Название | İnsanı Tanıma Sanatı |
---|---|
Автор произведения | Alfred Adler |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 9786258361148 |
Bir yetişkinin karakter özelliklerinin çocukluğunda fark edilebilir olduğuna inanan araştırmacılar çok da haksız değiller. Bu durum, karakterin çoğunlukla kalıtımsal olduğu düşüncesini açıklar. Ancak karakterin ve kişiliğin bireyin ebeveynlerinden miras kaldığına dair görüş evrensel olarak zararlıdır çünkü eğitimcinin görevini engeller ve güvenini kısıtlar. Karakterin kalıtımla edinildiğini zannetmenin asıl nedeni başka bir yerde yatmaktadır. Bu bahane, eğitim görevini üstlenenlere öğrencilerinin hataları için kalıtımı suçlama gibi bayağı bir davranışla sorumluluklarından kaçma olanağı verir. Elbette bu durum, eğitimin amacıyla tamamen çelişmektedir.
Medeniyetimiz hedefin belirlenmesine önemli katkılarda bulunmuştur. Ayrıca çocuk, kendisinin hem güven duygusuna hem de hayata uyum sağlamasına imkân veren arzularına ulaşmasının bir yolunu bulana dek kendini hırpaladığı sınırlar çeker. Çocuk, kültürümüzün gerçekleriyle ilişkili olarak ne kadar güvenlik talep ettiğini hayatının erken döneminde öğrenebilir. Güvenlikle kastettiğimiz şey, sadece tehlikeden korunmak değildir. Asıl kastettiğimiz, en elverişli şartlar altında insan organizmasının sürekli varoluşunu teminat altına alan ekstra güvenlik katsayısıdır. Tıpkı iyi planlanmış bir makinenin çalıştırılmasında bahsettiğimiz “güvenlik katsayısı” gibi. Bir çocuk kendisine verilen içgüdülerin doyumu için gerekli olandan “artı” bir güvenlik faktörü talep ederek bu güvenlik katsayısını edinir. Aslında bu, sakin bir gelişim için gerekenden daha büyük bir güvenlik faktörüdür. Böylece ruhsal hayatında yeni bir hareket ortaya çıkar. Bu yeni hareket çok açık bir şekilde baskınlığa ve üstünlüğe karşı bir eğilimdir. Tıpkı yetişkin biri gibi, çocuk da tüm rakiplerini geride bırakmayı ister. Önceden kendisine belirlediği hedefle eşanlamlı olan güvenlik ve uyuma ulaşmasını sağlayacak bir üstünlük elde etmek için çok gayret eder. Bu sebeple buradan, ruhsal hayatında zamanla daha çok belirginleşen bir rahatsızlık ortaya çıkar. Dünyanın artık daha yoğun bir tepki gerektirdiğini varsayalım. Şayet bu ihtiyaç anında çocuk zorlukları yenme becerisine inanmazsa görkeme duyduğu açlığı daha da belirgin kılmaya yarayan gayretli bahanelerini ve karmaşık mazeretlerini fark edebiliriz.
Bu şartlar altında en yakın hedef, çoğunlukla, daha büyük zorluklardan kaçınmak olur. Bu tipleme, hayatın gerekliliklerinden geçici olarak kaçınmak üzere zorluklar karşısında geri durur ya da onlardan kurtulmaya çalışır. İnsan ruhunun tepkilerinin nihai ve mutlak olmadığının anlamamız gerekir. Her tepki kısmidir, geçici süreliğine geçerlidir fakat hiçbir zaman bir sorunun nihai çözümü olarak görülemez. Özellikle çocuk ruhunun gelişiminde, hedef düşüncenin geçici kristalleşmesiyle uğraştığımızı hatırlamamız gerekir. Yetişkin ruhunu ölçmek için kullandığımız ölçütlerin aynısını çocuk ruhuna uygulayamayız. Çocuğun durumunda daha öteye bakmalı, hayatındaki enerjiler ve aktivitelerin kendiliğinden ortaya çıkarıp nihayetinde çocuğu yönlendirdiği amacı sorgulamalıyız. Eğer kendimizi onun yerine koyabilirsek, gücünün her bir dışavurumunun hayata son bir uyumun kristalleşmesi olarak kendisi için yarattığı ideale ne kadar uygun olduğunu anlayabiliriz. Çocuğun belirli bir şekilde davrandığını anlamak istiyorsak onun bakış açısına sahip olmalıyız. Onun bakış açısıyla ilintili his tonu çocuğu çeşitli yollara yöneltir. Bunlardan biri, karşılaştığı problemleri kolayca çözmede çocuğun kendine güvendiği iyimserlik yoludur. Bu şartlar altında çocuk, hayatın görevlerini fazlasıyla kendi gücü dahilinde gören bir bireyin özelliklerine sahip olacağı şekilde büyüyecektir. Onun durumunda cesaretin, açıklığın, samimiyetin, sorumluluğun, çalışkanlık ve benzeri meziyetlerin geliştiğine tanık oluruz. Bunun tam tersiyse kötümserliğin gelişimidir. Problemlerini çözmede kendine güveni olmayan bir çocuğun hedefini düşünün. Böyle bir çocuk için dünya epey kasvetli görünüyor olmalı. Burada korkaklık, içebakış, güvensizlik ve zayıfların kendilerini savunmak adına aradıkları diğer tüm karakter özelliklerini ve niteliklerini buluruz. Bu çocukların hedefleri, ulaşılabilir sınırların ötesinde fakat hayatın çarpışma cephesinin gerisinde kalacaktır.
