Название | ENTRIKA MÜHENDISI KANAVOZ |
---|---|
Автор произведения | ASUMAN PORTAKAL |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 9789752119123 |
Otoyolun Kadırga çıkışından ayrılıp Kozalak Yolu’na saptık. Ara yola girince babam arabayı yavaş sürmeye başladı. On beş, yirmi dakika sonra doğanın kucağındaydık. Hemen Gülce’yi dürttüm. “Geldik, geldik!”
Gözlerini açan ablam, “Konfeti yağmış ağaçlara!” diye bir çığlık attı. Ben de oturduğum yerde zıplayıp, “Konfeti değil, patlamış mısır yağmış!” dedim. “Hem de çıtır çıtır!”
“Mısır patlağı mı?” diye burun kıvırdı Gülce.
“Baksana şunlara!” deyip ağaçları gösterdim. “Gel beni ye!” diye bağırıyorlar sanki.
“Sen de her şeyi mısıra benzetiyorsun Genco?”
“Ne yani, benzemiyor mu?”
“Off Genco, benzetecek şey mi bulamadın!”
Ablamla didişirken, annem girdi araya. “Patlamış mısır gibi işte!” demez mi, bir hoşuma gitti.
Sıkıntıyla içini çekip ofladı Gülce. “Anladık, anladık… İyi ki mısır seviyorsunuz!”
Gülce’ye bir dirsek atıp, “Hem mısır patlağına hem de konfetiye benziyorlar!” dedim.
“Ablasına da hiç kıyamazmış, bıdık şey!” diyerek kıkırdadı ablam.
“Bıdık” lafını duyunca gıcık oldum. O sırada tam da yemyeşil çayırların arasından geçiyorduk. Yeşilliği çok seven ablama çimenleri gösterip, “Eğil de, hart hart otla!” dedim.
“Gel birlikte otlayalım, inek bıdıkcığım!” diyerek gülümsedi.
Babam arabanın camlarını açtı. “Ciğerlerimiz bayram etsin biraz!”
“Doğa gibisi var mı?” diyen annem, derin bir nefes aldı. Bahar havasını soluya soluya yola devam ettik.
Küçük bir köyün içinden geçerken, çocuklara el salladık. Başka bir köyde ise kocaman bir inek sürüsüyle karşılaştık. Yolun tam ortasında, salına salına bize doğru yürüyorlardı. Babam arabayı durdurup sürünün geçmesini bekledi. Ablamın üstüne abanıp cama yapıştım. Bazılarının karnı davul gibi şişkindi. Bir tanesi arabaya sürtününce ödüm koptu. “Gitti araba!” diye bağırdım.
“Korkmayın, bir şey yapmaz!” dedi babam.
Biz inekleri seyrederken Giray mö’lemeye başladı. Annem de, “Bunların karnında inek kuzuları var!” demez mi?
“İneğin kuzusu olur mu, Betül?” diyerek güldü babam.
Annem ofladı. “Dilim sürçtü hayatım, buzağı diyecektim!” deyince kahkahayı bastık. Gülce hemen aldı sazı eline.
“İnek kuzusu yerine, inek buzağısı diyecektin yani, öyle mi?”
“İyi ki yanlış bir şey söyledim, dilinizden kurtulamam artık!”
“Türkçe öğretmeni olan sensin anneciğim, biz değiliz!”
Ne zaman pikniğe gitsek müthiş eğleniyoruz. Bugün de güzel geçti. Akşama kadar baharın, kırların, temiz havanın tadını çıkardık. Karnımız acıktıkça böreklere, kuru köftelere, dolmalara saldırıp durduk. Babamla doyasıya top oynadık. Annemle Gülce, gelincikle papatya topladılar. Ablam çiçeklerden yaptığı tacını eve dönene kadar başından çıkarmadı.
Babam, ottan düdük yapmayı öğretti bize. Önce uzunca bir ot kopardı. Sonra iki elinin başparmakları arasına sıkıştırdığı ota var gücüyle üfledi. Islık sesini duyunca şaşırdık. Biz de ot yolup öttürmeye çalıştık ama havamızı aldık. Otlar ötmeyince bir sürü bahane uydurup durduk. Mızmızlığımıza gülen babam, lafı hemen yapıştırdı. “Öyle iki tıkla tarla ekip biçmeye benzemiyor, değil mi?”
