Elips Kitap

Все книги издательства Elips Kitap


    Yaban Gülü

    Güzide Sabri

    Türk edebiyatında Cumhuriyet’in ilk yıllarıyla birlikte artış gösteren aşk romanları, özellikle kadın yazarlar tarafından rağbet gören bir tür olmuştur. İlk olarak 1925 yılında yayımlanan «Yaban Gülü» adlı eseriyle Güzide Sabri, döneminin popüler aşk romanı yazarları arasında yer alırken bu akımın öncülerinden biri olarak sayılabilir. Umut ve umutsuzluk arasında yalpalayan iki gencin aşkını anlatan «Yaban Gülü», Güzide Sabri’nin güçlü betimlemeleri ile hafızalara kazınmaya aday. Bir tebessümüne, bir bakışına feda olunacak denli güzel ama talihsiz Leyla ile aşkın en ızdıraplı kuyularına düşüp kendini kaybeden Feridun, aşkın her hâlini bizlere yansıtırken kalplerde ince bir sızı bırakıyor… «Keşke güzel olmasaydım. Keşke köyümün ıssız, viran köşelerinde kalsaydım da varlık içinde yoksullukla inleyen gönlümün acılarını duymasaydım…»

    Sahan Külbastısı

    Мемдух Шевкет Эсендал

    Bütün eserlerini samimi, arı bir üslup kullanarak ve akıcı bir lisan ile yoğurarak oluşturan usta yazar Memduh Şevket Esendal, Sahan Külbastısı’nda birbirinden güzel 24 hikâyeyi okuyucularıyla buluşturuyor. Esendal, kaleminden dökülen bu hikâyelerde; okuyucunun ilgisini çekecek toplumsal konulara özellikle değinmiş, en umutsuz ve içinden çıkılması imkânsız bir hâl almış durumlarda bile mizah kabiliyetini kullanarak tebessüm ettirmeyi başarmıştır. Siyahın kötülük, beyazın saflık ve iyilik, belirsizliğin ise gri renk ile özdeşleştirildiği bu renk cümbüşünde bazen kendi rengimizi bulmamız zorlaşabilir. Bunu aramak faydasızdır. Zira insan, kalıplara sığdırılamayacak ve tek bir renge bürünemeyecek kadar karmaşıktır. Pek çok çeşitliliğe sahip bu hikâyelerde de her renkten karakterle karşılaşmanız mümkündür. “Hoşça yaşamanın bir yolunun da bulunduğun yerin rengine boyanmak olduğu”na inanan yazarın öykülerinde her kuşaktan insanın gökkuşağına dönüşmesi ise neredeyse kaçınılmazdır.

    Otlakçı

    Мемдух Шевкет Эсендал

    Dilinin sadeliği ile her yaştan insan tarafından anlaşılarak gönüllerinde taht kuran, saf ve samimi Anadolu insanına kalemiyle hayat veren Memduh Şevket Esendal; bizzat deneyimlediği yaşantıları ve gözlemlediği gerçeklikleri tüm çıplaklığıyla sayfalara dökerek «Otlakçı»yı meydana getirmiştir. Bu hikâyeler okyanusunda herkese yetecek kadar öykü adası vardır. Bazı adalarda okul çıkışında öğrencilerin kavgasına şahit olup kimin kazanacağına dair iddiaya tutuşuruz; bazılarında ise kumar oynayarak zenginleşen kocasından boşanmak isteyen kadının mektubunda, helalinden bir lokma yemenin özlemini yanaklarından süzülen iki damla gözyaşında buluruz. Kitaba ismini veren «Otlakçı» hikâyesinde ise Mahmut ile karşılaşırız. Aslında hepimizin hayatında var olan bu Mahmut, herkesten tütün otlanır. Üstelik iyi tütünleri seçer, kalan tozu da sahibine hediye olarak bırakır!.. Kısacası güldüren, ağlatan, eğlendirirken düşündüren bu duygu deryasında hikâyelere doğru kulaç atarken geriye dönüp baktığınızda size tebessümle el sallayan insanlar göreceksiniz…

