Mitoloji Rehberi. Helen Archibald Clarke

Читать онлайн.
Название Mitoloji Rehberi
Автор произведения Helen Archibald Clarke
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 9786258361292



Скачать книгу

birkaç kilometre aşağı atlamış ve yan yana, görünüşe göre birbirlerinden çok memnun bir halde iki ya da üç dev adımla bulutlara yakın bir yükseklikteki evlerine varmışlar. Birkaç gün birbirleriyle konuşarak geçmiş; bu iki devasa insan daha önce hiç küçük çaplı bir eylemde bulunmadığından, konuşmalarının enginliği göz önüne alındığında, tek bir cümle kurmak için bütün bir günü harcamak onlar için oldukça sıradan bir olaymış.

      Bir akşam Manabozho babasına dünyada onu en çok korkutan şeyin ne olduğunu sormuş.

      “Hiçbir şeyden korkmam,” demiş babası.

      “Hiç mi? Fazlasından zarar göreceğin hiçbir şey mi yok? Haydi, söyle bana.”

      Manabozho ısrarlarına devam edince babası sonunda şöyle demiş:

      “Var, buradan birkaç kilometre ötede, şu tarafta kara bir taş var,” demiş ve eliyle işaret etmiş. “Korktuğum tek şey bu çünkü vücudumun herhangi bir yerine çarparsa, canımı çok yakar.”

      Batı, bu önemli bilgiyi büyük bir gizlilik içinde oğluna açıklamış.

      “Şimdi, söyle bakalım oğul, bu kara taşın baban için kötü bir etkisi olduğunu kimseye anlatmayacaksın değil mi?” diye sormuş ve eklemiş: “Sen hayırlı bir evlatsın, bu sırrı saklayacağını biliyorum. Şimdi söyle bakalım oğul, senin hoşuna gitmeyen bir şey var mı?”

      Manabozho hemen cevap vermiş: “Yok.”

      Kararlı ve inatçı bir mizacı olan babası aynı soruyu on yedi kez sormuş ve her defasında Manabozho aynı yanıtı vermiş: “Yok.”

      Batı ısrar etmiş.

      “Korktuğun bir şey olmalı.”

      “Pekâlâ,” demiş Manabozho. “Söyleyeceğim.”

      Konuşmak için büyük çaba sarf etmiş ancak bu ona ağır gelmiş.

      “Çıkar şu ağzındaki baklayı!” diye bağırmış Ningabiun ya da Batı ve Manabozho’nun sırtına öyle bir yumruk atmış ki sesi dağları inletmiş.

      “Je-ee, je-ee, şey…” diyebilmiş Manabozho, çektiği acı her halinden belli oluyormuş. “Yeo, yeo! Adını söyleyemiyorum, tir tir titriyorum.”

      Batı ona korkularından kurtulmasını ve yüksek sesle konuşmasını, kimsenin ona zarar vermeyeceğini söylemiş.

      Manabozho yeniden konuşmaya çalışmış ve gücüyle boy ölçüşemeyeceğini bildiği babası, onu birkaç kilometre ötedeki nehre atmakla tehdit etmese, yine aynı ıstırap numarasını tekrarlayacakmış ancak sonunda pes edip haykırmış:

      “Baba, nasılsa öğreneceksin, korktuğum şey su kamışı köküdür.”

      Bütün gün boyunca cümleleri ağzından kolayca çıkaran kişi, “su kamışı” kelimesini telaffuz edebilme çabasıyla bitkin düşmüş.

      Birkaç dakika sonra Manabozho, “Sadece nasıl göründüğüne bakmak için bu kara taştan bir parça koparıp geleceğim,” demiş.

      “Pekâlâ,” demiş babası, “Ben de sadece nasıl bir tadı olduğunu anlamak için su kamışı kökünden bir parça koparacağım.”

      İkisi de düzenbazlık yaparak gözü kara emelleri için içten içe hazırlanmaya başlamış.

      Akşama doğru ayrılmışlar; Manabozho kara taşı alacağı yere ulaşmak için kilometrelerce yürümüş, Ningabiun da dağın diğer yamacından aşağıya doğru koşturmaya başlamış.

      Gün ağarırken ikisi de dağın tepesindeki büyük düzlükte belirmiş; bir yanda en az yirmi kiloluk kara taşla Manabozho, diğer yanda da bir kucak dolusu su kamışıyla Batı duruyormuş.

      İlk hamle Manabozho’dan gelmiş, taş parçasını savurarak Batı’nın tam gözünün ortasına isabet ettirmiş; babası da bu hamleye su kamışlarıyla karşılık vermiş ve darbesi Manabozho’nun omuzlarının üzerinden, tıpkı bulutların arasından geçen şimşeğin kılıca benzer darbesi gibi, geniş bir alana yayılmış.

