Название | Savaş ve Barış II. Cilt |
---|---|
Автор произведения | Лев Толстой |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-625-6862-38-8 |
“Boyuna da yakalıyorlar…” dedi Kont. “Fransızca az konuşmasını Kontes’e her zaman söyler dururum. Zamanı mı şimdi?”
“Duydunuz mu?” dedi Şinşin. “Prens Golitsin Rus öğretmen tuttu, Rusça öğreniyor. İl commence à devenir dangereux de parler français dans les rues.”52
“E, ne dersiniz Kont Piyotr Kiriliç; milis kuvveti toplanınca sizin de ata binmeniz gerekecek galiba, değil mi?” dedi İhtiyar Kont.
Yemek boyunca sessiz ve düşünceli duran Piyer bu sözler üzerine bir şey anlamamış gibi Kont’a baktı.
“Ha evet, savaş için…” dedi. “Askerlik nerede ben nerede! Ama her şey öylesine garip ki hiçbir şey anlamıyorum doğrusu. Askerlik denilen şeye hiç eğilimim yoktur. Ama bugünlerde hiç kimse hiçbir şeyi açıklayamaz doğrusu.”
Yemekten sonra Kont, rahat bir koltuğa oturdu. Okumadaki maharetiyle tanınan Sonya’dan, bildiriyi okumasını ciddi bir yüzle rica etti.
Birinci başkentimiz Moskova’ya,
Düşman, kuvvetleriyle Rusya’nın sınırlarını aştı. Sevgili yurdumuzu yıkıp yakmaya geliyor.
İncecik sesiyle ve büyük bir dikkatle okuyordu Sonya. Gözlerini kapayan Kont, bazı yerleri iç çekerek dinliyordu.
Dimdik oturan Nataşa; dikkatle ve bir şey öğrenmek ister gibi bir babasına, bir Piyer’e bakıyordu.
Nataşa’nın bakışlarını üzerinde hisseden Piyer, ona bakmamak için çaba harcıyordu. Kontes, bildirinin tumturaklı her cümlesini duyduğunda beğenmediğini ve sinirlendiğini belirten bir şekilde sallıyordu başını. Bütün bu sözler, oğlunun içinde bulunduğu tehlikenin henüz ortadan kalkmayacağını açıklıyordu ona. Dudaklarında alaycı bir gülümseme beliren Şinşin de komik bulacağı ilk şeye; Sonya’nın okuyuşuna, Kont’un bir sözüne, hatta böyle bir bahane bulamazsa bildirinin kendisine gülmeye hazırlanıyordu.
Rusya’yı tehdit eden tehlikelere, İmparator’un Moskova’ya ve özellikle soylulara bağladığı umutlara ilişkin yerleri okuduktan sonra Sonya; sesinin dikkati çekmiş olmasından duyduğu heyecanın etkisiyle titreyerek son sözleri de okudu:
Başkentimizin ve ülkemizin başka yerlerinde bugün düşmanı önleyen ve görüldüğü her yerde bozguna uğratılması için yeni kurulan milislerimizle görüşmek ve onları yönetmek için halkımızın arasına katılmakta gecikmeyeceğiz! Bizi içine sokmayı umduğu felaket, düşmanın başına çöksün! Boyunduruktan kurtulan Avrupa, Rusya’nın onurunu yükseltsin!
Kont, yaşlarla dolu gözlerini açtı; burnunun dibine ağır kokulu bir şey tutulmuş gibi birkaç kere hızla soluyarak “İşte bu çok güzel!” dedi. “Sen yalnız iste Hükümdarım! Her şeyi veririz biz, hiçbir şeyi esirgemeyiz!”
Şinşin, Kont’un yurtseverliği konusunda hazırladığı şaka yollu sözü söylemeye vakit bulamadan Nataşa babasına koştu ve onu öptü.
“Ne tatlı babadır bu!” dedi.
Ardından neşesiyle birlikte kazandığı o bilinçsiz cilvesiyle Piyer’e baktı.
Şinşin, “Bakın hele, şu yurtsever kıza!” dedi.
