Название | Uğultulu Tepeler |
---|---|
Автор произведения | Эмили Бронте |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-625-6486-54-6 |
Heathcliff’ten söz edilirken “aşağılık bir serseri”, “hayduttan da beter” sözlerinin kullanıldığı yerlerde onun gibi davranmamaya dikkat ediyordu ama evde, sadece alaya alınmasını sağlayacağını, kendisine itibar da takdir de kazandırmasına imkân olmadığını bildiği için, kibarlık denemelerine girişmek zahmetine katlanmaya pek niyetlenmiyordu.
Edgar Linton, Uğultulu Tepeler’e açıkça gelmeye pek seyrek cesaret edebiliyordu. Hindley Earnshaw’nun kötü ünü, onda dehşet uyandırıyordu; onunla karşılaşmaktan korkuyordu. Ama gene de biz onu elimizden geldiği kadar kibar bir şekilde ağırlamaya gayret ediyorduk. Bey de onun niçin geldiğini bildiğinden canını sıkmaktan kaçınırdı, ona karşı kibarca davranamayacak durumdaysa karşısına çıkmamaya bakardı. Catherine, onun ziyaretlerini biraz tatsız buluyordu sanırım. Kurnaz bir kız değildi, asla cilve yapmazdı, iki arkadaşının karşılaşmasına da herhâlde razı değildi. Çünkü Heathcliff, Edgar’ın yüzüne karşı ondan hoşlanmadığını söylese kız, Edgar’ın yokluğunda yaptığı gibi bu düşünceye yarım ağızla olsun katılamazdı. Edgar da Heathcliff’ten nefret ettiğini, tiksindiğini belli etse arkadaşının kötülenmesi ona dokunmuyormuş gibi davranmak kızcağızın elinden gelmezdi.
Catherine’in benim alaya almamdan çekindiği için saklamaya çalıştığı dertlerine, çoğu kere gülmüşümdür. Bu belki de kötü bir davranış havasını yaratıyordu ama kız, o kadar gururluydu ki o biraz daha alçak gönüllü olmayı öğrenmedikçe ona acımak imkânsızdı. En sonunda, her şeyi itiraf edip benimle sırdaş olmak zorunda kaldı. Ona öğüt verebilecek başka kimsesi yoktu ki…
Bir gün öğleden sonra, Hindley evden gitmişti; Heathcliff de bunu fırsat bilip işini paydos etmişti. O sıralarda on altı yaşına basmıştı sanırım. Akıldan yoksun olmaması, yüzünde kötü bir ifade bulunmaması sayesinde, gerek içten gerekse dıştan sevimsiz görünmemeyi başarmıştı, bugün bunların izi bile kalmamıştır.
Bir kere, küçükken öğrendiklerini artık unutmuştu. Sabahın erken saatlerinden başlayıp geç vakitlere kadar sürüp giden devamlı ağır iş; vaktiyle edindiği öğrenme hevesini, kitap sevgisini, bilgi ihtiyacını söndürmüştü. Çocukluğunda, yaşlı Bay Earnshaw’nun yaptığı iyilikler sayesinde edindiği üstünlük duygusu da silinip gitmişti. Uzun bir süre Catherine’in çalışmalarını izleyip ondan geri kalmamaya gayret etmişti ama sonra sessizce, büyük bir üzüntü içinde bundan vazgeçmişti; hem de tam anlamıyla vazgeçmişti. Hele bulunduğu seviyeden aşağıya inmek zorunda olduğunu anladıktan sonra ona, yükselmesi için bir adım attırmak imkânsızlaşmıştı.
Derken dış görünüşü de ruhundaki bozukluklara uygun bir hâl alıverdi: Yürüyüşü şapşallaştı, bakışları bönleşti, doğuştan içine kapanıklığı daha da arttı; suratsız, insanlarla bağdaşamayan bir budala oldu çıktı. Üç-beş tanıdığında hoşnutluk yerine hoşnutsuzluk uyandırmaktan gizli bir zevk duyduğu besbelliydi.
Catherine’le olan arkadaşlığını çalışmadığı zamanlarda hâlâ devam ettiriyordu ama oğlan kıza olan düşkünlüğünü sözleriyle hiç belli etmeyip onun genç kızlara özgü sevgi gösterilerinden de hırçın bir kuşkuculuk içinde şüphelenir olmuştu. Bu davranışıyla bu yakınlıkların kendisinde en küçük bir minnet duygusu uyandırmayacağını anlatmak istiyordu sanki… Dediğim gün de hiçbir iş yapmayacağını haber vermek için eve gelmişti. Ben Cathy’nin giyinmesine yardım ediyordum. Kızcağız oğlanın aklına esip işini yarım bırakacağını hiç düşünmemiş, bütün gün evde yalnız olacağını düşünerek Edgar’a da ağabeyinin evde bulunmadığını bildirmenin yolunu bulmuştu. O sırada misafirini karşılamaya hazırlanıyordu.
