Böyle diyerek Paris’in üzerine atladı, onu tolgasından yakaladı ve Akhalara doğru sürüklemeye başladı. Çenesinin altına giren miğferin kayışı nefesini tıkıyordu Paris’in, Menelaos onu büyük zaferine doğru sürüklemek üzereydi, eğer ki Zeus’un kızı Afrodit çabucak fark edip sığır derisinden kayışı kesmeseydi… Bu yüzden boş miğfer elinde kaldı. Miğferi Akhalar arasına, yoldaşlarına fırlattı ve tekrar mızrağıyla delip geçmek üzere Paris’e doğru atıldı, ancak Afrodit bir anda onu kaptı (bir tanrı bunu yapabilir), koyu bir bulutun arkasına sakladı ve yatak odasına getirip bıraktı.
Sonra Helen’i çağırmaya gitti ve onu Truvalı kadınlar etrafını sarmış olarak yüksek kulede buldu. O Lakedaimon’da iken ona yün kıyafetler hazırlayan, o zamanlar çok sevdiği yaşlı kadının kılığına girdi. Böylece gizlenerek, güzel kokulu elbisesinden çekip dedi ki: “Buraya gel, Paris yanına gitmeni istiyor, o kendi yatağında, güzelliği ile göz alıcı ve harikulade giyinmiş. Hiç kimse biraz önce dövüşten geldiğini düşünmez, bir oyuna gideceğini veya oyundan gelip oturduğunu düşünür.”
Bu sözlerle Helen’in yüreğini öfkeyle oynattı. Tanrıçanın güzelim gerdanını tanıdığında, hoş göğsünü ve ışıl ışıl parlak gözlerini, ona şaşkınlıkla baktı ve dedi ki: “Tanrıça, beni niye ayartmaya çalışırsın? Beni daha da uzakta Phrygia veya güzel Meionia’da bulduğun bir adama mı göndereceksin? Menelaos daha şimdi Paris’i yendi ve beni geri götürecek. Beni aldatmak için geldin buraya. Git kendin Paris’le otur, böylece de artık tanrıçalıktan çıkarsın, ayaklarının seni geri Olympos’a götürmesine sakın izin verme, onun için kaygılan ve ona iyi bak, seni onun karısı yapıncaya dek veya oldu olacak kölesi -fakat ben? Ben gitmeyeceğim, onu yatağına daha fazla çeşni olamam. Tüm Truvalı kadınların diline düşerim. Hem yüreğimde dinmez acılar var benim.”
Afrodit çok kızmıştı ve dedi ki: “Edepsiz kadın, beni kızdırma! Eğer kızdırırsan, seni kaderine bırakır ve seni sevdiğim kadar nefret de ederim. Truvalılar ve Akhalıları korkunç bir nefretle kışkırtırım ve seni berbat bir son bekler.”
Böyle deyince, Helen dehşete düştü. Örtüsünü üzerine sarıp sessizce yürüdü, tanrıçayı takip ederek ve Truvalı kadınlara fark ettirmeden.
Paris’in evine geldiklerinde, hizmetkârlar işlerinin başına geçti, ancak Helen odasına gitti ve gülmeyi seven tanrıça bir sandalye aldı ve onu Paris’e dönük olacak şekilde koydu. Bunun üzerine Helen, kalkan taşıyan Zeus’un kızı, oturdu ve göz ucuyla bakarak kocasına çıkışmaya başladı.
“Savaştan döndün demek…” dedi, “Keşke benim kocam olan o cesur adamın ellerinde öleydin. Eskiden Menelaos’tan daha güçlü bir adam olduğunu söyler övünürdün, git o zaman ve ona tekrar meydan oku -yok, yine de yapma- onunla teke tek dövüşme zira mızrağıyla çok geçmeden öleceksin.”
Paris cevap verdi: “Karım, beni serzenişlerinle sinirlendirme. Bu sefer Athena’nın yardımıyla Menelaos beni yendi, başka bir zaman ben galip geleceğim zira benim de tarafımda olan tanrılar var. Gel, seninle sevişelim şu yatakta. Şimdiye dek hiç böylesine sevgin dolmamıştı içime -seni Lakedaimon’dan kaçırdığımda ve uzaklara yelken açtığımızda bile- Kranai adasında aşk yatağımızda sohbet ettiğimizde bile, şimdiki gibi sana böyle vurulmamıştım.” Böyle deyip yatağa doğru ilerledi ve Helen de onunla gitti.