    İhtiyar Çilingir

    Мемдух Шевкет Эсендал

    Türk edebiyatında durum hikâyeciliğinin mihenk taşı sayılan Memduh Şevket Esendal, İhtiyar Çilingir adlı kitabında okuyucularına kendi gözünden dünyayı anlatır. Sosyal konuları ele alan Esendal, fesin terk edilip şapka giyilmesi kanununu ve bu yeniliğin topluma olan etkilerini gözler önüne serer. Başkalarının sözüyle hareket eden insanların akıbetlerini işler. Meşrutiyet ve hürriyet olgularının toplum tarafından nasıl idrak edildiğini mizahi bir üslupla aktarır. Sayfaları çevirirken Bozdağı hikâyesinde kendinizi esrarengiz bir cinayetin delillerini ararken bulacak; Bay Özarıer hikâyesinde ise duyguları kullanılan bir insanın acısını derinden hissedeceksiniz. Her hikâyede, içinizde sükût hâlinde bekleyen hisler uyanacak; kendinizi âdeta bir değişimin içinde bulacaksınız. «Bir gün bencileyin bir uçuruma yuvarlanırsanız, artık her şey burada bitti sanmayınız. Acılar, umutsuzluklar bir ömür sürmez. Bir bıçak yarası nasıl savar, yerinde bir iziyle biraz sızısından başka bir şey kalmazsa gönül yarası da böyledir. Acısı geçer de sızı kalır.»

    Gödeli Mehmet

    Мемдух Шевкет Эсендал

    Cumhuriyet döneminin en üretken yazarlarından biri şüphesiz Memduh Şevket Esendal’dır. Yazdığı sayısız hikâyeleriyle Esendal, Türk edebiyatının zenginleşmesinde önemli rol oynamıştır. On sekiz hikâyenin yer aldığı «Gödeli Mehmet», bizi iyi kötü, acı tatlı pek çok yaşantıyı bir de Esendal’ın gözünden görmeye davet ediyor. Bu hikâyelerde kâh yaşlı bir adamın hüznüyle hemhâl olacak kâh bir bayram gününde özlenilen o çocukluğu yâd edeceksiniz. Kim bilir, sayfaları çevirdikçe belki de kendi hikâyenizi bulacaksınız… Ne zaman sana elimi uzattımsa ruhun dalgalandı, kollarımın arasında yalnız tatlı bir ceset buldum.

    Bizim Nesibe

    Мемдух Шевкет Эсендал

    Ardında bıraktığı güzel eserleri ve hikâyeleriyle bugün bile varlığını sürdürmeye devam etmektedir Memduh Şevket Esendal… İçten ve samimi kalemi sayesinde günlük hayatta karşılaştığımız pek çok karaktere onun sayfalarında da rastlarız. Öyle ki köyde dedikodu yapan ve ön yargılarının esiri olan insanlardan, gemide görevli mürettebat ve dalgalarla boğuşan kaptana kadar pek çok kişiyle karşı karşıya geliriz. Onları tanıyormuş hissine kapılırız. Hepimize aşina gelen bu hikâyeler, okuyucular için birer ders niteliğindedir. Kalemini âdeta bir ressam fırçası gibi kullanan Esendal, Bizim Nesibe’de yaşadığı dönemin portresini ustalıkla çizmiştir. Hikâyelerinin, yaptığı eleştiriler ile zenginleştirildiği bu portreye baktığımızda kimi zaman halkın sıkıntılarını kimi zaman toplulukta dilden dile konuşulan lakırtıları kimi zaman da gurbete giden insanların buğulu gözlerinden yüzlerine düşen bir damla gözyaşı manzaralarını görürüz. Siz okuyuculara da bu manzarayı temaşa etmek düşer. «Nedense yüreklerde bir ağırlık var, gönüllerde bir üzüntü duyuluyor. Bir felaket mi var? Bu seyahat istenilmiyor mu? Bu şehirde tatlı hatıralar mı var? Burada sevgililer mi bırakılıyor? Yok, hiçbiri değil… Ancak nedense, gene gönüller mahzundur!»

