Название | İstanbul'un tarihi, kültürü ve yaşamı |
---|---|
Автор произведения | Richard Tillinghast |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-625-8068-86-3 |
Roma dünyasında mozaikler genellikle zemine ve yola uygulanıyordu. En erken mozaiklerin İstanbul’da varlığını halen sürdürmesini Sultanahmet’te Büyük Bizans Sarayı’nın zeminindeki muhtemelen 6. yüzyıla ait mozaikleri keşfeden arkeologlara borçluyuz. Bu mozaikler çoğunlukla hayvanları, av ve müsabaka sahnelerini tasvir ediyorlar. Bir çocuk eşeğine su vermeye çalışıyor, bir ayı erkek bir geyiği midesine indiriyor, bir aslan ve bir fil kapışıyor, genç erkekler sahte bir atlı araba yarışına giriyorlar. İçinde bulunduğumuz şehir ve teknoloji hayatında ne yazık ki doğal yaşamla ve onun insanın hayal gücü üzerindeki etkisiyle bağımızı kopardık. Şair Richard Wilbur satırlarındaki sorularla bu bağı şöyle hatırlatıyor:
Bir yunus sıçramasa, bir güvercin takla atmasa ne olur,
Bunlarda kendimizi anlattık, kendimizi gördük…
Aşkımızın ve duruluğun gülü dediğimizde
Hanidir cesaretin bineği
Bizans sanatının ilk dönemine ait en bilinen ve değeri anlaşılmış tasvirler, özellikle etrafı saray mensupları, rahipler ve ona eşlik eden imparatorluk muhafızlarıyla çevrili Jüstinyen ve Theodora’nın dini törenle ilgili heybetli portrelerinin olduğu San Vitale Kilisesi mozaiklerdir. Muhafızlardan bir tanesinin elinde, Konstantin’in Roma İmparatorluğu’nun devlet dininin simgesi olarak 200 yıl önce kabul ettiği Chi-ro haçıyla işlenmiş bir kalkan bulunur. Bu mozaiklerde tasvir edilen figürler tahminen bir tören alayından bir parçadır ancak aslında yaptıkları bir sırada hareketsiz durup onları izleyenlere bakmak. Biz onlara baktığımız kadar onlar da bize bakıyorlar. Tüm dikkatleri üzerimizde.
Nesne ile izleyici arasındaki göz teması Bizans sanatının merkezindedir. Birisine burada ne olup bittiğiyle ilgili fikir vermesi için genellikle kutsal bir adam ve kadın arasında geçen diyaloğa dayanan Sanskritçe kökenli darshan kelimesini kullanabiliriz. Yalnızca kıdemli kişilerin giymesine izin verilen göz kamaştırıcı chlamys8 başta olmak üzere her şey çok şatafatlı. Jüstinyen’inki Bizans Krallığı’nı temsil eden mor renkte ve omuzdan kıymetli taşlarla süslenmiş bir toka ve kolyelerle tutturulmuş. Başındaki kraliyet tacı altından bir hale ile çevrili ve elindeki, ayinlerde kullanılan altın tası kiliseye sunuyor. Başpiskopos Maximanus ona eşlik ediyor. Giydiği ayakkabılar bile şık ve zarif. Resmin mücevherli bir çerçevesi var.
İmparatoriçe Theodora ve maiyetindekilerin daha da büyüleyici bir görünümü var. Burada ayakta bize bakan bir dizi insan figürüyle karşı karşıyayız, imparatoriçe ve yanındakiler, mozaik panonun Jüstinyen ve maiyetindekilerden daha az bir bölümünü kaplıyor. Bu düzenleme, ayine katılanların etrafında süsleme ve donatma için daha fazla yer açılmasını sağlıyor. Tavanı yeşil mozaiklerle süslenmiş altın yivli güzel bir kubbe Theodora’nın başının üzerine bir kemer gibi uzanıyor. Bizans’a özgü dokumacılığın ve kumaşla süslemenin ihtişamını hatırlatan beyaz, mavi ve kırmızı çizgili kumaşlar çeşitli renk ve desenlere sahip göz kamaştırıcı giysiler içindeki hanımefendilerin başından aşağıya doğru sarkıyor. İmparatoriçenin etrafındaki görevliler giyim kuşamları gibi donanımları da daha mütevazı olduğu halde göz kamaştırıcı mücevherler takıyorlar. Hepsi donuk ve içli bir şekilde bize bakıyor. Yanıbaşlarında, Acanthus başlıklı bir kaidenin üzerine oturtulmuş mermer bir çeşme akıyor. Jüstinyen’in olduğu pano iktidarının görkeminden bahsediyorsa Theodora’ninki de tamamen güzelliğin ihtişamıyla ilgilidir.
