Mitoloji Rehberi. Helen Archibald Clarke

Читать онлайн.
Название Mitoloji Rehberi
Автор произведения Helen Archibald Clarke
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 9786258361292



Скачать книгу

edebiliriz.”

      Genç adam buna cevap vermedi ama yayını ve mızraklarını alıp kulübeden çıktı ve bir daha geri dönmedi. Onun gidişinin ardından birkaç ay geçti ve bu süre boyunca kız küçük kardeşine şefkatle baktı ancak sonunda yalnızlık onun için de dayanılmaz hale geldi ve kardeşinin bakımından kaçmayı ve onu çaresizliğiyle tek başına bırakmayı düşünmeye başladı. Kulübeye fazlasıyla yiyecek depoladı ve kardeşine, “Kulübeden ayrılma, ben ağabeyimizi aramaya gidiyorum ve yakında döneceğim,” dedi.

      Sonra da ağabeyini bulmayı umut ettiği kabilesinin köyünü aramaya koyuldu. Köye vardığında toplumdaki yeniliği ve yaşıtlarını görmekten o kadar keyif aldı ki küçük kardeşini tamamen unuttu. Ağabeyi mutlu bir evlilik yapmıştı, kendisi de bir evlilik teklifi alınca ormandaki ıssız kulübeye dönme fikrinden vazgeçti ve kocası olacak genç adamla köyde bir yuva kurmayı kabul etti.

      Ormanda kalan küçük kardeş, ablasının depoladığı tüm yiyecekleri bitirince ormana gidip böğürtlen topladı ve topraktan birkaç kök çıkardı. Hava ılık olduğu sürece bunlar açlığını bastırıyordu ancak kış gelirken yiyecek bulamadığı için çok sıkıntılı bir halde ormanda dolaşmaya başladı. Gecelerini sık sık ağaç kovuklarında geçiriyor kurtlardan artakalan etleri büyük bir keyifle yiyordu. Kurtlardan öylesine korkmaz olmuştu ki onlar avlarını yerken yanlarında oturuyordu; hayvanlar da ona o kadar alışmıştı ki onun varlığından memnun görünüyor ve her zaman yemeklerinin bir kısmını ona bırakıyorlardı. Böylece küçük kardeş, ormanın vahşi hayvanları sayesinde aç kalmaktan kurtuldu ve kışı geçirdi. Kış geçip de Büyük Göl’ün buzları eriyince, o da kurtların peşine takıldı ve açık kıyılara kadar ilerledi. Bir gün ağabeyi gölde kanosuyla balık tutarken bir çocuğun ağlama sesini duyup kıyıya koştu ve az ötede kardeşini ağlamaklı bir şekilde şunları söylerken buldu:

      Nesia, Nesia, shug wuh, gushuh!

      Ne mien gun-iew! Ne mien gun-iew!

      Kardeşim, kardeşim!

      Kurda dönüşüyorum!

      Kurda dönüşüyorum!

      Sözlerini bitirince bir kurt gibi uludu; yanına yaklaşan ağabeyi, küçük adamın gerçekten de yarı kurda dönüştüğünü görünce irkildi ve aceleyle ileri doğru koşarak “Kardeşim, kardeşim, yanıma gel!” diye bağırdı. Ancak kardeşi, bir yandan şarkısına devam etti, bir yandan da ondan kaçtı: “Bir kurda dönüşüyorum! Ne mien gun-iew! Ne mien gun-iew!” Ağabeyi pişmanlık ve acı içinde bağırmaya devam etti: “Kardeşim, küçük kardeşim, yanıma gel!” Ama o ne kadar istekle bağırsa, kardeşi ondan o kadar hızlı uzaklaşıyor, giderek kurda benziyordu. Sonra uzun bir ulumayla tüm vücudu değişti, ormanın derinliklerinde kayboldu.

      Ağabey büyük bir üzüntüyle köyüne döndü ve kız kardeşiyle hayatlarının sonuna dek kardeşinin korkunç kaderine ağıtlar yaktılar.

      Salyangoz Wasbashas Nasıl İnsana Dönüştü? (Kuzey Amerika Kızılderilileri)

      Bir zamanlar Missouri Nehri kıyısında bir salyangoz yaşıyordu, neşe içindeydi çünkü bol bol yiyeceği vardı ve bir salyangozun isteyebileceği hiçbir şeyde gözü yoktu. Ne var ki en sonunda başına bir felaket geldi. Nehrin suları taştı ve küçük yaratık güvenle kıyıda kalma umuduyla var gücüyle bir kütüğe tutunsa da, yükselen sular hem onu hem de kütüğü alıp götürdü ve sular çekilene kadar günlerce çaresizce yüzdüler. Zavallı salyangoz nehrin balçığıyla kaplı bir kıyıya saplanıp kaldı, güneş doğduğunda hava o kadar sıcaktı ki çamura geri dönüşü olmayan bir biçimde saplanıp kaldı.

