Medeniyetlerin dünya kültür tarihine kattıkları zenginliklerin başında, yüzyılların imbiğinden geçmiş kendi damak zevkleri gelir. Türk mutfağını dünya Lezzetleri sofrasında baş sıralarda yer alır. Her bölgemiz, hatta neredeyse her şeyimiz birden fazla medeniyete beşik olmuş ve bu olağanüstü birikim kendini gastronomik incelikte ve zenginlikte açığa vurmuştur.
Çehov tarzı hikâye yazımının ülkemizdeki öncüsü ve üstadı olan Memduh Şevket Esendal’ın Bir Kucak Çiçek isimli eserinde 25 hikâye yer alıyor. Her türden devlet görevlisini, işçiyi, köylüyü, kısacası memleket ahalisini çok iyi tanıyan ve kahramanlarını onlardan seçen Esendal, altını çizmeden, süslemeden, diliyle, üslubuyla zamana yenik düşmeyen hikâyelerin nasıl yazılabileceğini gösteriyor. «Ortaokulun bütün öğretmenleri, başlarında Müdür Hanım, bahçelerinde ne kadar çiçek varsa toplayıp getirdiler, Bedriye’nin eline döktüler, onu kucaklayıp bağırlarına bastılar, yanaklarından öpüp saçlarını okşadılar…» «Bedriye şaşırdı, ağlamaya başladı; ne diyeceğini, nasıl teşekkür edeceğini bilemedi…» «Kuruldu kurulalı, bu şehirde hiç kimseye böyle bir düğün hediyesi verilmemiştir.»
"Bir Haydut Kuş"ta yer alan on bir hikâyenin ortak özelliği, çocukluk çağına dair temalar içermesi ve çoğunlukla da çocukların dilinden aktarılması… Hayvan sevgisi, aile bağları, merhamet gibi evrensel kavramları içeren; ülkemizde Çehov tarzı hikâye yazmanın öncüsü ve tartışmasız üstadı olan Memduh Şevket Esendal tarafından yazılan hikâyeleri büyük küçük herkesin hevesle okuyacağına inanıyoruz. «Çantayı kaptığım gibi kaçtım. Kim bilir arkamdan ne kadar söylenmiştir! Bereket versin ki öfkesi tez geçer. Bir suç işlesem, babamın sessizliğinden korkar, beni kızdırsa da anamın yürekte üzüntü bırakmayan söylenişlerini arar ve sanırım anamı daha çok severdim.»
"Kör Baykuş" romanıyla geniş kitlelerce tanınan ve çok da sevilen, çağdaş İran edebiyatının önde gelen isimlerinden Sadık Hidayet, edebiyatın farklı türlerinde de çok başarılı eserler vermiştir. Yedi kısa hikâyeden oluşan «Aylak Köpek» de, Hidayet’in hikâyeciliğindeki ustalığının ispatı gibidir âdeta. Doğu mistisizmi ile Batı gerçekçiliğinin iç içe geçtiği hikâyelerdeki kasvetli hava, yazarın ruh hâlinin bir yansıması olmasının yanı sıra, yazıldığı döneme dair de bir ipucu niteliğindedir. Her yazar az ya da çok kendisini de sıkıştırır kelimelerinin arasına. Hidayet’te ise bu had safhadadır demek yanlış olmaz. «Aylak Köpek», tekrar tekrar okunmayı, bugün olduğu gibi yarın da ilgi görmeyi, kelimelerle kurduğu dünyanın gücüyle fazlasıyla hak ediyor. «Ancak insanlar her zaman karanlıktan ve yalnızlıktan kaçmaya çalışırlar. Kulaklarını ölümün sesine kapatır, kişiliklerini hayatın bağırış çağırış, kavga gürültüsü arasında kaybedip yok etmeye uğraşırlar!»
Ahmet Mithat Efendi’nin dönemin kerhanelerinin ve toplumsal yapısının iç yüzünü en gerçekçi hâliyle okuyucuya sunmakta olduğu “Henüz 17 Yaşında”, tesadüfi bir şekilde yolu Beyoğlu kerhanelerinden birine düşen Ahmet Efendi ve orada tanıştığı “henüz 17 yaşındaki” Kalyopi’nin hikâyesini konu alan sürükleyici ve bir o kadar da etkileyici bir romandır. Ahmet Efendi birbiri ardına gerçekleştirdiği “alışık olunmayan” ziyaretler ile Kalyopi’nin gönül acımasının ve insanlığının izine, başına gelenlerin ve onu bu batakhaneye sürükleyen nedenlerin peşine düşer. Kalyopi’ye gerek içten bir dost gerek bir baba gibi yaklaşmakta olan Ahmet Efendi gelecek günlerle geçmiş günlerin acısını unutturabilecek midir? “Senin adın nedir?” “Bana Kalyopi derler, efendim; küçük Kalyopi!” “Demek oluyor ki burada bir de büyük Kalyopi vardır.” “Hayır, buradaki kızların en küçüğü ben olduğum için…” “En küçüğü mü? Kaç yaşındasın?” “Henüz 17 yaşında!”
Bu coğrafyada yaşayan herkesin en az bir fıkrasını bildiği ya da duyduğu ulusal bir kişilikten söz ediyoruz: Nasreddin Hoca… Diktatörler, hükümdarlar ve devlet erkânı ne kadar güç, kudret sahibi olursa olsun mizahla baş edemezler. İşte Nasreddin Hoca da her defasında keskin zekâsıyla, nükteleriyle çoğu zaman padişahları bile alt edebilen bir mizah anlayışına sahiptir. Âdeta bir mizah dehasıdır. Nasreddin Hoca memleketimizin gülümseyen yüzüdür diyebiliriz. Onun hazırcevaplığı ve bilge kişiliği, bizleri güldürürken her zaman düşünmeye de sevk ediyor. Nasreddin Hoca öyle bir kişilik ki bundan sonraki yıllarda da o hep bizim ve neslimiz için yol gösterenimiz, ışık tutanımız ve güler yüzlü öğretmenimiz olmaya devam edecektir. Hikâye bu ya, Hoca eşeğiyle Akşehir sokaklarında düdük satmaya başlamış. Düdüğü çok seven çocuklar, kapış kapış düdük alıyormuş. Bir gün pinti bir komşusu: “Hoca.” demiş. “Şu düdüklerden bir tane ödünç ver de bizim çocuk hevesini geçirsin.” Hoca yarım ağızla cevap vermiş: “Parayı veren düdüğü çalar.”