Hacılar, MÖ 6000
V