      Sıcak ve kuraklıktan bunalmış, yiyecek bulamadığı için aç bir halde umutsuzca kaderine boyun eğdi ve ölmeyi bekledi ancak ansızın yeni hissiyatları uyandı ve vücuduna yenilenmiş bir güç girdi. Kabuğu aniden açıldı, başı yavaş yavaş yerden yükseldi, alt uzuvları ayak ve bacak şeklini aldı, iki kolu çıktı ve parmakları oluştu. Böylece parıldayan güneşin altında uzun boylu ve asil bir görüntüsü olan bir adama dönüştü. Bir süre bu değişim onu sersemletti, ne enerjisi ne de belirgin düşünceleri vardı. Yavaş yavaş beyni faaliyete geçti ve geri gelen anılar onu doğduğu kıyılara dönmeye teşvik etti. Çıplak, cahil ve neredeyse açlıktan ölmek üzere bir halde yürümeye başladı. İştahını kabartan hayvanlara ve kuşlara rastladı ancak onları nasıl öldüreceğini bilmediği için karnını doyuramadı.

      Sonunda o kadar güçsüz düştü ki ölmesi gerektiğini düşünerek umutsuzca kendini yere bıraktı. Çok geçmeden ona adıyla seslenildiğini duydu: “Wasbashas, Wasbashas!” Yukarı baktı ve önünde beyaz bir hayvanın üzerinde oturan Baş Tanrı’yı gördü. Gözleri yıldızları, saçlarının ışıltısı güneşi anımsatıyordu. Tepeden tırnağa titreyen Wasbashas kafasını eğdi, ona bakamadı. Yumuşak bir ses yeniden duyuldu: “Wasbashas, neden korkuyorsun?” “Titriyorum,” dedi Wasbashas, “çünkü beni yerden kaldıran gücün önünde duruyorum. Bayılmışım, kıyıya küçük bir kabuk halinde vurduğumdan beri ağzıma tek lokma koymadım.” Bunun üzerine Baş Tanrı ellerini kaldırarak ona bir yay ve ok gösterdi. Wasbashas’ın ona bakmasını söyleyerek yaya bir ok taktı ve gökyüzüne fırlatarak bir kuşu avladı, kuş yere düşüp öldü. Sonra bir geyik göründü, yayına bir ok daha taktı ve onu da delip geçti. “İşte,” dedi Baş Tanrı ve ona oku ve yayları uzatarak “Bunlar yiyeceklerin, bunlar da silahların,” diye ekledi. Hayırsever bir varlık, daha sonra ona geyiğin derisini nasıl yüzeceğini ve ondan nasıl kıyafet yapacağını öğretti. “Çıplaksın,” dedi. “Giyinmelisin çünkü şimdi sıcak olsa da hava değişecek; yağmur, kar yağacak ve soğuk rüzgârlar esecek.” Bunu söyledikten sonra onu ateşin lütfuyla da tanıştırdı ve ona geyik ve kuş etini nasıl pişireceğini gösterdi. Boynuna wampum’dan5 bir kolye takarak “Bu, senin tüm hayvanlar üzerindeki otoritenin unvanıdır,” dedi. Bunun üzerine Baş Tanrı göğe yükselerek gözden kayboldu. Was-bashas yiyeceklerle karnını doyurdu ve sonrasında doğduğu topraklara doğru yola koyuldu. Uzun bir süre yürüdükten sonra bir nehrin kıyısına oturup olanları düşünmeye başladı. O esnada nehir yatağından büyük bir kunduz çıkageldi. “Sen de kimsin?” diye sordu. “Buraya benim saltanatımı yıkmaya mı geldin?”

      “İnsanım,” dedi adam. “Bir zamanlar sürüngen bir salyangoz kabuğundan ibarettim. Peki ya sen kimsin?” “Ben kunduzların kralıyım,” dedi. “Halkımın bu nehirdeki yukarı ve aşağı hareketini yönlendiriyorum. Hepimiz epey meşgulüz ve bu nehir benim egemenliğim altında.”

      “Olanları sana anlatmalıyım,” dedi Wasbashas. “Baş Tanrı beni büyükbaşların, kuşların, balıkların ve kümes hayvanlarının başına getirdi ve bana hakkımı savunma gücü verdi; Baş Tanrı’nın armağanlarını, yayı, mızrakları ve bu wampum kolyeyi takdim etti.”

      “Gel, buyur,” dedi kunduz ses tonunu değiştirerek. “Kardeş olduğumuzu anladım. İnime doğru bana eşlik et, yolculuğun ardından dinlenmiş olursun.” Bunun üzerine, daveti büyük bir memnuniyetle kabul eden Wasbashas’ı güzel ve büyük bir köye götürdü. Koniler şeklinde inşa edilmiş barınaklarla dolu köyde şefin barınağında ağırlandı. Zemin çam hasırla kaplı olduğundan Wasbashas’ın gözüne çok güzel görünüyordu. Yerlerine oturunca, şef karısına ve kızına misafirleri için en güzel yemekleri hazırlamalarını söyledi. Bu arada misafirine barınağını nasıl inşa ettiğini anlatarak onunla hoş sohbette bulundu ve ağaçları dişleriyle kesip nehir boyunca baraj oluşturma yöntemini anlattı. Bu bilge konuşmalarıyla şef hem zamanın nasıl geçtiğini anlamadı



<p>5</p>

Kızılderililerin para olarak kullandığı boncuklar. (ç.n.)