Название | Savaş ve Barış II. Cilt |
---|---|
Автор произведения | Лев Толстой |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-625-6862-38-8 |
Doktor her gün geliyor, nabzını yokluyor, diline bakıyor ve bitkin yüzüne aldırış etmeden şakalaşıyordu onunla. Ama peşinde telaşla koşuşan Kontes olduğu hâlde öteki odaya geçtiğinde ciddileşiyor ve başını düşünceli bir tavırla sallayarak tehlikeli olmakla birlikte, bu son ilacın etkisine güvendiğini, beklemek gerektiğini söylüyor ve sözlerine devam ederek hastalığın daha çok ruhi olduğunu, ancak…
Kontes kendisinden de doktordan da saklamaya çalışarak onun eline bir altın sıkıştırıyor ve içi rahatlamış olarak hastanın yanına dönüyordu.
Nataşa’nın hastalığının belirtileri: Az yemesi, az uyuması, öksürmesi ve sürekli neşesizlikti. Doktorlar, hastanın tıbbi denetimden uzak tutulamayacağını söylüyorlar; kentin boğucu havasının dışına çıkarmıyorlardı onu. Bu yüzden Rostoflar 1812 yaz mevsiminde köye gitmediler.
Yığın yığın hap, damla, toz almış olmasına -ilaç şişelerinden ve kutularından, bunları çok seven Madam Schoss büyük bir koleksiyon oluşturmuştu- alışık olduğu açık havadan uzakta yaşamasına rağmen Nataşa’nın gençliği galebe çalmıştı. Duyduğu üzüntü ve acı; günlük hayatın izlenimleriyle gitgide azalmış, şiddetini yitirmiş, geçmişin derinliklerine yavaş yavaş itilmiş ve Nataşa vücutça düzelmeye başlamıştı.
XVII
Nataşa sakinleşmişti ama daha neşeli değildi. Neşeli hayatın bütün dış şartlarından, balolardan, gezintilerden, konserlerden, tiyatrolardan kaçınmakla kalmıyordu ve arkasından bir ağlama gelmeden güldüğü de olmuyordu. Şarkı da söyleyemiyordu. Gülmeye ya da bir başına şarkı söylemeye kalkınca gözyaşlarına boğuluyordu. Pişmanlıktan gelen, o artık geri dönmeyecek olan tertemiz zamanlara adanmış olan, mutlulukla geçireceği genç hayatını boşuna ziyan edişinden doğan kırgınlıktan kaynaklanan gözyaşlarıydı bunlar. Gülmek ve özellikle şarkı söylemek, üzüntüsünü ayağa düşürmek gibi geliyordu ona. Beğenilmek de istemiyordu, kısıtlaması gereken bir gösteriş eğilimi yoktu içinde. Bütün erkeklerin, onun gözünde Soytarı Nastasya İvanovna’dan farklı olmadığını hissediyor ve bunu söylüyordu. Yüreğinin derinliklerinde bir şey, her çeşit zevki yasaklıyordu ona. Genç kızlık çağının bütün o eski, tasasız, umut dolu yaşama ilgileri kaybolup gitmişti. En sık ve en fazla acı duyarak güz aylarını, avları, yaşlı amcayı ve Nicolas ile Otradnoye’de geçirdikleri Noel yortularını anımsıyordu. O zamanların bir tek gününü geri getirmek için neler vermezdi! Ama geri dönmemecesine geçip gitmişti bunlar. Ne var ki yine de yaşamak zorundaydı.
Eskiden sandığı gibi dünyadaki insanların hepsinden daha iyi görmüyordu kendisini. Daha fena bir kimse olduğunu düşünmekten tat alıyordu. Ancak bu, büyük bir anlam taşımıyordu onun için. Buna inanıyorum ama peki sonra? diye de soruyordu. Sonrası hiçti. Hiçbir tadı yoktu hayatın ve geçip gidiyordu. Kimseye yük olmamaya, engel olmamaya çalışıyor gibiydi Nataşa. Kendisi için bir şey istemiyor, evdeki herkesten kaçıyordu. Yalnızca kardeşi Petya’nın yanında bir iç huzuru duyuyordu. Onunla birlikte olmayı, başkalarının yanında olmaktan çok daha fazla seviyordu. Baş başa kaldıkları zaman güldüğü bile oluyordu. Evden dışarı hemen hemen çıkmıyor ve gelen konuklar arasında da yalnızca bir kişiden, Piyer’den hoşlanıyordu. Kimse Kont Bezuhof kadar şefkatle, özenle, ciddiyetle davranamazdı ona. Bu şefkati yarım yamalak seziyordu Nataşa ve bundan ötürü onunla birlikte olmaktan hoşlanıyordu. Ama bu şefkatten ötürü ona borçlu duymuyordu kendini. Çaba harcamadan iyi olan bir kimseydi Piyer. Herkese iyi davranmak, onun için o kadar doğaldı ki üstün bir nitelik olarak görünmezdi. Piyer’in, onunla konuştuğu sırada acı anılarını tazelemekten korkarak kimi zaman şaşırdığını, sıkıldığını fark ediyordu Nataşa. Bunu, onun iyi kalpliliğine, kendisine karşı olduğu gibi herkese karşı da duyduğu utangaçlığa verirdi.