İkinci Kısım
RUHSAL HAYATIN SOSYAL YÖNLERİ
Bir insanın nasıl düşündüğünü bilmek için arkadaşlarıyla ilişkisini incelememiz gerekir. İnsanın insanla ilişkisi, bir yandan evrenin doğasıyla belirlenir ve bu nedenle değişime tabidir. Diğer yandan ise bir toplum ya da ulustaki siyasi gelenekler gibi değişmez kurumlarla belirlenir. Bu sosyal ilişkileri anlamadan ruhsal aktiviteleri kavrayamayız.
I. Mutlak Gerçek
İnsanın ruhu bağımsız bir unsur gibi davranamaz çünkü ortaya çıkan sorunların sürekli çözülmesi gerekliliği ruhun hareket hattını belirler. Bu sorunlar insanın toplu yaşam mantığıyla ayrılmaz biçimde ilişkilidir. Bu grup varlığının temel koşulları bireyi etkiler. Ancak, toplu yaşamın gerçeklerinin birey tarafından etkilenmesine nadiren izin verilir. İzin verilse bile belirli bir dereceye kadar. Toplu yaşamımızın mevcut koşullarının yine de nihai oldukları düşünülemez. Sayıca çok fazladır, değişim ve dönüşüme oldukça meyillidirler. Nadiren, ruhsal hayatın karanlık bölgelerini aydınlatabilecek ve onu tamamen anlayabilecek durumda oluruz. Çünkü kendi ilişki ağlarımızdan kaçamayız.
Bu ikilemde başvurabileceğimiz tek şey, grup yaşantımızın mantığını bu gezegende var olduğu biçimiyle benimsemektir. Yani insan olarak, eksik örgütlenmemiz ve sınırlı yeteneklerimizden doğan hataları yendikten sonra adım adım yaklaştığımız nihai mutlak doğruymuş gibi.
Görüşlerimizin önemli bir kısmı Marx ve Engels’in tanımladığı, toplumun materyalist katmanlaşmasında yatar. Öğretilerine göre, bir halkın içinde yaşadığı teknik biçim yani ekonomik temel, bireylerin düşünce ve davranışını yani “ideal, mantıksal üst yapıyı” belirler. “Toplu yaşamının mantığı” ile “mutlak doğru” üzerine görüşümüz bu kavramlarla temelde kısmen uzlaşmaktadır. Tarihe ve bireyin hayatındaki içgörüye dair (yani Bireysel Psikoloji hakkındaki) kavrayışımız, yine de bireyin ekonomik bir durumun taleplerine hatalı bir tepki vermesinin arada sırada münasip olduğunu öğretmiştir. Ekonomik durumdan kaçınma girişimindeki birey kendi hatalı tepkilerinin yarattığı tuzakta kaçınılmaz olarak sıkışıp kalabilir. Mutlak doğruya giden yolumuz bu gibi sayısız hatadan geçecektir.
II. Toplu Yaşam İhtiyacı
Toplu yaşamın kuralları, gerçekten de soğuğa karşı korunma, evlerin inşa edilmesi gibi işler için belirli önlemleri mecbur kılan iklim kanunları kadar aşikârdır. Topluma ve toplu yaşama karşı zorunluluk biçimleri, tamamen anlamamız gerekmeyen dinsel yapılarda mevcuttur. Toplumsal kuralların kutsallaştırılması toplum üyeleri arasında bir bağ görevi görür. Hayatımızın koşulları ilk önce kozmik etkiler tarafından belirlense de bu koşullar aynı zamanda insanların sosyal ve toplumsal yaşamı tarafından şekillenir. Dahası, bunlar toplu yaşamdan kendiliğinden ortaya çıkan kanunlar ve düzenlemeler tarafından