Bizans sanatının ikinci evresi, biçimsel tasvirlere yasak getiren putkırıcılık döneminin 843’te nihayet reddedilmesinin ardından 9. yüzyılda başlar ve Venedikliler ile Kuzey Avrupalı müttefiklerinin kiliselerin kurşun çatıları da dahil olmak üzere götürebilecekleri, eritebilecekleri, çalabilecekleri her şeyi talan edip şehrin büyük bir bölümünü harabeye çevirdikleri 12. yüzyıldaki IV. Haçlı Seferi’ne kadar devam eder. 9. yüzyıl sonlarında, “Meryem Ana ve Çocuk” temalı seçkin mozaik büyük kiliseyi süsleyen önemli ama tamamlanmamış diğer mozaiklerle birlikte Ayasofya’nın apsisine uygulanır. Bu eserlere bir sonraki bölümde bakacağız.
Bizans imparatorluk sanatının son evresi, 1261’de Paleologos Hanedanlığı idaresindeki Yunan kanunlarının yenilenmesinden, Türklerin 1453’teki fethine kadar devam eder. Bu 200 yıl boyunca çalan ölüm çanlarını kulağı açık olan herkes duydu; Bizans sanatı bugün Kariye Camisi olarak bilinen St. Saviour Kilisesi’ndeki müthiş mozaiklerle parlak bir dönem yaşadı. Yunancadaki Chora kelimesi, kilise kent surlarının dışında inşa edildiği için “kırlarda” gibi bir anlam taşır. St. Savoir in Chora adı, Londra’daki St. Martin in the Fields’ın Konstantinopolis’teki karşılığıdır. Başlangıçta burada yıldızı parlayan bu manastır kilisesi 11. yüzyılda inşa edilmişti ve muazzam bir sanatı barındırmasa da kendi ölçüleri içinde güzel bir yapı olarak addedilecekti. Bizanslılar sözcük oyunlarını seviyorlardı ve kilisenin adının iki anlamı vardı; ayrıca Meryem’in Tanrı’nın oğlunu rahminde taşımasına atıfla “muhafaza edilemezin muhafazası” anlamına geliyordu.
Kariye, Latin işgali sırasında harap oldu ve Theodore Metochites adlı bir kişi 13. yüzyılın başlarında restorasyon ve dekorasyonu yenileme işini üstlendi. O zamana kadar imparatorluğun servetinin ne kadar azalmış olduğunun bir işareti, bu işin imparator tarafından değil de sıradan bir vatandaş tarafından üstlenilmiş ve ödenmiş olmasıdır. Yine de Metochites sadece özel bir vatandaş değildi. O kendi kendine yazar ve bilim adamı olmuş, hazinedar olarak imparatorluk hazinesinin başına geçmiş, sonra da başvekilliğe kadar yükselmiş âlim bir adamdı. İmparatorluğun kimseye muhtaç olmadan zar zor ayakta kalmaya çalıştığını biliyordu. Bunu da bir şiirinde şöyle açıklamıştı:
Anadolu Roma devletinden ayrıldı. Ah bu yıkım!
Ah bu kayıp!
En hayati organlarının çoğu parçalanmış gibi eskiden çok muhteşem ve güzel olan bir bedenin artıklarında yaşıyoruz. Ve biz varoluş ve yaşam vasıtalarından tamamen yoksun bir şekilde utanç ve alay içinde yaşamaya devam ediyoruz.
Metochites’in imparatordan sonra Bizans’taki en zengin ikinci adam olduğu söyleniyordu. Kilisenin binasını yeniledi ve yeniden döşedi ve hatta kiliseyle ilgili mobilyalar, gümüş şükran kapları ve duvar askıları ile manastırla ilgili kitaplar temin ederek mozaikler ve duvar resimleri ısmarladı.
Bu eli açıklık, Metochites’in kesinlikle iyi biri olduğu anlamına gelmiyor. Bizans’ın sermayesi, kısmen onun oldukça yüksek verimli vergi sistemine bağlıydı ve Metochites devlet için gelir elde etme gayretkeşliği içinde olabildiğince yükseldi. 1328 yılında bir saray darbesi sonucunda görevden alındı ve 2 yıl boyunca umutsuzca şikâyet ettiği kötü yiyecek ve şaraptan dolayı bünyesinin zayıf düştüğü Trakya’ya sürgüne gönderildi. En sonunda kendisinin daha önce başında olduğu Konstantinopolis’teki manastıra sıradan bir rahip olarak dönmesine izin verildi ve 1332 yılında burada öldü. İnsanı büyüleyen İsa’nın önünde diz çökmüş halde kilisenin bir maketini sunan Metochites imajı, sanatın bu büyük hamisinin tasviridir. Elbisesi Konstantinopolis’in tezgâhlarının dokuyabileceği en iyi kumaşlarından biridir. Başında ise modaya uygun kocaman bir kavuk vardır.
Ravenna’nın kiliselerinde korunan ortaçağın ilk zamanlarındaki Bizans sanatının heybetli tarzı, burada kinetik enerjinin canlı ve güçlü hamlesine boyun eğer. Tanrı’nın Anası’nın hayatıyla ilgili “Kudüs tapınağında Bakire
8
Yünlü kumaştan yapılan, askerlerin hafif zırh olarak kullandığı dikdörtgen şeklinde bir tür harmani. (ç.n.)