Nataşa büyük heyecan duyduğu bir anda, özgür bir erkek olsa diz çöküp onun elini ve gönlünü isteyeceği konusunda ağzından kaçırdığı sözlerden sonra Piyer, ona hislerinden hiç söz etmemişti. O zaman Nataşa’yı bunca avutmuş olan bu sözler, ağlayan bir çocuğu avutmak için söylenmiş anlamsız sözler gibiydi şüphesiz. Piyer evli olduğu için değil, aralarındaki ahlaki engellerden ötürü -ki bunların yokluğunu Kuragin’in yanında derinden hissetmişti- onunla olan ilişkisinde, kendisinde ve çok daha az bir ihtimalle Piyer’de bir aşk duygusu uyanması şöyle dursun, birkaç örneğini bildiği ve erkekle kadın arasında gerçekleşebilen şefkatli ve şairane bir dostluğun doğabileceği bile aklından geçmemişti.
Rostofların, Otradnoye’den komşusu olan Agrafena İvanovna Belova; Moskova’nın kutsal yerlerini ziyaret için “Büyük Perhiz” sonunda gelmişti. Nataşa’ya bir süre kendini dine vermesini önermiş, o da bunu sevinçle kabul etmişti. Sabah erken dışarı çıkması doktorlarca yasaklanmış olmasına rağmen Rostoflarda her zaman yapıldığı gibi evde üç dua dinlemekle yetinmeyerek Agrafena İvanovna gibi hiçbir akşam, öğle ve sabah ayinini kaçırmadan bütün hafta dinî vecibeleri yerine getirmekte ayak diremişti.
Kontes, Nataşa’nın bu dinî bağlanışından hoşlanmıştı. Başarısız tıbbi tedaviden sonra, ibadetin ilaçlardan daha yararlı olacağını umuyordu. Bundan ötürü, doktorlardan saklayarak ve biraz korkarak da olsa Nataşa’nın isteğine boyun eğdi ve onu Belova’ya emanet etti.
Agrafena İvanovna, sabah saat üçte Nataşa’yı uyandırmaya geliyor ve onu çoğunlukla uyanık buluyordu. Nataşa, sabah duası saatinde uyanamamış olmaktan korkuyordu. Elini yüzünü çabucak yıkayıp en kötü elbisesini ve eski bir mantosunu giyen Nataşa, sabahın serinliğinde titreyerek gün doğumunun saydam ışığıyla aydınlanmış ıssız sokaklara çıkardı. Agrafena İvanovna’nın verdiği öğüt uyarınca kendi dinî yönetim çevresinde değil; bu dindar kadının dediğine göre papazı, çok saygıdeğer ve dinî uygulamalara aşırı düşkün bir kimse olan kilisede ibadet ederdi. Kilisede pek az kimse olurdu. Belova ile birlikte, sal kilirozun arkasına yerleştirilmiş Meryem Ana tasvirinin önünde, her zamanki yerlerinde otururlardı. Sabahın bu alışılmadık saatinde, önünde yanan mumlar ve pencereden giren sabah ışıklarıyla aydınlanan Meryem Ana’nın siyah yüzüne bakarken ve anlayarak izlemeye çalıştığı ayini dinlerken çok büyük ve ulaşılmaz bir şey karşısında duyulan yepyeni bir hiçlik duygusu kaplardı Nataşa’yı. Duanın sözlerini anladığı zaman, kişisel duyguları ince farklarıyla karışırdı duasına; anlamadığı zaman da her şeyi anlamak isteğinin bir gurur olduğunu, her şeyi anlayamayacağını, sadece bu dakikalarda ruhuna yol gösteren -duyardı bunu- Tanrı’ya inanmak, kendini ona bırakmak gerektiğini düşünerek daha da büyük bir tat alırdı. Haç çıkarır, secde eder; anlamadığı zaman, kendi iğrençliği karşısında dehşete düşerek her şeyi, hem de her şeyi bağışlaması için Tanrı’ya yalvarırdı. Kendini bütün varlığıyla verdiği dualar, tövbe dualarıydı. Sabahın erken saatinde eve dönerken işe giden duvarcılardan ve sokakları süpüren kapıcılardan başkasına rastlamadıkları ve herkesin yatağında uyuduğu sırada Nataşa; kendini kusurlarından arınacağı, temiz ve mutlu yeni bir hayat kurma imkânının varlığını duyardı…
Bu hayatın devam ettiği bütün bir hafta boyunca bu duygu gittikçe güçlendi. Kuddas ayinine katılmak ya da Agrafena İvanovna’nın ona söylediği gibi Tanrı’ya ulaşmak mutluluğu ona o kadar büyük görünüyordu ki kutsal pazar gününe kadar yaşayamayacağı korkusu kapladı içini.
Ama mutlu gün geldi. Nataşa hiçbir zaman unutamayacağı o pazar günü, beyaz elbiseleriyle Kuddas ayininden döndüğünde aylardır ilk olarak derin bir iç huzuru duydu ve önündeki hayatı ağır