Heathcliff: “Cathy, bugün öğleden sonra işin var mı?” diye sordu. “Bir yere gidecek misin?”
“Hayır, gitmeyeceğim, yağmur yağıyor.”
“Öyleyse bu biçimsiz elbiseyi neden giydin? İnşallah gelecek kimse yoktur…”
Küçük Hanım kekeleyerek: “Benim bildiğime göre yok.” dedi. “Ama sen bu saatte tarlada olmalıydın, Heathcliff. Yemek paydosunu bir saat geçti; ben seni gittin sanıyordum.”
Oğlan buna: “Hindley uğursuzu, bizi lanetli varlığından pek seyrek uzak bırakabiliyor.” diye karşılık verdi. “Bugün başka iş yapmayacağım, senin yanında kalacağım.”
“İyi ama Joseph ona haber verir. Gitsen daha iyi olur.”
“Joseph şimdi Penistone Kayalıkları’nın öte yanında kireç yüklüyor, işi karanlığa kadar bitmez; onun için, hiçbir şeyden haberi olmaz.”
Heathcliff, böyle diyerek ocakbaşına geçti oturdu. Catherine kaşlarını çatıp bir an düşündü. Davetsiz misafir için de bir açık kapı bırakmak gerektiğini anlamıştı.
Bir dakika süren sessizlikten sonra: “Isabella ile Edgar Linton bugün öğleden sonra buraya geleceklerini söylemişlerdi.” dedi. “Bu yağmurda gelebileceklerini sanmıyorum ama her şeye rağmen gelebilirler de. Gelirlerse senin de boşu boşuna azar işitmen mümkün.”
Heathcliff ayak diredi:
“Ellen’a emir ver, onlara işinin olduğunu söyleyiversin. O acınacak budala arkadaşların yüzünden bana dirsek çevirme, Cathy. Bazen öyle oluyorum ki dayanamayıp onların… Hayır, söylemeyeceğim.”
Catherine, tasalı bir tavırla gözlerini oğlana dikerek sordu:
“Onlara ne olmuş ki?” Sonra başını hızla yana çekti, ellerimden uzaklaştırdı. “Ay! Nelly, saçımı dümdüz ettin, bukle diye bir şey kalmadı! Bu kadar yeter, beni yalnız bırak. Senin dayanamadığın şey nedir, Heathcliff? Söylesene.”
“Hiç… Yalnız, şu takvime bakıver.” Heathcliff bunu söylerken pencerenin yanında, duvarda asılı duran kâğıt parçasını işaret etti. “Çapraz işaretliler Lintonlarla geçirdiğin, noktalılar ise benimle geçirdiğin geceleri gösteriyor. Görüyor musun, her günü işaretledim.”
Catherine hırçın hırçın mırıldandı:
“Evet ama pek saçma bir şey. Sanki benim umurumda mı?.. Hem, bu ne demek oluyor?”
“Ne olacak, benim her şeyi fark ettiğimi gösteriyor.”
Catherine, canı biraz daha fazla sıkılmış bir hâlde söylendi:
“Ben hep seninle mi oturacaktım? Bundan ben ne kazanacağım? Sen benimle ne konuşacaksın? Beni eğlendirmek için söylediğin sözlere, yaptığın hareketlere bakılırsa senin bir dilsizden ya da bir bebekten farkın yok.”
Heathcliff, büyük bir şaşkınlık içinde bağırdı.
“Ama şimdiye kadar benim az konuştuğumu ya da yanında olmamdan hoşlanmadığını hiç söylememiştin, Cathy!”
Kız: “İnsanlar bir şey bilmeyip bir şey konuşmayınca dostluk olmaz ki bu…” diye mırıldandı.
Oğlan ayağa kalktı ama duygularını daha fazla açıklamaya fırsat bulamadı. Taşlıkta nal sesleri duyulmuştu. Derken Edgar Linton, kapıyı hafifçe vurup içeri girdi. Hiç beklemediği bir sırada çağrılmış olmanın verdiği sevinçle yüzü aydınlanmıştı.
Biri içeri girip öteki çıkarken Catherine’in de ikisi arasındaki farkı anlamış olduğuna şüphe yoktu. Bu fark; kuru, çorak