Название | KUYUCAKLI YUSUF |
---|---|
Автор произведения | Sabahattin Ali |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-625-8035-60-5 |
Yusuf, salıncaktan inen İhsan’a doğru yürüdü ve sordu: “İhsan, ne istiyor bu itoğlu?”
Şakir, yüzüne dökülen ve yağlı yağlı parlayan uzun saçlarını fesinin altına sokmaya çalışarak bu tarafa döndü: “Kim ülen itoğlu?”
Elini alışkın bir hareketle arka cebine götürdü, fakat tam bu sırada Yusuf’un pek de dayanılacak gibi olmayan yumruğunu suratına yiyerek yere yuvarlandı. İhsan, iki kolu ile Yusuf’u sımsıkı sarmış, onu teskine çalışıyordu: “Etme gözünü seveyim, Yusuf! Bak, sarhoş işte!.. Ben şimdi alır götürürüm.”
Yusuf, silkindi ve yerdekine iki tekme daha savurdu, fakat derhâl koşup gelen Muazzez’le Ali, kendisini çekip götürdüler. Bu sırada ayağa kalkan Şakir, onların arkasından koşmak istiyordu; fakat İhsan’la salıncakçı, kollarından tutmuşlar, bırakmıyorlar ve elinden tabancasını almaya çalışıyorlardı. Tam o sırada Şakir’in en iyi arkadaşı Hacı Etem geldi. Sarhoşu kolundan tuttu, etrafındakilere: “Bana bırakın siz!” dedi ve onu zorla yürütmeye başladı. Bu Hacı Etem, yirmi dört yaşlarında, güzel ve kurnaz bir çocuktu. Anası babası yirmi sene evvel hacca giderlerken dört yaşındaki Etem’i de beraber götürdükleri için ismi böyle kalmıştı. Pek hali vakti yerinde olmadığı halde, herkesten iyi giyinir, herkesten paralı gezerdi. Bu bolluğun İhsan ve Şakir gibi birkaç zengin ve hovarda arkadaştan çıktığı ve Etem’in bunlara hem dalkavukluk ettiği hem de eğlencelerine her iki cinsten mahlûklar tedarik edip getirerek bazı ufak hizmetler gördüğü söylenirdi. Fakat bunlar, Etem’in kabadayılığına, fiyakasına ve itibarına hiç de halel vermiş değildi. O, yine yemenili fesini kaşına eğerek dolaşır, her yerde saygı görürdü.
10
Şakir’in kendisine benzeyenlerden ibaret bir partisi vardı. Ne candarma ne hükümet bunlara karışmazdı; çünkü parayı bolca oynatıyorlardı. Bu grubun ekseriyetini yaşlıca hovardalar teşkil ederdi. Bunlar paralarını şurada burada yiyip bitirdikten sonra şimdi, bu husustaki şöhret ve tecrübelerinden ve aralarına yeni katılan ve daha ellerinde yiyecek paraları bulunan delikanlıların cömertliklerinden istifade edip geçiniyorlardı. Bunların, aileler arasında da çok şiddetli nüfuzları vardı. Hepsi şehrin eski ve itibarlı ailelerinden oldukları için bugün kibar düşkünü bile olsalar, eski nüfuzlarını devam ettirmek isterler, bunda bir dereceye kadar da başarılı olurlardı; çünkü herkesin aklında hâlâ falancanın ablasının düğünündeki azamet, filanca bayramda falancaların yaptığı muazzam eğlence yaşardı. Yaşlıca kadınlar bu düşkün eşraf konaklarından birine gittiler mi orada eski âlemleri, merhum ağanın hayalini tekrar görür gibi olurlar ve hiçbir şeyin değişmediğini zannederlerdi. Bunların nazarında kızlara bulunacak en iyi ve münasip koca gene bu eşraf züğürdü serseriler, bu iflas etmiş ayyaşlardı. Hovardalıklarından; daha ziyade mazur gören bir üzüntüyle bahsederler, “Biraz yaşlanınca uslanırlar, ne diyeceksin, delikanlılık!” derlerdi. Fakat bu “delikanlı” ların çoğunun yaşı kırkı aşkındı. Şehrin en iyi aileleri arasında bile bunların istedikleri zaman alamayacakları kız yoktu. Âdeta bütün eşraf aileleri arasında ezelden beri mevcut, değişmez bir anlaşma vardı ve buna; dış görünüşün değişmesine, vaziyetin tamamen başka olmasına rağmen, daima riayet ediliyordu. Bunun için bunların herhangi bir talebini reddetmek akla gelmez ve on