Doksan Üç. Виктор Мари Гюго

Читать онлайн.
Название Doksan Üç
Автор произведения Виктор Мари Гюго
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 978-625-6485-90-7



Скачать книгу

İngiliz Treton ile evlenmiştir. Ormanda saklanan Épineux-le-Chevreuil, Sillé-le-Guillaume, Guillaume, Parannes olmak üzere tüm adamları ziyaret edeceksin. Ahbaplık edecek, onları yukarı ve aşağı Maine sınırlarına göndereceksin. Vaisges semtinde Jean Treton’u, Bignon’da Sans-Regret’i, Bonchamps’ta Chambord’u, Maisoncelles’te Corbin kardeşleri göreceksin. Ve Saint-Jean-sur-Evre’de Petit-Sans-Peur’u göreceksin, o Bourdoiseau denen kişidir. Bunu yaptıktan ve ‘Ayaklanın!’ ‘Acımak yok!’ sloganlarını söyledikten sonra, nerede olursan ol Kraliyet ve Katolik büyük ordusuna katılacaksın. D’Elbée, de Lescure, de la Rochejaquelein ve onlar gibi hâlâ yaşıyor olabilecek liderleri göreceksin. Onlara komutanımın nişanını göstereceksin. Ne anlama geldiğini onlar bilirler. Sen basit bir denizcisin ama Cathelineau da bir takım arkadaşından başka bir şey değil. Onlara benden şu mesajı ilet: Büyük ve küçük olmak üzere iki savaşa katılma zamanı. Büyük olanın kuru gürültüsü vardır ama küçük olan işimize yarar. Vendée oldukça iyi ama Chouannerie beterin de beteri. Ve bir iç savaşta beter olan güçlü taraftır. Bir savaşın başarısı, neden olduğu kötülüğün miktarıyla değerlendirilir.”

      Susmuştu.

      “Halmalo, sana tüm bunları söylüyorum, kelimeleri anlayamıyorsun ama algıların keskin. Meseleleri de kendin anlamlandırabilirsin. O kayığı idare ettiğini gördüğümden beri sana güvenim tam. Geometri hakkında hiçbir bilgin olmadan yaptığın deniz manevraları muhteşemdi. Bir kayığa yön verebilen bir ayaklanmaya da kılavuzluk edebilir. Denizi idare ediş biçimine bakılırsa talimatlarımı da aynı şekilde iyi uygulayacağından eminim. Tekrarlıyorum: Benim ağzımdan çıkan her şeyi, her kelimeyi hatırlayabildiğin kadarıyla şeflere anlat. Onlara, kavradığın her şeyi doğru aktaracağına eminim. Ormanda bir savaşı, meydan savaşına tercih ederim. Yüz bin köylüyü Mavi askerler ve Carnot’un toplarına maruz bırakmaya hiç niyetim yok. Bir ay içinde ormanda gizlenmiş beş yüz keskin nişancının olmasını bekliyorum. Cumhuriyet ordusu benim avım. Kaçak avlanma da bir savaş yöntemidir. Çalılıklar da benim stratejim! Muhtemelen bunu da anlayamazsın ama önemi yok. Neyse, sana dediğimi iyi belle: Acımak yok! Her tarafta tuzak var! Normal Vendean Savaşı’ndan çok Chouannerie gibi olacak bu savaş. İngilizlerin bizim tarafımızda olduğunu da söyle. İki ateş arasında cumhuriyeti yakalayalım. Avrupa bize yardım ediyor. Devrimi durduralım. Krallar, bir taht savaşı veriyor, biz de halkımız ve bölgemiz için savaş vereceğiz. Bunların hepsini söyleyeceksin. Anladın mı beni?”

      “Evet. Her yeri ateşe vermek, her şeyi kılıçtan geçirmek lazım.”

      “İşte bu ve sonra…”

      “Acımak yok.”

      “Hiç kimseye.”

      “Her yere gideceğim.”

      “Ve her zaman tetikte ol. Çünkü bu bölgelerde çok kolay bir şekilde ölebilirsin.”

      “Ölümden korkmuyorum. İlk adımını atan kişi son kez ayakkabılarını giymiş olabilir.”

      “Sen cesur bir adamsın.”

      “Peki ya bana sizin adınız sorulursa?”

      “Henüz bilinmesi gerekmiyor. Bunu bilmediğini söyleyeceksin ve doğrusu da bu zaten.”

      “Sizi tekrar nerede göreceğim?”

      “Gittiğim yerde.”

      “Nerede olduğunuzu nasıl bileceğim?”

      “Herkes bunu bilecek. Sekiz gün geçmeden beni duyacaksın. İbretlik şeyler yapacağım; Kral’ın ve dinin intikamını alacağım. Şunu gayet iyi bileceksin ki, herkesin konuştuğu adam ben olacağım.”

