Kızılderili Mitolojisi. Daniel G. Brinton

Читать онлайн.
Название Kızılderili Mitolojisi
Автор произведения Daniel G. Brinton
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 9786258361001



Скачать книгу

iz bırakmış gibi gözüküyorlar. Mayalar, daha önce söylendiği üzere, Yucatan yarımadasına sahipti. Mayaların buraya aslen Büyük Antillerden geldiklerini düşünmemiz için bazı sebepler var. Ayrıca Panuco Nehri kıyılarında yaşayan Huastecaların ve Louisiana’da yaşayan Natçezlerin bunların soyundan geldikleri konusunda şüpheye yer yoktur. Mayaların dilleri Azteklerin dilinden büyük ölçüde farklıdır, ancak takvimleri ve mitolojilerinin bir kısmı onlarla ortak özelliklere sahiptir. Mayalar, yumuşak huylu ve son derece terbiyeli eski bir ulus gibi gözüküyorlar. Amerika ulusları içerisinde en gelecek vadeden çalışma alanını sunan onlardır. Taş tapınakları, sanattaki sıra dışı kabiliyetlerine hala tanıklık eder. Güvenilir bir efsane, Yucatan’ın altın çağının sonunu buranın Avrupalılar tarafından keşfinden bir yüzyıl öncesine tarihlendirmektedir. Daha önceleri burası, hükümdar yönetiminde bir krallıkmış ve uzun süreli barış ortamı güzel sanatların gelişmesine yol açmış. Ancak başkentleri Mayapan düşünce, iç anlaşmazlıklar şehirlerinin çoğunu mahvetmiş.

      Kuzey ve Güney Amerika medeniyetleri arasında, ortaya konmuş hiçbir bağlantı yoktur. Güney Amerika kıtası medeniyetleri, birbirine tamamen yabancı iki kabileyle sınırlıydı: 1) İmparatorlukları Bogota civarında bulunan Muiskalar, 2) Keçuvalar ve Aymaralardan oluşan iki akraba şubeyle dillerini ve halklarını Kordilera dağlıkları boyunca ekvatordan otuzuncu güney enlemine kadar yayan Perulular. Güney Amerika kabilelerinin medeniyetlerinin çıkış noktası, Titikaka Gölü gibi gözükmektedir. Burası, iç denizlerin ve iyi sulanmış düzlüklerin avcı bir yaşamdan tarımsal bir yaşama değişimi nasıl sağladığı gösteren başka bir örnektir. Bu dört ulus (Aztekler, Mayalar, Muiskalar ve Perulular), Kızılderililer arasında bulunan insani gelişim yasaları gereğince eş zamanlı ve bağımsız bir şekilde medeniyetlerini geliştirdiler. Asyalı veya Avrupalı öğretmenlere hiçbir şey borçlu değillerdi. Uzun süre İnkaların kendilerine ait bir dil konuştuklarını sanıldı ve bu, yabancı bir neslin kanıtı olarak düşünüldü; ancak Wilhelm von Humboldt, bunun yalnızca ülkelerinde konuşulan ortak dilin bir lehçesi olduğunu kesin olarak göstermiştir.28

      Kolomb, Küba adasına ilk kez vardığında diğer adalarda yaşayan tek gözlü yaratıklarla ilgili korkunç hikâyeler duydu. Ancak ayrım gözetmeksizin her yeri yağmaladı. Bu tek gözlü yaratıkların kötü nam sahibi Karayipliler olduğu ortaya çıktı. Bu insanların diğer adı, yaygın olarak dilimize geçen haliyle Cannibalstır29. Bu isim, insanlık dışı uygulamalarının bir ifadesidir. Bahsi geçen insanlar o dönemde Antillerin çoğunu ele geçirmiş ve Honduras ile Darien kıyılarında bir tutunma noktası elde etmişlerdi. Ancak anayurtları, Güney Amerika ana karasına işaret ediyordu. Sahip oldukları yerler şuralardı: Tüm kuzey kıyıları, en azından Amazon’un güney kıyılarına kadar iç kesimler ve batıda neredeyse Kordilleralara kadar olan kısım. Amazon ile Buenos Aires Pampaları arasında kalan devasa bölgede yaşayan Tupiler ve Guaranilerin bunlarla akraba olup olmadıkları hala tartışmaya açıktır. Gezgin D’Orbigny, bunun doğruluğunu büyük bir şevkle savunur. Dilsel bir benzerliğin olduğu kesin. Bununla beraber açıklanması çok zor bir karakter zıtlığı söz konusu. İkinci saydıklarım; çoğunlukla barışçıl, kendi halinde, ilgisiz, donuk ve hırsı olmayan bir toplumdu ve hala böyledirler. Oysa Karayipliler, el sanatlarında mahir cesur savaşçılar ve cüretkâr denizciler olarak korkunç bir şöhrete sahipti. Ayrıca zehirli okları, zalim ve iğrenç alışkanlıkları ve yaptıkları, nesiller boyunca dillerden düşmeyen bir dehşet unsuru haline geldi.30