beş – on altı yaşındaki temiz, güzel kızcağızlar bu saçı kırarmaya başlamış, manen ve maddeten çürümüş, on parasız sefihlerin kucağına atılırdı. Çoğu, pis birtakım hastalıklarla illetli olan bu heriflerin evleri bundan sonra dışarıdan pek belli olmayan ve şiddetle saklanan faciaların yuvası olurdu. Şehir kızlarını bu felaketten biraz olsun koruyan; bu adamların orospular arasında yaşayarak evlenmek arzusunu pek seyrek duymaları ve daha bu hayattan yorulup kız istemeye vakit kalmadan ya bir tabanca kurşunu ile yahut da bir hastalık neticesinde ölmeleriydi. Bunlar şehirdeki nüfuzlarının bir kısmını da kendileri gibi iflas etmeyip akıllı davranarak mevkilerini sağlamlaştırmış akrabalara borçluydular. Kimisi belediye reisi, kimisi fabrikatör olan bu adamlar, bu kopuk akrabaları ile pek yakından temasa gelmek istemezlerse de evdeki kadınların tesiriyle birçok ehemmiyetli vakalarda onları müdafaaya mecbur olurlardı; çünkü ya karıları böyle bir serserinin kardeşi yahut da kardeşleri böyle bir serserinin karısıydı ve aile düşünceleri, akrabalık bağları, bilhassa kadınlar arasında şiddetle gözetilen meselelerdendi.
İşte Yusuf’un böylelerden birine, hem de daha elindeki maddi kaynakları tükenmeye vakit bulamamış birine çatması, kendisi için iyi olmayabilirdi, fakat şimdilik bunların herhangi bir kötülüklerini gerektirecek bir neden ortaya çıkmadı. İhtimal, Yusuf’un kaymakamın oğlu olması (onu burada birçokları böyle biliyordu) biraz daha ihtiyatlı hareket etmelerine ve beklemelerine sebep oluyordu.
Eğer Yusuf, herkesi kendisi gibi zannetmese ve etrafına biraz da anlar gözlerle baksa, o bayram vakasından sonra birçok arkadaşlarının tavırlarının değiştiğini, mesela; şube reisinin oğlu Vasfı’nin kendisiyle pek gezmek istemediğini, Alanyalı Kâzım’ın dükkânına gittiği zaman, eskisi kadar saygı görmediğini sezerdi. Hepsi, Şakir’den ve onun partisinden çekiniyorlardı, fakat Yusuf’un aklı böyle şeylere ermediği ve arkadaşlarının kendisine karşı muamelelerine de pek kulak asmadığı için hiçbir şeyin farkında değildi.
Ta kışa kadar hiçbir yerden hiçbir ses çıkmadı, yalnız kışın bazı vakalar, kendisiyle uğraşanlar bulunduğunu ona anlattı. Yusuf’a kalsa gene işin farkına varacağı yoktu, bereket versin hiçbir zaman ondan ayrılmayan ve yapılan teklif ve tehditlere rağmen Yusuf’u terk etmeyen Ali, ona birçok bilmediği şeyleri öğretiyor, pek körü körüne yürümemesini temine çalışıyordu.
Bu vakaların en mühimi ve Yusuf’un ilerideki hayatı üzerinde de tesiri olan bir zeytin işçisi meselesiydi.
Adamakıllı soğuk bir günde Yusuf, gene erkenden zeytinliğe gitmişti. O gün işçiler arasında tanımadığı bir kadınla, on iki yaşlarında bir kız gördü. İşçilerin başı Köse İbrahim’i çağırarak bunların kim olduklarını sordu.
İbrahim: “İşçi, ağam! Şakir Beygillerde çalışırlarmış, dayak atmışlar, maiyetine gelmek isterler, boğaz tokluğuna da olsa senin yanında kalacaklarmış!”
Yusuf, kadını çağırdı: “Ne diye ağanı bıraktın da buraya geldin, yenge?”
“Dövdüler beni, ağam!..”
“Durup dururken adamı döverler mi?”
“Dövdüler işte!..”
Yusuf, anlamadığını gösteren bir tavırla omuzlarını silkti: “Peki ama ben ne yapayım seni? Benim işçim tamam.”
“Aman ağam, kulun olayım, beni ters yüzüne çevirme! Kızcağızımla ikimiz ortalarda kaldık!”
Yusuf, kadının yanındaki kıza baktı. Birdenbire hiç şüphesiz tüyleri ürperdi, fakat gözlerini uzun müddet kızdan ayıramadı. İnce ve yaşına nazaran uzun boylu olan bu kızın sapsarı, insana korku