"Yirminci yüzyıl edebiyatının köşe taşlarından Portekizli şair ve yazar Fernando Pessoa'nın sevgilisine yazdığı mektuplar, onun aşkına tanıklık etmenin yanı sıra kişiliğine dair giz perdesini de aralıyor. Sayısız yazar personası ve şiirden öyküye, tiyatro oyunundan denemelere, binlerce sayfalık eserle ölümsüzleşmiş Pessoa, Ophélia'ya Mektuplar'da yalnızlığını, kırgınlıklarını, acılarını, kıskançlıklarını ve geleceğe dönük düşüncelerini kâğıtlara döküyor. Sanatın, edebiyatın ve düşüncenin her alanına müdahaleleriyle şekillenmiş, başlı başına bir yaratıya dönüşmüş yaşamının mahrem kapısını bu kez ardına kadar açıyor. ""Saat sabahın yaklaşık dördü, ağrılar içinde kıvranan bedenimin dinlenmeye ihtiyacı varken uyumaktan kesinlikle vazgeçtim. Üç gecedir bu böyle, ama bu gece hayatımda yaşadığım en berbat gecelerden biri. Bunu anlamana imkan yok küçük sevgilim, şanslısın sen. Uykumu kaçıran şey yalnız anjin ve iki dakikada bir şu berbat tükürme ihtiyacı değil. Ateşim yoktu ama sayıklıyordum, deliriyorum sanıyordum, bağırmak, haykırmak, birbirini tutmayan bin bir şey yapmak istiyordum. Bütün bunlar, hastalığın yarattığı kırıklığın doğrudan etkisiyle değil de dün bütün gün, ailemin gelişiyle ilgili olan ve çözümlenemeyen şeylerden sıkıldığım için oldu."""
"İnsan, tek başına ıssız bir adaya düşerse, ilk işi canını kurtarmanın yolunu aramaktır; okumayı yazmayı aklından geçiremez. Kör cahil değilse, hemen Robinson Crusoe'yu düşünecek, onun neler yapmış olduğunu anımsamaya çalışacaktır. Kitapları nasıl okuduğunuzu, ne kadarını sindirdiğinizi kavramanın bundan amansız yolu aslında yoktur! Bir dolu canalıcı ayrıntıyı üstünkörü okuduğunuz için anımsayamadığınızı şimdi «„mış gibi yaparak“» anlayabilirsiniz. Dahası, «„ateş yakmak“» Jack London'ın bir kitabının başlığı olmanın ötesinde «„yaşama pratiği“»nden ne ölçüde uzak bir eğitimden geçtiğinizi de kanıtlayacaktır size. Tutalım ki hayatta kalmayı da, ateş yakmayı da başardınız. Elinize kalem kâğıt alacak hale ve kıvama geldiğinizde, geçmişte yazmayı istediğiniz konuların buharlaştığını görecek, kendi Robinsonluk koşulunuza sokulmayı deneyeceksiniz büyük olasılıkla. Orada karşınıza asal soru çıkacak, bambaşka bir kılığa bürünerek bu kez: Issız bir adadasınız, olası okurunuz yok artık, her şeye karşın yazma gereksinmesi duyuyor musunuz? Gerçekte/n yazar olup olmadığınızı o köprüde tartacaksınız."
"Bu Cava yolculuğu, bir düş-ülkeye yapılmış bir düş-gezidir. «„Çok okuyan değil, çok gezen bilir“» demişler ya, Balzac'ta, asıl bilen duymasını bilendir.Yazar bu ustalığını göstere göstere konuşturup, her duyuyu tıka basa doyurur. O denli canlıdır ki anlatısı,ölü döneriz oradan. Cava'ya gitmiş mi, gitmemiş mi? Kaç yazar?"
"Kökleri aynı coğrafyanın suyuyla hayat bulmuş, iki farklı kuşaktan iki sürgün Kürt aydınının yolları birinin son durağı, diğerininse yalnızca geçiş güzergâhı olan bir sınır köyünde kesişir. Gözleri coğrafyanın yüklendiği acılarla örtülmüş ihtiyar Rind'in kavalından baharı tomurcuklandıran rüzgârlarla yayılan ezgiler, bu yükü omuzlayıp dünyanın öbür ucuna taşıyan genç Serdar'ın gitgide kararan dünyasında yeni ve aydınlık bir defter açar. Hayatını anadilini ölümsüzleştirmeye adayan Mehmed Uzun'un yaşamından da izler taşıyan Rind'in Ölümü kuşaklararası kopukluğu, yüzyılların hasretini yansıtan ılgın nağmelerin sarmaladığı büyüleyici bir atmosfer eşliğinde satırlara taşıyor."
Rojek Ji Rojên Evdalê Zeynikê, romana dengbêjê efsanewî yê Kurd, Evdalê Zeynikê ye. Jiyana Evdalê Zeynikê, bi riya dengbêjê Kovara Hawarê, Ehmedê Fermanê Kîkî bi sebr û sebat, bi hostehî, bi gotin, bi qise û peyvên ku di tûrikê xwe de veşartiye, ji nû ve tê vejandin, tê xemilandin û vegotin. Bi riya vê vegotin û serpêhatiya dengbêj em têdigihin, Evdalê Zeynikê dengbêjekî welê ye ku, ew bi awaza xwe li hember ba û bahoz, birûsk û tofanê radibe, dibe dengê dinê û mîna tîrêjên rojê, direşe ser rûyê erdê û zora tarîtiyê dibe, her deverî bi dengê xwe yê xurt ronî dike. Em rastê destana sedsalan a çand û edebiyata kurdî, evîna nemir Siyabend û Xecê jî tên, em dibin guhdar û xwendevanê vê metelokê, herweha, berê me dikeve ser riya Mîrekanên wê serdemê yên welêt, xweşî û kirêtiya wan, yar û neyariya wan. Rojek Ji Rojên Evdalê Zeynikê, seranserê jiyana dengbêjekî siûdneçê vedibêje.
