Doksan Üç. Виктор Мари Гюго

Читать онлайн.
Название Doksan Üç
Автор произведения Виктор Мари Гюго
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 978-625-6485-90-7



Скачать книгу

okudum.”

      “Okuyabiliyorsunuz demek.”

      “Evet, yazabiliyorum da. Cahil olduğumu mu düşündünüz?”

      “Okumayı bildiğinize ve afişi okuduğunuza göre beni teslim edene altmış bin frank verileceğini de biliyorsunuzdur.”

      “Biliyorum.”

      “Hem de kâğıt para olarak değil.”

      “Evet biliyorum, altın olarak.”

      “Beni teslim edenin başına talih kuşu konacağının farkında değil misiniz?”

      “Farkındayım.”

      “Beni teslim eden bir servete sahip olacak.”

      “Evet, ne olmuş?”

      “Bu bir servet!”

      “Ben de aynen bunları düşündüm. Sizi gördüğümde dedim ki kendime, ‘Bu adamı birisi yakalarsa eğer altmış bin frank kazanacak ve başına talih kuşu konacak. Öyleyse acele edeyim de bu adamı saklayayım.’ “

      Marki, dilenciyi takip etti.

      Bir çalılığa girdiler. Dilencinin kulübesi buradaydı. Büyük ve eski bir meşe ağacının altında adamın oturması için bir tür oda vardı. Köklerinin altında oyulmuş ve dallarla kaplıydı bu yer. Karanlık, alçak, gizli ve esasen görünmez bir alandı. İçinde iki kişilik yer vardı.

      “Bir misafirim olabileceğini tahmin etmiştim.” dedi dilenci.

      Bretonya’da bu tür yer altı barınağına karnihot denir. Bu barınaklar tahmin edebileceğinden daha nadir görülür. Kalın duvarlar içine inşa edilen saklanma yerlerine de aynı isim verilmektedir. Yerde birkaç güğüm vardı. Saman veya yıkanıp kurutulmuş, kaba deniz otundan yapılmış bir yatak, kalın yünlü bir battaniye ve birkaç mum yağı kandili, gerektiğinde ateş yakmak için kibrit olarak kullanılacak bir çakmak taşı, bir parça çelik ve ince dallar ile döşenmişti.

      Eğildiler, bir süre emeklediler ve ağacın kalın kökleriyle garip bölmelere ayrılan bir odaya girdiler. Yatak görevi gören kuru deniz yosunu yığınının üzerine oturdular. İçinden girdikleri ve bir kapı görevi gören iki kök arasındaki boşluk, belli bir miktar ışık geçiriyordu. Gece bastırmıştı ancak insan gözü kendini ışığın değişimine alıştırır ve karanlıkta bile bazen gün ışığı varmış gibi görür. Ay ışığının yansıması girişi aydınlatıyordu. Köşede bir testi su, bir somun karabuğday ekmeği ve biraz kestane vardı.

      “Haydi yiyelim.” dedi dilenci.

      Kestaneleri bölüştüler. Marki cebinden çıkardığı sert galetayı adama verdi. Kara somunu bölüp yediler ve sohbet ederken aynı testiden sırayla su içtiler.

      Marki adamı sorgulamaya devam etti:

      “Öyleyse ne olursa olsun, hepsi sizin için aynı.”

      “Hemen hemen. Bu tür işlerle ilgilenmek siz lortların görevidir.”

      “Ama örneğin şu anda ne olanlar…”

      “Bütün bu olanlar beni aşıyor.”

      Dilenci ekledi:

      “Ayrıca, daha mühim olan şeyler var; güneş doğuyor, ay da büyüyüp küçülüyor. Beni ilgilendiren türden şeyler bunlar.”

      Testiden bir yudum aldı:

      “Güzel ve tatlı su!”

      Sonra devam etti:

      “Suyu nasıl buldunuz lordum?”

      “Adınız nedir?” diye sordu Marki.

      “Benim adım Tellmarch ama bana Caimand derler.”

      “Anlıyorum. Caimand buralara özgü bir kelimedir.”

      “Ve dilenci anlamına gelir. Bir de Le Vieux13 derler bana.”

      Dilenci devam etti:

      “Kırk yıldır Le Vieux olarak anılıyorum.”

      “Kırk yıldır! Ama o zamanlar genç olmalısınız!”

