Gygaie Gölü Tanrıçası’yla Talaimenes’in oğulları Mesthles ve Antiphos Maionialıları komuta etti. Tmolos Dağı’nın eteklerinde büyümüş Maionailıların önderiydiler.
Nastes, kaba konuşan Karialıları yönetir. Bunlar, Miletos’ta otururlar, bol yeşilliğiyle Phthiron Dağı’nda, Maiandros kıyılarında, yüksek doruklu Mykale’nin eteğinde. Nomion’un cesur oğulları Nastes ve Amphimakhos’tur önderleri. Amphimakhos, savaşa üzerinde altınlarla geldi, ancak öyle budala ki altınları onu kurtarmaya yetmeyecek zira Aiakos’un çevik torunu tarafından nehirde öldürülecek ve altınlarını da Aşil alacak.
Sarpedon ve Glaukos komuta eder Lykialıları, uzak Lykia ülkelerinden gelmişler, girdaplı Ksanthos’tan gelmişler.
KİTAP III
Paris, Menelaos’a teke tek dövüş için meydan okur, savaşın, Helen’in ve hazinelerinin akıbeti için. Priamos ve Agamemnon anlaşmayı yeminle resmîleştirir ve Zeus’a adarlar. Helen düelloyu izlemek için Truva siperlerine çıkar ve Menelaos galip gelmeye başladığında Afrodit, Paris’i kurtarır, bir bulutun üzerinde Truva’ya geri götürerek. Agamemnon Truvalıların yeminini tutmasını ve Helen’i bırakmasını ister.
Her bir bölük kendi komutanı yanında sıralandıktan sonra, yabani kuşlar veya turnalar nasıl uçarlarsa göklerde bağırarak, yağmur ve kış onları Pygmelere ölüm ve felaket getirmek üzere Okeanos’un akıntılarına sürüklediği ve uçarken birbirleriyle dalaştıkları zaman, Truvalılar da işte öyle ilerlediler. Ancak Akhalar sessizce, yürekleri çarparak yürüdüler ve birbirine yakın durmaya çalıştılar.
Güney rüzgârı dağ tepelerine, çobanlar için değil ama hırsızlar için iyi olan sis perdesini yaydığında, kimsenin bir taş atımlık yeri göremediği zamanlardaki gibi, onlar da ovada hızlandıkça ayaklarının altından öyle toz yükseldi.
Birbirlerine yaklaştıklarında, Paris Truvalıların tarafından bir kahraman gibi öne çıktı. Omuzlarında pars derisi, yayı ve kılıcı vardı ve Akhaların en cesurunun onunla teke tek dövüşmesi için meydan okumak maksadıyla ucu tunçtan iki mızrağı salladı. Menelaos onun safların önüne öyle uzun adımlarla geçtiğini görünce memnun oldu; bir aslanın, köpekler ve delikanlılar üzerine çullansalar bile, bir keçi veya boynuzlu geyik gördüğünde yanıp tutuşarak hemen oracıkta yalayıp yutması gibi. Menelaos, Paris’i gördüğüne memnun oldu, çünkü ondan intikam almak istiyordu. Bu yüzden fırladı arabasından silahlarıyla.
Paris, Menelaos’un öne çıktığını görünce ürktü ve ölüm korkusundan adamlarının arkasına sığındı. Bir kimse nasıl dağ başında birdenbire bir yılan görünce korkuyla gerileyip ürperir ve beti benzi atıverirse Paris de Truvalı savaşçıların içine öyle dalıverdi, Atreusoğlu’nun görüntüsünden dehşete kapılmış olarak.
Hektor onu azarladı. “Paris!” dedi, “Alçak Paris, bakması güzel ancak kadın düşkünü ve yalancısın, keşke hiç doğmamış olsaydın veya evlenmeden ölseydin. Ne baş belası olurdun o zaman ne de yüz karası. Akhalar bizimle dalga geçip demeyecek mi bir kahraman gönderdiler güzel görünüşlü ama ne aklı ne de cesareti var! Yoldaşlarını toplayıp enginleri aşmadın mı? Savaşçıların biriyle evli güzel kadını ta uzaklardaki vatanından taşıyıp getirmedin mi; babana, şehrine ve tüm ülkene acı, fakat düşmanlarına sevinç ve kendine sefil bir utanç getirmedin mi? Şimdi ise Menelaos ile karşılaşmaya cesaret edemiyorsun ha! Karısını çaldığın adamın ne menem bir adam olduğunu gör! Lirin ve aşk numaraların, alımlı buklelerin ve güzel hediyelerin nerede olacak bakalım, onun önünde toz içinde yatarken? Truvalılar yüreksiz insanlar, yoksa çoktan onlara yaptığın yanlışlar için taşlarlardı her bir tarafını.”