      “Anlıyorum.”

      “Hiçbir şeyi unutma.”

      “Bundan emin olabilirsiniz.”

      “Şimdi git Tanrı yardımcın olsun! Hadi!”

      “Bana verdiğiniz bütün emirleri yerine getireceğim. Gideceğim, konuşacağım, itaat edeceğim ve emredeceğim.”

      “Güzel.”

      “Ve eğer başarırsam…”

      “Seni bir Saint-Louis şövalyesi yapacağım.”

      “Tıpkı kardeşimi yaptığınız gibi. Eğer başaramazsam da beni kurşuna dizdirirsiniz.”

      “Kardeşine yaptığım gibi.”

      “Peki, Monsenyör.”

      Yaşlı adam başını eğdi. Kasvetli düşüncelere dalmış gibiydi. Gözlerini yerden kaldırdığında artık yalnızdı. Halmalo, ufukta kaybolan siyah bir lekeden ibaretti.

      Güneş daha yeni batmıştı; deniz martıları ve başlıklı martılar okyanustan yurtlarına doğru göç ediyorlardı. Hava, geceden beri devam eden o meşhur kasvet ile doluydu. Ağaç kurbağaları vırakladı, yalıçapkını havuzlardan ıslık çalarak uçtu, martılar ve kargalar her zaman yaptıkları gibi akşam gürültülerini sürdürdü, sahil kuşları birbirlerine seslendi. Gel gör ki ortalıkta bir insan sesi duyulmuyordu. Mutlak bir yalnızlıktı bu. Ne koyda bir yelken görünüyordu ne de tarlalarda bir köylü; göz alabildiğince kasvetli bir genişlik uzanıyordu boydan boya. Kumdaki uzun deve dikenleri titredi. Soluk alacalı gökyüzü tüm kıyıya kurşuni bir ışık saçıyordu ve uzaktan görünen karanlık düzlükteki göletler, yere düz serilmiş kalay tabakalarına benziyordu. Denizden usulca bir rüzgâr esiyordu.

      DÖRDÜNCÜ KİTAP

      TELLMARCH

      I

      KUM TEPESİNİN ÜSTÜNDE

      Yaşlı adam Halmalo gözden kaybolana kadar bekledi. Sonra denizci kabanına sıkıca sarılarak yavaş yürümeye başladı. Düşüncelere dalmıştı. Huisnes’in yönündeydi. Halmalo ise Beauvoir tarafına doğru gitmişti.

      Saint-Michel Dağı muazzam bir üçgen gibi yükseliyordu. Arkasında ise katedral tacı, biri yuvarlak diğeri kare olmak üzere iki büyük doğu kulesiyle zırha benzeyen kale görkemli bir şekilde duruyordu. Köyün ve kilisenin yükünü sırtlamış ve dağın yükünü hafifletmişti sanki. Cheops piramidi çölde nasıl bir sınır işaretiyse Saint Michel Dağı da deniz için bir işarettir.

      Saint-Michel Dağı’ndaki kumlar çok çabuk hareket eder ve bir anda kum tepeleri oluşuverir. O sıralar Huisnes ve Ardevon arasında çok yüksek bir kum tepesi vardı, şimdilerde çoktan yok olmuştur. Ekinoksal fırtına ile hizalanan bu kum tepesi oldukça eskiydi ve zirvesinde bir kilometre taşı vardı. Bu taş on ikinci yüzyılda, Canterburyli Saint Thomas’ın suikastçılarına karşı Avranches’te düzenlenen konseyin anısına dikilmişti. En tepesine çıkan birisi çepeçevre tüm yöreyi görebilir ve gideceği pusulayı belirleyebilirdi.

      Yaşlı adam adımlarını bu kum tepesine yöneltti ve yukarı tırmandı.

      Zirveye ulaştığında, yön gösteren dört taştan birinin üzerine oturdu. Anıta yaslanarak ayağının dibinde coğrafi bir harita gibi uzanan araziyi incelemeye başladı. Bir zamanlar aşina olduğu bu yörede bir rota arıyor gibiydi. Alaca karanlıkla örtülü bu geniş manzarada, ufkun soluk gökyüzüne karşı karanlık çizgisinden başka hiçbir şey açıkça görülmüyordu.

      On bir mezra ve köyün kümelenmiş çatıları görünüyordu. Sahilin tüm çan kuleleri birkaç mil ötede, ihtiyaç anında denizcilere işaret görevi yapabilecek şekilde yüksekte duruyorlardı.

      Yaşlı adam birkaç dakika sonra bu loş ışıkta aradığını bulmuş gibiydi. Görüş alanında, vadi ile orman arasında kısmen görülebilen ağaçlardan, duvarlardan ve çatılardan oluşan bir resim vardı. Bu bir çiftlikti. Kendi kendine “İşte