“Farmwille’in suçu ne şimdi baba?” diyerek somurttu ablam. Ben de ona arka çıkıp kafa salladım. Ama babam tartışmaya acımasızca devam etti.
“Şu hazırlopçuluk yok mu Gülce?”
“Bilgisayara laf etmesene babacığım!”
“Bilgisayara değil, emeksiz yapılan işlere söyleniyorum kızım!”
“İki tıkla tarla ekiyormuşuz ya!”
“Yalan mı yani? Bir kere de saksıya maydanoz ekin de görelim!”
Farmwille hastası ablamın canı sıkılmıştı. Bu oyun yüzünden annemler ona sık sık bilgisayar yasağı koyuyorlar. Gülce de, “Ektiğim her şey kurudu! Ah, fasulyelerim!” diye dertlenip duruyor. Bir keresinde, akşam ektiği pirinçleri sabahın beşinde toplamaya kalkınca olanlar oldu. Bizimkilerden yemediği papara kalmadı. Hele sınavlardan düşük not aldığında kıyametler koptu. Sonunda Gülce, Farmwille oynamaktan vazgeçmek zorunda kaldı. Ama söylediğine göre, aklının bir köşesinde hâlâ fasulye ekiyormuş. Ablam gibi birinin böyle bir oyuna tutulmasını pek anlamıyorum. Bu arada Gülce’nin acayip yetenekleri olduğunu söylemiş miydim size? Henüz anlatmadım galiba, sırası geldiğinde onları da anlatacağım.
Benim facebook hesabım yok. Annemle babamın da yoktu. Ama babam, “Asosyal olmayalım yahu!” diyerek bir hesap açtı. Annem de, “Olmayalım tatlım!” deyip aynısını yaptı. Gülce’yi arkadaş olarak eklemişler hemen. Ne komik! Onların derdi ablamla arkadaş olmak falan değil. Gülce’nin kimlerle arkadaşlık ettiğini öğrenmeye çalışıyorlar. Bu duruma fena hâlde gıcık olan ablam da, “Ben arkadaşınız değilim, çocuğunuzum!” diye vırvırlanıp duruyor.
Neyse, sonunda ottan düdük yapmayı başarmıştık. Biz düdüklerimizi öttürürken, annemin çığlığıyla irkildik. “Çıkar onları ağzından!” diye bağırıyordu.
Meğer bizim ufaklık da düdük yapmaya heveslenmiş. Ağzına tıktığı otları görünce şaşkına döndük. Giray’ın ağzındakileri çıkarana kadar akla karayı seçtik. Olan bitenden korkan kardeşim, zırıl zırıl ağlamaya başladı. Susturmak için bir sürü şaklabanlık yaptık ama işe yaramadı. Sonunda babam onu omuzlarına alıp gezdirince kesti sesini. İnsanın üç yaşında bir kardeşi olması ne zor!
Öğlen olunca Giray uyudu. Annemler ona bir hamak yapıp içine yatırdılar. Kendileri de hamağın yanına, yere uzanıp kitap okumaya koyuldular.
Gülce, habire papatya falı bakıyordu. O Sırık Bora’nın nesini seviyor, hiç anlamıyorum. Belki de sınıfın en uzun boylusu olduğundandır. Kızların hepsi onun peşinde zaten. Şu kızları da hiç anlamıyorum ya…
Bizim sınıfın en uzun boylusu benim, ama peşimden koşan kız yok. “On yaşındaki kızlar aşktan ne anlar!” diyor Tuna. Bence çok yanılıyor. Galiba bizim Kalben de âşık. Hem de sıra arkadaşım Berkay’a! Derslerde habire arkaya dönüp bize bakıyor. Ama Berkay’ın onu umursadığı falan yok. Onun aklı fikri futbolda. Keşke bana âşık olsaydı Kalben.
Arabaya koşturup kızmabirader kutusunu aldım. Ablamın yanına çöküp, “Oynayalım mı?” dedim. “Sonra oynarız!” deyip defterle kalem çıkardı çantasından. Sıkıntıyla oflayıp kutuyu yere bıraktım.
Defterini dizlerine dayayan ablam, kalemi burnuma doğru salladı.
“Bak