Paris cevap verdi: “Hektor, beni azarlamaya hakkın var. Bir gemi ustasının kullandığı, kütüğünü istediği gibi yardığı balta kadar sertsin. Onun elindeki balta nasılsa senin küçümsemenin şiddeti de öyle sert. Yine de beni altın Afrodit’in verdiği hediyeler için iğneleme, onlar çok değerli, hiç kimsenin küçümsemesine de izin verme çünkü tanrılar onları istediklerine verirler, isteyenlerin keyfine göre değil. Eğer benim Menelaos ile dövüşmemi istersen, Truvalı ve Akhalara yerlerini almalarını söyle, ikimiz ortada Helen ve onun serveti için savaşalım. Kim galip gelirse ve daha iyi bir adam olduğunu kanıtlarsa kadını ve ona ait ne varsa alsın evine götürsün, ancak diğerleri de barış için kutsal bir anlaşmayla yemin etsin, öyle ki Truvalılar Truva’da kalırken, diğerleri de Akhaların vatanı Argos’taki evlerine geri dönsün.”
Hektor bunu duyunca memnun oldu, Truvalı birliklerin arasına gitti onları durdurmak üzere mızrağının ortasından tutarak ve hepsi emri üzerine oturdu. Ancak Akhalar taşlarla ve oklarla nişan aldılar ona, ta ki Agamemnon onlara şöyle bağırıncaya dek, “Durun Argoslular, atmayın Akhaoğulları! Hektor konuşmak ister.”
Onlar da nişan almayı bırakıp öylece kalakaldılar, Hektor konuştu bunun üzerine. “Benden duyun…” dedi, “Truva ve Akhalılar, uğruna savaş yaptığımız Paris’in ne dediğini. İster ki Truvalılar ve Akhalılar silahlarını yere koysun, o ve Menelaos ortanızda Helen ve serveti için dövüşürken. Kim galip gelirse ve daha iyi bir adam olduğunu kanıtlarsa kadını ve ona ait ne varsa alsın evine götürsün, ancak diğerleri de barış için kutsal bir anlaşmayla yemin etsin.”
Böyle konuşurken o, hepsi sessizce dinlediler ta ki gür savaş naraları atan Menelaos onlara hitap edene dek. “Şimdi de…” dedi, “beni dinleyin, zira en dertli olan benim. Bence Akhalılar ve Truvalılar ayrılsın hemen, Paris’le olan kavgam ve bana yaptığı yanlış yüzünden ne kadar acı çektiğinizi bildiğim için böyle olsun. Bırakalım ölmesi gereken ölsün ve diğerleri artık daha fazla savaşmasın. O zaman iki koyun getirin, beyazı erkek ve karası dişi olan, biri Toprak biri Güneş için, biz de Zeus için üçüncüsünü getireceğiz. Üstüne de Priamos’u çağırın da andı kendi etsin, zira oğulları zorba ve güvenilmez, sonra Zeus’a yapılan yeminler de çiğnenmesin ve boşa gitmesin. Delikanlıların başında yeller eser, fakat yaşlı adam önüne arkasına bakar, her iki taraf için de en adil olanı göz önüne alır.”
Truvalılar ve Akhalılar bunu duyunca sevindiler, zira artık savaşın biteceğini düşündüler. Arabalarını saflara doğru çektiler, üzerlerinden indiler ve silahlarını yere bıraktılar, ordular da biri diğeri yanında aralarında pek az boşluk kalarak durdular. Hektor, koyunları getirmeleri ve Priamos’a da gelmesini rica etmeleri için iki haberci gönderdi, bu arada Agamemnon Talthybios’a gemilerden diğer koyunun getirilmesini söyledi ve o da Agamemnon’un dediğini yaptı.
Bu arada İris, Antenoroğlu’nun karısı olan görümcesi kılığında Helen’e gitti, zira Antenor’un oğlu Helikaon, Priamos’un kızlarının en güzeli Laodike ile evlenmişti. Odasında buldu onu büyükçe bir mor renkte kumaşı dokurken, üzerine Truvalılar ve Akhalılar arasındaki savaşı işliyordu, Ares’in onun uğruna başlarına getirdiği savaşı. İris ona daha da yakınlaşarak şöyle dedi: “Gel buraya evladım, gel de gör Truvalılarla Akhalıların akıl sır ermez işlerini. Şimdiye dek ovalarda mücadele ediyorlardı, savaş arzusuyla delirmiş bir şekilde, ancak şimdi kavgayı bıraktılar ve kalkanlarına yaslanıyorlar, mızraklarını yanlarına saplamış öylece oturuyorlar. Paris ve Menelaos senin için savaşacaklar ve sen de kim galip gelirse onun karısı olacaksın.”
Böyle konuşunca tanrıça, Helen’in yüreği eski kocasının, şehrinin ve ana babasının hasretiyle doldu. Başına beyaz bir örtü atıp aceleyle çıktı odasından ağlayarak, yalnız değildi ama iki