“Hiç de yurtseverlik değil, yalnızca…” dedi Nataşa alınganlıkla. “Her şey şaka gelir size. Oysa şaka yanı yok bunun…”
Kont, “Ne şakası canım!” dedi. “Bir sözü yeter, hepimiz gideriz. Biz Alman değiliz öyle…”
“Dikkat ettiniz mi ‘görüşmek için’ deniyor…” dedi Piyer.
“Ne için olursa olsun canım…”
Bu sırada hiç kimsenin fark etmediği Petya, babasına yaklaşmıştı. Bir kalın bir ince çıkan sesiyle “Şimdiden söyleyeyim babacığım…” dedi. “İsterseniz anneme de söylerim. Askere yazılmama izin vereceksiniz, kesin olarak söylüyorum bunu. Çünkü duramam artık… İşte bu kadar!”
Kontes gözlerini dehşetle açtı, ellerini çırpıp öfkeyle döndü kocasına.
“Alın bakalım!” dedi.
Kont heyecanını bastırıp kendisini toparlamıştı.
“Hadi, hadi! Askere bak hele! Budalalığı bırak, okuman gerek senin.”
“Babacığım, budalalık değil bu! Benden küçük olan Obolenski Fedya da yazılacak. Asıl sorun, gitsem de gitmesem de okuyamayacak oluşum. Yurdumuzu…” Burada biraz durakladı Petya, kulaklarına kadar kızarmış bir hâlde. “Yurdumuz tehlikedeyken ben okuyamam!”
“Yeter, yeter bu budalalık!”
“Ama her şeyi veririz, esirgemeyiz demediniz mi?”
Yüzü sapsarı kesilmiş, donuk gözlerle küçük oğluna bakan karısına bakarak bağırdı Kont:
“Petya! Sana söylüyorum, kes sesini!”
“Ben de diyorum ki… Şey, Piyotr Kiriliç söylesin…”
“Saçmalama diyorum sana. Ağzı süt kokuyor, bir de askere gidecekmiş! Hadi, hadi…”
Kont, belki de çalışma odasında bir kere daha okumak için kâğıtları alarak odadan çıkarken:
“Piyotr Kiriloviç, haydi tütün içelim biraz…” dedi.
Piyer şaşkın ve kararsız bir hâldeydi. Nataşa’nın şefkati aşan bir duyguyla üzerine çevrilmiş gözleri, allak bullak etmişti onu.
“Ben eve gitsem daha iyi olacak…”
“Ne demek? Geceyi bizde geçirmek istiyordunuz hani? Zaten çok seyrek geliyorsunuz bize. Sonra bu bizimki…” Burada Nataşa’yı göstererek güleç bir yüzle ekledi: “Yalnız sizin yanınızda neşelidir.”
“Evet ama unutmuştum, eve dönmem gerek, bir işim var…” dedi Piyer.
Kont odadan çıkmak üzereydi.
“Peki, gidin öyleyse…” dedi.
Meydan okuyan bir tavırla Piyer’in gözlerinin içine baktı Nataşa.
“Niçin gidiyorsunuz? Niçin?” dedi.
Piyer, “Çünkü seni seviyorum!” demek istedi. Ama söyleyemedi bunları. Kızarıp gözlerini yere indirdi.
“Size seyrek gelmem daha iyi… Çünkü… Hayır, yalnızca işim var.”
“Hayır, söyleyin nedenini. Niçin?…”
Başladığı sözünü biteremedi Nataşa.
İkisi de utanarak ve korku içinde birbirlerine bakıyorlardı. Piyer gülmeye çalıştı ama beceremedi. Yüzünde beliren hafif gülümseme, duyduğu acıyı dile getiriyordu. Nataşa’nın elini öptü ve tek kelime söylemeden çıktı.
Bir daha Rostoflara gitmemeye karar vermişti.
XXI
İsteğinin kesinlikle geri çevrildiğini gören Petya, odasına kapanıp acı acı ağladı. Suratı asık, gözleri kızarmış ve sessiz bir hâlde çaya geldiğinde kimse bir şey fark etmemiş gibi davrandı.
İmparator ertesi gün geldi. Çar’ı görmek için Rostofların hizmetçilerinden birkaçı izin aldılar. Petya o sabah titizlikle giyinip tarandı, büyüklerinki gibi bir yaka taktı. Aynanın karşısında
52
“Sokakta Fransızca konuşmak tehlikeli hâle geliyor.”