      İkisi de tekrar kendini toparlayınca, Manabozho bir kaya fırtınası estirmeye, Nigabiun da bir su kamışı yağmuru yağdırmaya başlamış. Darbe üstüne inen darbeler, küt küt çarpan vuruşlar kaya bitene, su kamışı tükenene dek devam etmiş.

      Sonra birbirlerine kayalar fırlatmaya, dev meşe ağaçlarıyla saldırmaya başlayıp bir dağın tepesinden diğerine kadar boğuşmuşlar; zaman zaman granit kayaları birbirlerinin kafalarına atmışlar. Dağlarda başlayan savaş, batının fersah fersah ötesine taşmış. Batı boyun eğmek zorunda kalmış. Manabozho, onu nehirlerden, dağlardan, bayırlardan ve göllerden geçirerek sonunda dünyanın eşiğine sürüklemiş.

      “Dur!” diye bağırmış Batı. “Oğul, gücümü biliyorsun; şu an nefesimin tükendiğini kabul etsem de beni öldürmenin imkânsız olduğunu söylemeliyim. Daha fazla ileri gitme, sana da kardeşlerininki kadar büyük güçler vereceğim. Dünyanın dört bir yanını doldurdum ama sen, gidip yaşamlarına büyük zararlar veren yılanlar, canavarlar ve yaratıklar tarafından kuşatılmış insanlara büyük faydalar sağlayabilirsin. Git ve iyilik yap; sahip olduğun gücün yarısını bile kullansan, sonsuza dek unutulmayacak bir kahraman olursun. İşini bitirdiğinde sana bir yer ayarlayacağım. Sonra da gidip kardeşin Kabinocca’yla kuzeyde yaşayacaksın.”

      Bu anlaşmanın ardından Manabozho elini uzatarak babasını uçurumun kenarından almış ve onun yanından ayrılarak kendi topraklarına dönmüş ve orada, aldığı yaralar yüzünden bir süre acı içinde yatmış.

      Ancak bu yaraların çoğu kapanmış ve kısa süre sonra, büyükannesinin şifalı ellerinde iyileşen Manabozho, eski iriliğine ve gücüne kavuşup yeni maceralara hazır hale gelmiş. Gölün diğer ucunda yaşayan ve büyükbabasını öldüren kötü kalpli yaşlı Manito, İnci Tüyü’ne savaş açmayı aklına koymuş. Büyük yaylar ve sınırsız sayıda mızraklar yaparak hazırlıklara başlamış ama mızraklarının başı yokmuş. Noko, biraz ötede yaşayan yaşlı adamın ona ihtiyacı olan şeyi verebileceğini fısıldamış, o da Noko’yu adama göndermiş. Kadın kısa süre sonra elleri dolu bir biçimde dönmüş ama Manabozho bunların yetmeyeceğini söyleyip kadını geri göndermiş. Kadın, bir o kadar da mızrak başıyla dönünce Manabozho kendi kendine, “Bunları yapmanın bir yolunu bulmalıyım,” demiş.

      Bu mızrak başlarının nasıl yapıldığını doğrudan sormak yerine, – tıpkı Manabozho gibi – büyükannesini kandırarak istediği bilgiye hileyle ulaşmayı tercih etmiş. “Noko,” demiş, “ben davulum ve çıngırağımla savaş şarkıları söylerken sen de gidip bana daha büyük mızrak başları bulmaya çalış çünkü getirdiklerinin hepsi aynı boyda. Git de bak bakalım, bu yaşlı adam biraz daha büyüğünü yapmaya istekli mi?”

      Büyükannesi giderken onu uzaktan takip etmeye başlamış ve tepesine kocaman bir kuş bağladığı davulunu kulübede bırakmış; böylece kuş çırpınarak davulu titretmeye devam edecek, herkes de onun kulübede kaldığını zannedecekmiş. Yaşlı ustayı çalışırken izlemiş ve mızrak başlarının nasıl yapıldığını öğrenmiş; ihtiyarın bir de güzel kızı varmış ve Manabozho ilk kez bir kalbi olduğunu anlamış ve öyle bir iç çekmiş ki, kulübe şiddetli bir rüzgârla sarsılmış.

      “Nasıl da esiyor!” demiş yaşlı adam.

      “Güneyden esmiş olmalı,” demiş kızı. “Mis gibi kokuyor.”

      Manabozho sessizce uzaklaşmış ve iki adımda evine vararak sanki kulübeden hiç ayrılmamış gibi şarkılarını söylemeye devam etmiş.