"Rönesans sahneyi bireyciliğin aldığı, sanatta güzellik duygusunun şaşırtıcı ve eksiksiz bir coşkuyla uyandığı bir dönem ya da Kıta Avrupası'nın aklın egemenliğine girdiği ve kendisinden sonraki akımlara bir anlamda öncülük eden akademik bir terim ve üslup tanımından mı ibarettir? XV. yüzyılda İtalya'da ışımaya başlayıp,karşılığını XVI. yüzyılda tam anlamıyla Fransa'da bulan bu kültürel kavram, sayısız kaynak çatısı altında incelenmiş, irdelenmiş, araştırılmıştır. Fakat bu yeniden uyanış ve silkinişin gerçekte ne olduğu sorusu, onu gösteren terimin gelişiminden ve öncüllerinden ayrı tutularak hata edilir. Rönesans'ın Serüveni seçkisi sanat ağırlıklı olmak üzere Panofsky, Huizinga, Vasari, Wölfflin gibi sanat tarihinde yer etmiş araştırmacıların kaleme aldığı makalelerin yanı sıra Machiavelli, da Vinci, Cavalieri, Kepler gibi düşün ve bilim insanlarının yazışmaları ve notlarıyla bu erguvan rengi-altın tonlarında, hoş bir aydınlığın altında gür seslerin çınladığı şenlik dünyasını gerçek aydınlığa kavuşturuyor. Bitimsiz bir canlılık kazanan ve aklın egemen duvarlarını sarsılmazca ören Avrupa'nın yanı sıra Ortodoks ve Müslüman dünyasının da XVI. yüzyılına ışık tutuyor. Rönesans'ın Serüveni, seçkin çevirmenlerin Türkçeye kazandırdığı metinlerle dolambaçlı soruların beylik yanıtlarını unutturacak bir kaynak-kitap niteliği taşıyor."
"Türker Ayyıldız'ın kaleminden, farklı yerlerinden kırılmış hayatların hikâyesi dökülüyor. Ömürlük yaraları hiçbir zaman kabuk bağlamamış insanların çabalarının, çarpışmalarının, kırılmalarının, kırıklarla yola koyulmalarının, hep yeniden yeniden başlamalarının hikâyeleri. «„Kırılmışlık insanın mirası olur mu?“» sorusunu akla düşürüyor Şikeste. Bir köşede miras kalan kırılmışlıklarla evler, şehirler, ülkeler, insanlar aşılıyor; yine de insan kendi mirasını derisinde taşıyor. Türker Ayyıldız 2011'de Orhan Kemal Öykü Ödülü''ne layık görülen Vapurlara Küsmek kitabında kurduğu üslubunu Şikeste'de zenginleştirerek bize sadelikteki zarafeti gösteriyor."
"Kardeşler, sevgililer, arkadaşlar arasında kökleri derine giden ve asla dillendirilemeyen kırgınlıklardan, acılardan beslenen yalnızlık öyküleri bunlar. Kocasının beğeneceği bir yahni pişirmenin peşinde hayatını harcayan kadınlar, yıllarca beraber yaşadıkları halde birbirine yabancı çiftler, uçurumun kıyısında süren ilişkiler, cinayet ve intihar arzusuyla gölgelenmiş hayatlar, ölüme doğru koşulan bir ömrün anlamını sorguluyor. Derya Sönmez ilk öykü kitabı Sırça Kanatlar'da narin kanatlarıyla kendi yarattıkları cehennemlerden kaçmaya çalışan karakterlerin hikâyelerini anlatıyor."
Francis Picabia'nın sanatı ve sanatçıları, edebiyatı ve yazarları, burjuvaları ve şairleri gülünç duruma düşüren, otoritenin her biçimini reddeden, 1920 tarihli bu pırıltılı ve küstah başyapıtı Dadacılığın en önemli metinlerinden biri sayılır ve kışkırtılmak isteyen, hayatın ve düzenin konformizminden sıkılmış herkese şiddetle önerilir.
"Farkındalığın, eylemsizliğin ve mükemmeliyetçiliğin getirileri nedeniyle akıp giden yaşama uyum sağlayamayan Teive Baronu'nun, Stoacılığın kurucusu Kıbrıslı Zenon gibi intihar ederek yaşamını sonlandırışına uzanan yolu döşeyen taşlar, kuvveden fiile geçişte doğan çelişkilerin yarattığı paradoksal çıkmazlardır. Nev-i şahsına münhasır edebi deha Fernando Pessoa'nın yarattığı yüzlerce persona arasında, kendi karakteriyle en çok özdeşleşen Teive Baronu'nun kara kaplı defterine yazdıklarından derlenen Stoacının Eğitimi, Portekizce aslından çevirisiyle ilk kez Türkçede… ""İçimde farklı kişilikler yarattım. Sürekli kişilik yaratıyorum. Her bir düşüm, onu düşlediğim anda başka bir kişide ete kemiğe bürünüyor, ben değil, o kişilik düşlemeye başlıyor. Yaratmak için kendimi yok ettim; o kadar çok kendi dışıma çıktım ki yalnızca dışarıdan kendimde var olabiliyorum. Farklı roller oynayan aktörlerin geçtiği çıplak bir sahneyim ben."""