Название | İnsanı Tanıma Sanatı |
---|---|
Автор произведения | Alfred Adler |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 9786258361148 |
İÇİNDE YAŞADIĞIMIZ DÜNYA
I. Evrenimizin Yapısı
Her insanın çevresiyle uyum sağlamak zorunda olmasından kaynaklanan, ruhsal mekanizmasının dış dünyaya dair izlenimler elde etme yetisi vardır. Buna ek olarak, ruhsal mekanizma, dünyanın kesin bir yorumuna ve çocukluğunun erken dönemlerine kadar uzanan ideal bir davranış örüntüsüne göre belirli bir hedefin peşine düşer. Her ne kadar bu kozmik yorumlamayı ve hedefi belirli ve kesin bir terimle ifade edemesek de her daim mevcut olan ve yetersizlik hissiyle daima zıtlık içinde bulunan bir atmosfer olarak betimleyebiliriz. Ruhsal hareketler sadece doğal bir hedefleri olduğunda ortaya çıkarlar. Bildiğimiz kadarıyla, bir hedefin kurgulanması değişim kapasitesini ve kati bir hareket serbestliğini gerektirir. Hareket serbestliğinden kaynaklanan manevi zenginliğin değeri küçümsenemez. Kendini yerden kaldıran çocuk ilk kez tamamen yeni bir dünyaya girer ve bu andan itibaren, bir şekilde, düşmanca bir atmosferi algılar. Hareket etmeye yönelik ilk girişiminde ve özellikle ayaklarının üzerinde dikilip yürümeyi öğrenmesinde, geleceğe dair ümidini ya güçlendirecek ya da tamamen yıkabilecek çeşitli derecelerdeki zorlukları tecrübe eder. Yetişkinlerin önemsiz ya da oldukça sıradan olarak gördükleri bu izlenimler çocuğun ruhunda muazzam bir etkiye sahip olabilir ve yaşadığı dünyaya dair izlenimlerini bütünüyle biçimlendirebilir. Bu suretle, hareket etmede zorluk çeken çocuklar kendilerine içine şiddet ve telaş hareketleri sinmiş bir ideal çizerler. Bu ideali onlara en sevdikleri oyunun ne olduğunu ya da büyüdüklerinde ne yapmak istediklerini sorarak keşfedebiliriz. Bu tipteki çocuklar genellikle soruları otomobil şoförü, lokomotif makinisti ve benzeri olmak istedikleri biçiminde yanıtlar. Böylece, hareket özgürlüklerini engelleyen her bir zorluğun üstesinden gelme arzularını açıkça belli ederler. Hayatlarının tek hedefi, tam anlamıyla bir hareket özgürlüğü sayesinde, sakatlık ve aşağılık hislerinin yok olacağı bir noktaya ulaşmaktır. Böylesi bir sakatlık hissinin, çok yavaş bir gelişim kaydeden ya da hayatında çok fazla hastalıkla karşılaşan çocuğun ruhunda kolayca ortaya çıkabileceği rahatlıkla anlaşılabilir. Benzer biçimde, gözlerinde kusurla doğan çocuklar bütün dünyayı çok daha yoğun görsel kavramlarla tercüme etme eğilimindedirler. İşitsel kusurları olan çocuklar ise kendilerine daha hoş gelen belirli tınılara aşırı ilgi gösterirler. Kısacası “müziğe yetenekli” olurlar.
Bir çocuğun dünyayı fethetme girişiminde kullandığı organlar arasında, duyu organları, içinde yaşadığı dünyaya karşı temel ilişkilerinin belirlenmesinde en önemli olanlardır. Kişi kozmik resmini duyu organları sayesinde çizer. Her şeyden öte, duyu organı, çevreye yönelen gözdür, her bir insanı dikkat vermeye zorlayan baskın biçimde görsel dünyadır ve insanın tecrübelerinde ona asıl veriyi sağlayan da odur. İçinde yaşadığımız dünyanın görsel resmi eşsiz bir öneme sahiptir. Öyle ki sadece geçici uyarıcılara karşı duyarlı olan kulak, burun, dil ve cilt gibi diğer duyu organlarıyla kıyaslandığında görme duyusu değişmez ve kalıcı temellerle ilgilenir. Ancak yine de kulağın baskın organ olduğu bireyler de bulunmaktadır. Burada akustik değerlere daha belirli bir biçimde dayanan bir ruhsal bilgi kaynağı yaratılmaktadır. Bu durumda ruhun baskın biçimde işitsel bir görüntüye sahip olduğu söylenebilir. Motor aktivitenin baskın olduğu bireylerle daha az sıklıkla karşılaşırız. Koklama ya da tat almaya dayalı uyarıcılara yönelik baskınlık ise bir başka tipe işaret etmektedir. Bunlardan ilki, yani kokuya karşı daha hassas olanlar, medeniyetimizde görece daha büyük bir dezavantaja sahiptir. Bunların dışında, kas sisteminin önemli bir rol oynadığı bazı çocuklar da vardır. Bu gruptakiler dünyaya daha büyük bir hareketlilik özelliğiyle gelirler. Bu durum onları çocuklukta sürekli harekete sürükler ve erişkinlikte de daha aktif olurlar. Bu gibi bireyler sadece kasların çalışmasının önemli bir rol oynadığı oyunlarla ilgilenirler. Hareketliliklerini uyku halinde bile sergilerler. Yataklarında durmaksızın kıpırdadıklarını gözlemlediğimizde bu durumu ispatlayabiliriz. Hareketlilikleri çoğu kez bir kusur olarak sayılan bu çocukları “huzursuz” olarak nitelendirmeliyiz. Genel itibariyle ister duyu organları olsun ister hareket sistemleri olsun dünyaya belirli bir organ ya da organ grubunun aşırı gelişimiyle yönelmeyen herhangi bir çocuğun neredeyse var olmadığı sonucuna varabiliriz. Her bir çocuk daha hassas organının dünyadan elde ettiği izlenimlerden, içinde yaşadığı dünyaya dair bir resim oluşturur. Bu yüzden insanı ancak dünyaya hangi duyu organları ya da organ sistemiyle yaklaştığını öğrendiğimizde anlayabiliriz. Çünkü bütün ilişkileri şu gerçekle renklenir: İnsanın eylemleri ve tepkileri, çocukluktaki kozmik resmin görüntüsünün çizildiği ve sonraki gelişimi üzerinde önemli bir rol oynayan organik kusurlarının etkisine dair bildiklerimiz üzerinden değer kazanır.