      Pampalar, Patagonya ve Ateş Toprakları yerlileri hakkında bildiklerimiz, bu insanların Şili’nin Arukanyalıları ile aynı soydan geldiklerini gösterecek kadar belirgin değildir. Ancak bu görüşü akla yatkın hala getiren pek çok şey var. Bazı fiziksel özellikler, ortak bir özgürlük sevgisi ve savaş tutkusu, onları bir araya getirmekte ve aynı zamanda onları kuzey komşularının tam zıttı bir konuma yerleştirmektedir.31

      Özellikle Pasifik kıyısında birbirleriyle akrabalıkları belirlenmemiş pek çok kabile var. Nehir ulaşımı eksikliği, toprağın zorlu doğası ve belki oradaki nüfusun çok eski olması gibi etmenler, kıtanın bu kıyısındaki yerli aileleri birbirinden büsbütün ayırmış gibi gözüküyor. Diğer taraftan büyük nehir sistemleri ve Atlantik yamaçlarındaki engin düzlükler, göçleri ve haberleşmeyi kolaylaştırmış ve dolayısıyla binlerce kilometre karelik alan boyunca ulusal farklılıkları korumuştur.

      Kıtanın doğal özellikleri, dillerin fiili dağılımıyla kıyaslandığında, söz konusu çeşitli ailelerin eski zamanlardaki göçleriyle ilgili bir fikir oluşturmamızdaki tek rehberimizdir. Bu ailelerin destanları, en işlenmiş olanı bile, karışık ve çelişkilidir ve büyük bir kısmı kesinlikle masalsıdır. Cüretkâr bağdaştırmalar ve zorlama yorumlara başvurarak bunlardan, bu ırkın Kolomb öncesi dönemiyle bağlantılı bir anlatı oluşturmak güçlü bir hayal gücünün yardımıyla kolay bir iştir. Ancak bu anlatı, tarih bakımından son derece değersiz olacaktır. Kesin olarak en çok şu söylenebilir: İki Amerika kıtasındaki genel göç yolları, yüksek enlemlerden ekvatora ve büyük batı dağ silsilelerinden doğuya doğruydu. Atabaskların, Algonkinlerin, İrokuaların, Apalaşlıların ve Azteklerin yaşadıkları bölgelere kuzeyden ve batıdan göç etmiş olmaları dışında makul bir şüphe mevcut değildir. Güney Amerika’da istikamet, son derece tuhaf bir şekilde bunun tersidir. Karayipler, Tupi-Guarani kolundan ve Keçuvalar Aymara kolundansa32 bu devasa kıtanın nüfusunun onda dokuzu Rio de la Plata nehrinin baş tarafındaki step ve vadilerden uzaklaşıp Meksika Körfezi’ne doğru göç etmiş ve burada yüksek kuzey enlemlerinden aşağı doğru inen diğer göç dalgasıyla çarpışmış demektir. Zira Tupiler ile Aymaraların en eski geleneksel yurtları, tartışmasız bir şekilde Paraguay Nehri kıyıları ve Bolivya Kordilerası stepleridir.