      “Ben hiç genç olmadım. Siz hâlâ gençsiniz, Marki. Yirmi yaşında bir adamın bacaklarına sahipsiniz. Ben zorlukla yürüyebiliyorken siz büyük kum tepesine tırmanabiliyorsunuz. Biraz yürüyeyim hemen yoruluyorum. Aynı yaşta olsak dahi zenginlerin bize göre avantajları vardır. Her gün yemek yerler mesela. Yemek insanın gücünü korur.”

      Bir an sessizlikten sonra dilenci devam etti:

      “Zenginlik ve yoksulluk. Ne fena! Bana öyle geliyor ki tüm felaketlerin nedeni bu. Yoksullar zengin olmak istiyor, zenginler yoksullaşmak istemiyor. Bence her şeyin temelinde bu var. Ama bu tür konulardan yana bir rahatsızlığım yok. Ne olursa olsun, ben ne alacaklıdan ne de borçludan yanayım. Bildiğim bir şey varsa o da bir borç varsa ödenir. Kral’ı öldürmemiş olmalarını isterdim ama bunu neden istediğimi açıklamak zor. Ama böyle deyince bana şunu söylüyorlar: ‘İnsanları bir hiç uğruna nasıl astıklarını bir düşünün! Kral’ın geyiklerinden birine yapılan sefil bir atış için, bir keresinde bir adamın asıldığını gördüm. Bir karısı ve yedi çocuğu vardı.’ Her iki tarafın da söyleyecek bir şeyleri var.”

      Tekrar sustu, sonra devam etti:

      “Elbette bunları biliyorsunuz. Olup biteni biliyormuş gibi yapmıyorum çünkü bilmiyorum. Birileri gelip gidiyor, bir şeyler değişiyor. Ben ise yıldızların altında yaşamaya devam ediyorum.”

      Tellmarch yine düşüncelere daldı. Sonra sürdürdü:

      “Kırık çıkık ve ilaç hakkında bir şeyler bilirim. Otlara ve bitkilerin kullanımına aşinayım. Köylüler beni onların anlamadıkları işlerle uğraşan biri olarak görüyor. Ve bana büyücü diyorlar. Çünkü hülyalar görüyorum diye beni âlim sanıyorlar.”

      “Buralardan mısınız?” diye sordu Marki.

      “Evet, buralardan hiç gitmedim.”

      “Beni tanıyor musunuz?”

      “Elbette. Sizi son gördüğümde, İngiltere’ye giderken buralardan geçiyordunuz. İki yıl önce olsa gerek. Şimdi de kum tepesinde bir adam gördüm, uzun boylu. Buralarda uzun erkek pek olmaz. Bretonya kısa boylu adamların ülkesidir. Daha yakından baktım; afişi okumuştum ve kendi kendime, ‘Bak sen şu işe!’ dedim. Ve siz aşağı indiğinizde, ay ışığı size vurdu ve sizi tanıdım.”

      “Ama ben sizi tanımıyorum.”

      “Siz bana baktınız ama beni hiç görmediniz.”

      Dilenci Tellmarch ekledi:

      “Sizi gördüm. Yoldan öylece geçen birileri gibi öylesine bakmaz dilenciler.”

      “Sizinle daha önce hiç rastlaştık mı?”

      “Tabii çünkü ben sizin dilencinizim. Yolda, kalenin altında yalvarırdım. Bazen bana sadaka verirdiniz. Veren adam fark etmez ama alan adam endişeyle bakar ve iyi gözlemler. Dilenciler doğuştan casustur. Ama ne kadar kötü durumda olsam da kötü niyetli bir casus olmamaya çalışıyorum. Eskiden elimi uzatırdım ve siz bundan başka bir şey görmezdiniz. Bazen sabahleyin attığınız sadaka beni gece açlıktan ölmekten alıkoyardı. Yirmi dört saat ağzıma tek bir lokma koymadan günlerimi geçirdiğimi bilirim. Öyle anlar olur ki bir metelik hayatınızı kurtarır. Size bir hayat borçluyum ve şimdi de borcumu ödüyorum.”

      “Doğru, benim hayatımı kurtarıyorsunuz.”

      “Evet, hayatınızı kurtarıyorum, Monsenyör.”

      Tellmarch’ın



<p>13</p>

(Fr.) İhtiyar. (ç.n.)