Uğultulu Tepeler. Эмили Бронте

Читать онлайн.
Название Uğultulu Tepeler
Автор произведения Эмили Бронте
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 978-625-6486-54-6



Скачать книгу

de öyle geçirmiyorlardır.” dedim. “Onlar, uslu çocuklar olsa gerek, sizin gibi kabahat işleyip cezayı hak etmiyorlardır elbet.”

      “Hadi hadi, saçmalama Nelly! Tepeden parka kadar hiç durmadan koştuk. Catherine yalın ayak olduğu için koşarken helak oldu. Yarın onun ayakkabılarını bataklıkta araman gerekecek. Çalılıkların arasından bir gedik bulup geçtik, dar bir keçi yolundan yürümeye başladık.

      Salonun penceresinin altındaki çiçekliğe gizlendik. İçeriden ışık geliyordu; panjurları henüz kapamışlardı, perdeler de yarı yarıya çekiliydi. İkimiz de eşiğin üzerinde durup pencerenin çıkıntısına asılarak içeriyi seyredebiliyorduk. Ah, içerisi çok güzeldi! Kırmızı halıyla kaplı çok güzel bir yerdi… Üzerleri kırmızı kumaşla kaplı koltuklar, masalar, kenarları sarı yaldızla kaplı bembeyaz bir tavan, ortasında da aşağıya doğru gümüş zincirlerle cam sağanağı hâlinde sarkan bir avize. İşte böyle, insanın gözlerini kamaştıran bir yer. İhtiyar Bay Linton’la Bayan Linton orada değillerdi; salon, Edgar ile kız kardeşine kalmıştı. Onların mutlu olmaları gerekmez mi? Biz olsak kendimizi cennette sanırdık… Şimdi de tahmin et bakalım, senin cici çocukların ne yapıyorlardı? Isabella, -yanılmıyorsam on bir yaşında var, Cathy’den bir yaş küçük- odanın bir köşesinde kendini yere atmış sanki büyücüler vücuduna kızgın iğneler sokuyormuş gibi avaz avaz bağırıyordu. Edgar da ocağın başında durmuş, sessiz sessiz ağlıyordu. Masanın ortasında da küçük bir köpek vardı, o da kuyruğunu sallaya sallaya havlıyordu. İkisinin durmadan birbirini suçlamasından anladık ki az kalsın hayvanı aralarında ikiye biçeceklermiş. Budalalar! Onların da eğlenceleri buydu işte. Bütün kavgaları, bir tutam sıcacık tüyü hangisi önce tutacak diye tartışmaktan çıkmış. İkisi de bunu önce kendisi yapmak için çırpınmış ama sonradan da vazgeçtikleri için ağlamaya koyulmuşlar. Bu ana kuzularıyla bir güzel alay ettik. Catherine’in istediği bir şeyi, benim almaya kalkıştığımı hiç gördün mü? Ya da birimiz odanın bir köşesinde, öbürümüz öteki köşesinde ağlayıp sızlamakla vakit geçirdiğimizi gören var mı? Bana binlerce hayat bağışlasalar buradaki durumumu, Thrushcross Çiftliği’nde Edgar Linton’ın yeriyle değişmeye razı olmam. Hatta Joseph’i evin en üst katından aşağıya atmak, evin cephesini Hindley’in kanıyla boyamak fırsatını bile verseler.”

      “Sus bakayım!” diye onun sözünü kestim. “Catherine’in neden orada kaldığını bana hâlâ anlatmadın, Heathcliff.”

      “Güldük dedim ya!” diye cevap verdi. “Lintonlar bizim sesimizi duymuşlar, ikisi birden ok gibi kapıya koştu. Derken önce bir sessizlik oldu, sonra da bir feryattır koptu: ‘Ah, anne, anne! Ah, anne! Gelin buraya. Ah, baba ah!’ diye haykırmaya başladılar. Biz de onları biraz daha korkutmak için daha korkunç sesler çıkarmaya başladık ama birisinin sürgüleri çektiğini duyunca kendimizi aşağıya attık. Hemen kaçmamızın doğru olacağını düşünüyorduk. Ben Cathy’yi elinden tutmuş, hızlanmaya zorluyordum birdenbire yere yıkılıverdi. ‘Kaç, Heathcliff, kaç!’ diye fısıldadı. ‘Köpeği ardımızdan salmışlar, o da beni yakaladı.’

      O yezit, Cathy’yi ayak bileğinden yakalamıştı, Nelly. Korkunç hırıltılarını da duyuyordum. Cathy bağırmadı, hayır. Azgın bir boğanın boynuzuna takılmış bile olsa böyle bir şey yapmayı küçüklük sayardı. Ama ben haykırdım. Hristiyanlık dünyasındaki zebanilerin hepsini bir anda yok etmeye yetecek kadar lanet yağdırdım. Sonra bir taş alıp köpeğin ağzına soktum, olanca gücümle boğazından aşağıya itmeye çalıştım. Derken hayvan gibi bir uşak, elinde feneriyle göründü. ‘Sıkı tut Skulker, sıkı tut!’ diye bağırdı.”

      “Sonra, Skulker’ın ne yakaladığını görünce sesi değişti. Köpeğin soluğu kesilmişti, koca pembe dili bir karış dışarı sarkmıştı, dudaklarında köpük köpük kanlı salya vardı.

