Название | Hayatın Mucizeleri-Ormanın Üzerindeki Yıldız-Zıt İkizler |
---|---|
Автор произведения | Стефан Цвейг |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-605-72611-8-2 |
İç gözüyle sanki düz bir duvara çizilmiş gibi çok net gördüğü berrak hayaline giden akım durmuştu, gözlerinin anlattıklarının karşısında parmakları çaresiz kalmıştı. Gerçeklik kendi yoğunluğundan bir köprü oluşturmadığı takdirde, rüyalarının en güzel ve en sadığını gerçeğe dönüştürme yeteneğinin olmadığını bilmenin acısı ateş gibi yakıyordu. Ve o zaman endişeyle kendisine şu soruyu sordu: Bunlar olduktan sonra kendisine hâlâ sanatçı diyebilir miydi yoksa tüm hayatı boyunca taşları yan yana yerleştiren bir işçi gibi renkleri zahmetle bir araya getiren iyi bir zanaatkâr mıydı sadece?
Bu tür kendi kendisine işkence ettiği düşünceleri ona bir gün bile rahat vermiyor ve boş tuvalin ve itinayla hazırlanmış malzemelerin alaycı seslerinin olduğu odadan dışarı fırlıyordu. Birçok kere tüccara bu sıkıntısını itiraf etmek istedi ancak bu dindar ama aynı zamanda iyi niyetli de olan adamın onu hiçbir zaman tam olarak anlayamayacağından ve daha ziyade bittiğinde birçok usta ve amatör sanatçının alkışlarını toplayabileceği böyle bir eseri başlayabilecek yeteneğinin olmadığını değil, beceriksiz bir işten kaçış bahanesi uydurduğunu zannetmesinden korktu. Ve bu yüzden genellikle amaçsızca ve mola vermeden caddelerde dolaşıyor ve tesadüfün ya da gizli bir sihrin onu dalıp gittiği rüyalarından tekrar tekrar o kilisenin önünde uyandırdığını fark edince yine ürküyordu, sanki görünmeyen bir ip onu bu resme bağlıyor ya da ruhunu rüyalarında bile ilahi bir güç yönetiyordu. Bazen tabloda bir kusur, bir eksik bulurum ve böylece bu zorlayıcı büyüden kurtulurum umuduyla içeriye giriyordu ancak resmin karşısında durduğunda genç ustanın sanatını ve el emeğini kıskanarak değerlendirmeyi tamamen unutuyor, aksine ona baktıkça daha saf, daha yüce duyguların dalga dalga tüm çevresine ve benliğine yayıldığını ve onu başka boyutlara yükselttiğini hissediyordu. Ve sonra kiliseden ayrılıp kendisini ve çabalarını düşünmeye başladığında eski acısını iki kat daha güçlü hissediyordu.
Bir öğleden sonra yine çok aydınlık caddelerde dolaşmıştı ve bu defa kendisine işkence eden kuşkularının azaldığını hissediyordu. Güneyden ilk ilkbahar rüzgârları gelmeye başlamış ve henüz sıcaklığını değilse bile çiçeklerin açtığı baharın aydınlık günlerini getirmişti. İlk defa o gün kendi eleminin dünyanın üzerine örttüğü o gri ve donuk parıltının dağıldığını ve o büyük diriliş mucizesinin5 bazı işaretlerle kendini ara sıra belli ettiğinde olduğu gibi kalbinde Tanrı’nın lütfunu hissetti. Berrak bir mart güneşi tüm çatıları ve caddeleri pırıl pırıl yıkıyor, flamalar limanda hafif hafif sallanan gemilerin arasında rengârenk dalgalanıyor ve şehrin bitmeyen gürültüsü coşkulu bir şarkı gibi şakıyordu. Meydandan bir İspanyol süvari birliği geçti; bugün kimse diğer zamanlarda olduğu gibi düşmanca bakmıyordu onlara; tam tersine halk parlak teçhizatlarının ve miğferlerin güneşte ışıldamasını zevkle seyrediyordu. Kadınların rüzgârın geriye uçurduğu beyaz bonelerinin altından canlı ve sağlıklı renkteki yüzleri görünüyordu; el ele tutuşmuş çocuklar halka oluşturmuş şarkılar söyleyerek dans ediyor, tahta ayakkabılarının sesleri kaldırım taşlarında çınlıyordu. Gittikçe keyfi yerine gelen adam başka zamanlarda karanlık olan liman sokaklarına girdiğinde ışık yağmuru varmış gibi hafif bir pırıltı vardı. Güneş parlak yüzünü, öne doğru eğilmiş sivri çatıların arasından tam olarak gösteremiyordu çünkü çatılar sürekli gevezelik eden iki yaşlı anacığın siyah, buruşuk boneleri gibi iyice birbirine yanaşmıştı. Ama pencereden pencereye yansıyan güneş ışıkları coşkulu bir oyun oynayan parlak eller tarafından oradan oraya atılıyormuş gibiydi. Ve bu parlaklığın akşamın başlayan alaca karanlığında düş kuran bir göz gibi sakin, yumuşak kaldığı yerler de vardı. Çünkü aşağıda, caddede hareketsiz ve yıllardan beri sadece ve nadiren kışın kar paltosunun altına saklanan bir karanlık vardı. Ve orada oturanlar gözlerinde sürekli alaca karanlığın hüznünü ve isteksizliğini taşırdı; sadece ruhları ışık ve aydınlık özlemiyle yanıp tutuşan çocuklar kendilerini ilkbaharın bu ilk ışıklarına güvenle bırakmış, ince giysileriyle kirli ve eğri büğrü kaldırım taşlarında çatıların arasından sızan dar, mavi şeridin ve güneş ışıklarının altın halkalarının danslarıyla coşmuş, her şeyden habersiz neşeyle oynuyorlardı.
Ressam yorgunluk hissetmeden yürüdü, yürüdü. Sanki ona da gizli ve çok büyük bir neşe bahşedilmişti ve kalbine ulaşan her güneş pırıltısı Tanrı’nın parıldayan bir merhamet ışığıydı. Yüzündeki tüm acılar yok olmuş, öyle huzurlu ve iyilikle parlıyordu ki oynayan çocuklar onu rahip sanıp şaşkınlıkla saygıyla selamladılar. Amacını ve sonunu düşünmeden yürüdü, yürüdü, zira yaşlı kuru ağaçlardaki yeni sürgünlerin ışığa çıkacak genç güçlerine ulaşmalarına izin vermesini sağlamak için ağacın gövdesine vurmaları gibi ilkbaharın gücü bütün uzuvlarını zorluyordu. Adımları genç bir delikanlınınki gibi neşeli ve hafifti; aslında saatlerden beri yolda olmasına ve geride kalan mesafeyi hızlı ve ahenkli bir tempoyla arkasında bırakmış olmasına rağmen canlanmış ve gençleşmiş gibi görünüyordu.
Ressam birdenbire taş kesilmiş gibi durdu ve parlak bir ışıkla ya da korkunç, inanılmaz bir olayla yaralanmış gibi korumak istercesine elleriyle gözlerini kapattı. Başını kaldırarak güneş ışığında çok parlayan bir pencereye baktığında yansıyan ışığın acısını gözlerinde hissetti ancak leylak ve altın renkli sis yüzünden garip bir görüntü,
5
Diriliş mucizesi: İsa’nın dirilişi, Hristiyanlıkta İsa’nın çarmıha gerildiği cuma gününü izleyen pazar gününde mucizevi şekilde hayata dönmesi olayıdır. (ç.n.)