      Bu hareket, belirli bir amacın dürtüsüyle büyük kitleler halinde gerçekleşmemiştir. Bunun yerine adım adım, soy soy gerçekleşmiş ve eski av sahaları çok yoğun nüfuslu hale gelmiştir. Bu olgu, şüphe götürmez bir şekilde, bu hareketin çok eski olduğuna işaret eder. Şüphesiz çok büyük bir hareketlilikti ancak bunu iki taraftan da sınırlandırmak mümkündür. Bir taraftan, Amerika’daki insan varlığının tarihini mevcut jeolojik çağın ötesine taşıyacak kayıt altına alınmış en ufak bir kanıt yoktur. Dr. Lund, Brezilya’da sekiz yüzden fazla mağarayı inceledi ve bunlardan yalnızca altısında insan kemiklerine rastladı. Ayrıca bu altı mağaradan yalnızca bir tanesinde hem insan kemikleri hem de şu anda nesli tükenmiş olan hayvan kemikleri vardı. Bu örnekte bile orijinal tabaka oluşumu bozulmuştu ve muhtemelen kemikler oraya gömülmüştü.33 Bu, güçlü bir olumsuz kanıttır. Önyargısız ve ehil bir jeologun incelemeler yaptığı diğer her örnekte daha eski katmanlarda sözde insan buluntularının hatalı olduğu ortaya çıkmıştır.

      Bazılarına göre, Amerikan yerlilerinin kafatası biçimlerinin ırklarını diğer herkesten ve hatta başlıca ailelerini birbirinden ayıran anomaliler içermesi gerekiyordu. Bu görüş de sağlam bir incelemeyle çökmektedir. Bir zamanlar etnolojiyi ve hatta tarihi kökten değiştirmeyi vaat eden kafatası biliminin son sözü, bu kafatası şekillerinden hiçbirinin Yenidünya yerlilerine özgü olmadığı; aynı dil ailesinde bir üyenin diğeriyle ilişkisinin çok az olduğu ve bunlar arasında bu bakımdan Eski Dünya’nın ulusları arasındaki gibi büyük bir çeşitlilik olduğudur.34 Yapının özellikleri genel doğrular olarak kabul edilebilir olsalar da bilimsel bir etnolojinin kurulması için sağlam bir temel sağlamaz. Anatomi, Kızılderililerde sıradışı olan hiçbir şeye, özgün bir tür



<p>28</p>

Humboldt, bu görüşünü Garcilaso de la Vega’nın Comentarios Reales de los Incas adlı eserinde korunmuş olan İnkaların gizli dilindeki on beş sözcüğün analizi üzerine kurmuştur. İncelemede hepsinin langua generalden türeyen formlar oldukları ortaya çıktı (Meyen, Uber die Ureinwohner von Peru, s.6). Peru Keçuvalarının Guatemala Kiçeleri ile karıştırılmaması gerekiyor. Kiçe bir yerin ismidir ve “çok ağaç” anlamına gelir; Keçuvanın kökeni ise bilinmiyor. Muiskas “insanlar” anlamına gelir. Bu ulus kendilerini Çibça olarak da adlandırıyordu.

<p>29</p>

Yamyamlar (ç.n.)

<p>30</p>

Karayip kelimesi muhtemelen savaş demektir. Bu anlama sahip Guarani ile aynı kelime olabilir. Tupi veya Tupa gök gürültüsü demektir ve yalnızca mitolojik açıdan anlaşılır.

<p>31</p>

Arukanyalılar isimlerini muhtemelen Keçuva dilindeki iki sözcükten aldılar, ari auccan: evet! Onlar savaşır. Bu, onların savaşçı karakterini pekâlâ anlatan bir ifadedir. Piazzaro’nun gelişinden önce İnkalar ile uzun ve korkunç savaşlara girişmişlerdi.

<p>32</p>

Bu metni yazarken Dr. von Martius’un takdire şayan çalışması elime geçti, Beiträge zur Ethnographie und Sprachenkunde Amerika’s zumal Brasiliens, Leipzig, 1867. Bu büyük araştırmacıya göre adadakiler dışında ana karada yaşayan Karayiplerin, Tupiler ve Guaraniler ile aynı soydan geldikleri kesindir.

<p>33</p>

Comptes Rendus, xxi. cilt, s. 1368.

<p>34</p>

Bu konunun en büyük iki otoritesi şu iki isimdir: Daniel Wilson, The American Cranial Type, in Ann. Rep. of the Smithson. Inst. 1862, s. 240 ve J. A. Meigs, Cranial Forms of the Amer. Aborigs.: Phila. 1866. Bu iki isim, bu metinde ifade edilen görüşlerle uyum içinde olup Crania Americana’da Dr. S. G. Morton tarafından savunulan görüşleri reddetmektedir.