    Gobi Çöllerinde

    Sven Hedin

    "Gobi Çöllerinde", İsveçli büyük kâşif ve coğrafyacı Sven Hedin’in 1920’lerin sonlarında, kendi deyişiyle Asya’nın canevine yaptığı keşif gezisini anlattığı kitabıdır. Daha önce de ziyaret ettiği toprakları, bu kez bilim adamlarından oluşan bir ekiple keşfe çıkan Hedin, deve üstünde geçen zorlu yolculuğunda bugünkü iklim krizinin de ilk ipuçlarına yer verir. Tuttuğu günlüklerden yola çıkarak yazdığı ve bilimsel verilere boğarak sıkıcı hâle getirmekten kaçındığı için de kitap hem keyifle hem de merakla okunmaktadır. «Fakat ben bir türlü uyuyamıyor ve düşüncelere dalıyorum: Acaba ben, hakikaten, dünyanın en muazzam kıtası olan Asya’nın canevine gidecek olan en büyük ilmî kafilenin başında mıydım? Düşünüyor ve düşündükçe gözlerime uyku girmiyordu.»

    Kayıp Kuşlar Sahili

    Emin Göncüoğlu

    Huzursuz giden evliliğinden uzaklaşan Reha, kendini dinlemek için ailesinin yaşadığı yazlığa gider. Burada toparlanmak ve dinlenmek istese de çevresinde olup bitenlere dâhil olur ve bir başkası için iyilik yapmanın tadına erişir. Reha’nın evinden uzakta geçirdiği süre, onun için bir değişimin başlangıcı olur. Sonrasında bir kitapçının tozlu raflarında unutulmuş, eski bir kitap onu asıl benliğiyle tanıştırır. O, artık eski Reha değil, kendini bilen ve yaşamı tanıyan biri olmuştur. “Güz rüzgârları artık daha sert esmeye başlamıştı. Yerler, yollar, parklar, solup sararmış ve dökülmüş ağaç yaprakları ile doluydu. Baktığım her köşeden, seyrettiğim her kareden mutsuz olacağım bir mana çıkarıyordum.”

    Kâğıttan Kayıklar

    Emin Göncüoğlu

    Eski bir arkadaş ile karşılaşan Muktim'in hatıralarını andığı bir gecenin ardından, pencereden gördüğü Zeliha ve her hafta sonu yalnız yaşadığı evine gelen kız kardeşiyle sevimli yeğeni; onun dününde ve bugünündeki hüzünlerini taşıyor. Tıpkı sevgili yeğeninin banyodaki su dolu leğen üzerinde yüzdürüp batırdığı kâğıttan kayıklar gibi. “Pek canını sıkmak istemem ama buraların da kaçıp geldiğin büyük kenti aratmayacak hâle geldiğini, belki de kötü bir aslın daha kötü bir taklidi olmaya başladığını pek bilmiyorsun. Yani anlayacağın, buraların da cennete benzer bir hâli yok. Belki bir iki şey dışında burada da her şey pahalı; tiyatro yok, sinema yok, üzerinde rahatça gezip dolaşacağın bir yer yok, kitap yok kitapçı yok. Eskiden beri var olanlardan biri işkembeci, biri kasetçi oldu. Sessizlik var, hantallık var. Büyük kentlerden küçük kentimize gelen ve yaşam yerine ölümü anlatan, insan gözü ne görüyorsa onu anlatmak yerine, ulaşılması imkânsız ve olmayan bir sürü zırva şeye ağıtlar düzen büyük şarkıcılar var. Artık bu küçük kentin küçük insanları, küçük salonlara sığmadıkları için stadyumlara doluyorlar. Ama oraya da sığmayıp sokaklara taşıyorlar. Bu küçük kentin insanları dinledikleri bu şarkıcılara ağlıyorlar; ağlarken de üşenmeyip birbirlerini dövüyorlar. Zaten bu akşam seni buraya belki de onun için getirdim. Belki de buraya kaçtım, seni de kaçırdım.”

    Göğsümüzdeki Nâr

    Banu Sancak

    Kâinata sığmazken Beytullah’ın şulesi, Kibrin gökdelenlerine emsâl oldu, Babil’in şirk kulesi… Ya Süleyman! Yetmiş iki dilde sussak da Canımızdan okudular bizi. Harut ve Marut’un ayak bilekleri, Zühre’nin göğe çakılan gözleri kadar kanayamaz, Çatlasa göğsümüzdeki nâr… Meğer ki; kehanet ile kerameti, bir tutmakmış intihar! Müştak Baba’nın; “Unuttum aslımı, nefs-i hevâya olmuşum tâbi” dediği ândayız… “Asra yemin olsun ki” hâlâ ziyandayız!