      Adam Cathy’yi kaldırdı. Kız bayılacak gibiydi; korkudan değil, acıdan. Adam onu içeri götürdü; ben de lanetler, küfürler savurarak arkalarından gittim.

      Linton, kapının ağzından: ‘Ne avladınız, Robert?’ diye sordu. Uşak: ‘Skulker küçük bir kız yakaladı, efendim.’ dedi. Sonra: ‘Burada bir de oğlan var.’ diyerek beni kolumdan tuttu. ‘Tıpkı bir sokak köpeğine benziyor. Haydutlar herkes uyuduktan sonra, bunları pencereden içeri sokup kapıları açtırabilirlerdi pekâlâ. Böylece de bizi kolayca öldürebilirlerdi. Tut çeneni, ağzı bozuk hırsız yamağı! Sen bunun hesabını, darağacında vereceksin!’ diyordu. Sonra: ‘Bay Linton, sakın silahınızı bir yana bırakayım demeyin.’ dedi. İhtiyar budala da: ‘Hayır, bırakmam, Robert.’ dedi. ‘Bu alçaklar, dün benim kira toplama günüm olduğunu biliyorlardı; beni kurnazca yakalamak istediler. Gelin içeri; onlara güzel bir ziyafet çekeceğim. Hadi, John sen kapıların zincirlerini tak. Skulker’a biraz su ver, Jenny. Bir yargıcı evinde, hem de kutsal günde, soymak ha? Bunların hiç utanmaları yok mu? Mary, şuraya bak! Korkma canım, alt tarafı bir çocuk ama yüzünden kötülük akıyor. İçinden geçenleri yapmaya kalkışmadan bunu hemen asıvermek memlekete de bir iyilik olmaz mı?’ ”

      “Beni avizenin altına çekti. Bayan Linton gözlüğünü taktı, ellerini dehşet içinde havaya kaldırdı. Ödlek çocuklar da yaklaşmışlardı. Isabella peltek peltek: ‘Ne korkunç şey!’ dedi. ‘Onu mahzene kapat, baba. Tıpkı benim terbiyeli sülünümü çalan falcının oğluna benziyor, değil mi, Edgar?’

      Onlar beni tepeden tırnağa süzerlerken Cathy de göründü. Son konuşmayı duymuş, gülüyordu. Edgar Linton, onu meraklı meraklı şöyle bir süzdükten sonra çok şükür, tanıdı. Biliyorsun, başka yerde pek karşılaşmasak bile kilisede karşılaşıyoruz onlarla. Annesine: ‘Earnshawların kızı bu.’ diye fısıldadı. ‘Bak, köpek onu nasıl da ısırmış… Ayağı nasıl da kanıyor!’ Annesi: ‘Earnshawların kızı mı dedin? Olamaz!’ diye bağırdı. ‘Öyle bir kız, bir Çingene çocuğuyla kırda, bayırda dolaşır mı hiç! Ama dur bakayım, bu çocuk yas elbiseleri giymiş. Evet, öyle… Ömrü boyunca da topal kalabilir.’

      Bay Linton, beni bırakıp Catherine’e dönmüştü. ‘Ağabeyinin dikkatsizliğine, ilgisizliğine de diyecek yok!’ diye haykırdı. ‘Shielders’tan duyduğuma göre…’ Shielders dediği bizim papaz. ‘…Ağabeyi kızın tam bir putperest gibi yetişmesine göz yumuyormuş. Ama bu da kim? Kız bu arkadaşı nereden buldu? Ha, anladım. Komşumun vaktiyle Liverpool’da bulup getirdiği çocuk bu, kalıbımı basarım! Ya Hint ya da Amerika’dan, belki de İspanya’dan sürülmüş bir yumurcak.’

      İhtiyar kadın: ‘Kimin nesi olursa olsun, kötü bir çocuk!’ dedi. ‘Kendini bilen derli toplu bir aileye yakışmaz. Konuşmasına dikkat ettin mi, Linton? Söylediği sözleri çocuklarımın da işittiklerini hatırladıkça aklım başımdan gidiyor.’

      Yeniden küfretmeye başladım -kızma bana sakın, Nelly- onun için de Robert’ın beni alıp götürmesi emredildi. Ben Cathysiz yerimden kıpırdamak istemiyordum. Beni zorla bahçeye sürükledi, elime feneri tutuşturdu, yaptıklarımı Bay Earnshaw’ya anlatılacağını söyledikten sonra, yürümemi emretti, arkamdan kapıyı güzelce kapadı.

      Pencerenin perdesi, hâlâ bir köşeye toplanmış duruyordu, ben gözetleme işine yeniden başladım çünkü Catherine dönmek isteyip de onu dışarı bırakmazlarsa o koca camları milyonlarca parçaya bölmeye kararlıydım. Catherine, sessiz sessiz kanepede oturuyordu. Bayan Linton, gezi için sütçü kadından aldığımız kurşuni pelerini Catherine’in üzerinden çekti çıkardı. Bir yandan da başını sallıyor, ona çıkışıp duruyordu. Catherine genç bir hanımefendiydi, ona karşı takındıkları tavırla bana karşı takındıkları tavır arasında mutlaka büyük bir fark olmalıydı. Derken bir hizmetçi bir tas