Böyle yatakta yattılar beraberce ancak Atreusoğlu kalabalık içinde uzun adımlarla yürüyerek her yerde Paris’i arıyordu ve ne Truvalılardan ne müttefiklerden hiç kimse onu bulamadı. Eğer görselerdi, onu saklamak niyetinde değillerdi zira hepsi ondan ölümden nefret ettikleri kadar nefret ettiler. Sonra erlerin kralı Agamemnon konuştu, şöyle diyerek: “Duyun beni Truvalılar, Dardanoslular ve müttefikleri. Zafer, Menelaos’undur. O yüzden Helen’i bütün servetiyle beraber geri verin ve üzerinde anlaşılacak bir karşılığı da ödeyin ki bundan sonra doğacaklara ibret olsun.”
Atreusoğlu böyle konuştu ve Akhalar onaylayarak bağrıştılar.
KİTAP IV
Olympos’ta Zeus, Paris’in dövüşten kaçması neticesinde Truvalıların karşılık ödemesi gerektiğini kabul eder. Athena kılık değiştirerek ovaya gider ve Truvalı Pandaros’u masumca duran Menelaos’a ok atması için ikna eder, böylelikle ordular arasındaki kutsal ant bozulur. Agamemnon öfkelenerek adamlarını savaşa hazırlar.
Şimdi de tanrılar Zeus’la beraber kurulda altın avluda otururken Hera içmeleri için nektar vererek aralarında dolaştı ve altın kupaları ile birbirleri şerefine kadeh kaldırırken aşağıya, Truva kentine baktılar. Kronosoğlu sonra Hera’ya sataşmaya başladı, onu kışkırtmak için onunla şöyle konuştu. “Menelaos’un…” dedi, “tanrıçalar içinde iki iyi dostu var, Argoslu Hera ve Alalkomeneli Athena, ancak onlar sadece öyle oturur ve bakarlar, bu arada Afrodit her türlü tehlikeye karşı korumak için her zaman Paris’in yanındadır. Elbette o Paris’i sadece sonu geldiğine emin olduktan sonra kurtardı zira zafer gerçekten de Menelaos’a aitti. Bütün bunlarla ilgili olarak ne yapmamız gerektiğini düşünmemiz lazım, onları yeni bir savaşa mı koyalım yoksa aralarında barış mı yapalım? Eğer ikincisine katılırsanız Menelaos, Helen’i geri alsın ve Priamos şehri içinde yaşam devam etsin.”
Athena ve Hera memnuniyetsizlik içinde mırıldandılar, yan yana oturup Truvalılar için fenalıklar düşünürken. Athena kaşlarını çattı babasına zira öfke içindeydi ancak yine de bir şey söylemedi fakat Hera kendini tutamadı. “Korkunç Kronosoğlu!” dedi, “Rica ederim, bütün bunların anlamı nedir, söyle? Benim çektiğim sıkıntı hiçbir şey için miydi ve akıttığım terim Priamos ve çocuklarına karşı insanları bir araya toparlarken? İstediğini yap ama diğer tanrıların hepsi senin kararını desteklemeyecek.”
Zeus kızarak cevap verdi: “Şeytan kadın, Priamos ve oğulları sana ne kötülük yaptılar da İlyon şehrinin yağmalanması için böyle öfkeyle bükülürsün? Sana hiçbir şey yetmez de duvarlarını aşıp Priamos’u oğulları ve diğer Truvalılarla beraber çiğ çiğ yemen mi gerekir? Öyleyse istediğin gibi yap ancak bu mesele aramızı iyice açacak bilesin. Şunu da söyleyeyim ve bu söylediğimi de kafana koy, eğer dostlarının bir şehrini yağmalamak istersem ben de bir gün, beni durdurmayacaksın. Kendi isteğim dışında üzülerek sana teslim oluyorum. Güneş ve göğün yıldızları altındaki tüm şehirler arasında, Priamos ve halkı ile beraber İlyon kadar saygı duyduğum başka bir şehir yoktu. Hak ettiğimiz hürmet olarak, ne eşit paylı şölenler sunağımdan eksik oldu ne de yanan yağların kokusu.”
“Benim gözde şehirlerim…” diye karşılık verdi Hera, “Argos, Sparta ve Mykene’dir. Ne zaman onlardan hoşnutsuz olursan yağmalayabilirsin. Onları savunmayacağım ve umursamayacağım. Yapsam bile ve seni durdurmaya çalışsam bile, hiçbir şey elde edemem zira benden çok daha güçlüsün. Ancak ben de tanrıyım ve seninle aynı soydanım. Kronos’un en büyük kızıyım ve sadece bu yüzden değil, senin eşin olduğum ve sen de tanrıların kralı olduğun için de saygıdeğerim. Öyleyse aramızda karşılıklı fedakârlık olsun ve diğer tanrılar da bize uysunlar. Athena’ya kavgada taraf tutmasını söyle ve bırak Truvalıların yeminlerini ilk bozanlar olmalarının ve Akhalara saldırmalarının yolunu bulsun.”
Tanrıların ve insanların babası kulak verdi onun