İçinde Yaşadığımız Dünya
II. Kozmik Resmin Gelişimindeki Unsurlar
Tüm aktivitelerimizi belirleyen ve her zaman var olan hedefimiz; kozmik resme biçim ve anlam vermeye yarayan belli ruhsal yetilerin seçimlerini, yoğunluklarını ve aktivitesini etkiler. Bu durum her birimizin hayatın belirli bir bölümünü ya da belirli bir olayı, yani aslında içinde yaşadığımız dünyayı deneyimlediğimiz gerçeğini açıklar. Her birimiz sadece kendi hedefine uygun olana değer veririz. Herhangi bir insanın davranışını gerçek anlamda anlamak, peşinde koştuğu gizli hedefi açık bir şekilde idrak etmeden mümkün değildir. Bütün hareketlerini bu hedefin etkilediğini anlayana dek, davranışının her boyutunu değerlendiremeyiz.
A. Algı
Dış dünyadan elde edilen bütün izlenimler ve uyarıcılar duyu organları aracılığı ile beyne iletilir. Burada bu izlenim ve uyarıcıların belli başlı izleri tutulur. Bu işaretlerin üzerine hayal gücü dünyası ve hafıza dünyası inşa edilir. Ancak algı, görsel bir imgeyle asla kıyaslanamaz çünkü algılayan kişinin bireysel ve özgün niteliği, ayrılmaz bir biçimde algıyla ilintilidir. Kişi gördüğü her şeyi algılamaz. Aynı resme iki farklı insan benzer biçimde tepki vermez. Şayet gördükleri resimden ne algıladıklarını sorsak ikisi de çok farklı yanıtlar verecektir. Bir çocuk, çevresinde sadece, çeşitli nedenlerle daha önceden belirlenmiş olan davranış örüntüsüne uygun düşen şeyleri algılar. Görsel eğilimi özellikle iyi gelişmiş çocukların algılarının baskın bir biçimde görsel bir karakteri vardır. İnsanlığın büyük bir çoğunluğu muhtemelen görsel zekâya sahiptir. Diğerleriyse kendilerine göre yarattıkları dünya resminin mozaiğini baskın bir biçimde işitsel algılarla doldurur. Bu algıların tam olarak gerçeklikle aynı olması gerekmez. Herkes dış dünyayla bağlarını hayat örüntüsüne uyacak biçimde yeniden şekillendirip düzenleyebilir. Bir insanın bireyselliğiyle emsalsizliği neyi algıladığına ve nasıl algıladığına bağlıdır. Algı basitçe fiziksel bir olgudan ötedir. İç yaşamla ilgili en kapsamlı sonuçları çıkarabileceğimiz ruhsal bir işlevdir.
B. Hafıza
Ruhun gelişimi, algının gerçekleri temeline kurulan aktivite gereksinimiyle yakından ilişkilidir. Ruh ise doğal olarak insan organizmasının hareketliliğiyle ilişkili olup aktiviteleri bu hareketliliğin hedefi ve amacıyla belirlenir. İnsanın, içinde yaşadığı dünyaya yönelik uyarıcılarını ve ilişkilerini edinip düzenlemesi gerekir. Bununla beraber, bir uyum organı olarak ruhunun savunmasında önemli bir rol oynayan ve ayrıca, varlığını sürdürmesinde etkin olan tüm bu yetileri geliştirmesi gerekir.
Artık hayatın sorunlarına karşı ruhun bireysel tepkisinin ruhun yapılandırmasında izler bıraktığı açıkça anlaşılmaktadır. Hafıza ve değerlendirmenin işlevlerine uyum zorunluluğu yön vermektedir. Hafıza olmadan geleceğe dair herhangi bir önlem almak imkânsız olurdu. Bütün hatıraların kendi içinde bilinçdışı bir hedefleri olduğu sonucuna