İÇİMİZDEKİ ŞEYTAN. Sabahattin Ali

Читать онлайн.
Название İÇİMİZDEKİ ŞEYTAN
Автор произведения Sabahattin Ali
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 978-625-8035-58-2



Скачать книгу

genç kıza dikerek ağır ağır yürüyen Ömer, birdenbire uykudan uyanıyormuş gibi başını silkti. Kıza yaklaştığı sırada kulağının dibinde bir kadın sesi: “O! Ömer, nasılsın? Hiç görünmüyordun!” dedi. Başını o tarafa çevirince, genç kızın yanında uzak akrabalarından Emine Hanım’ın oturduğunu gördü.

      Emine Hanım devam etti: “Ayol, deminden beri buraya bakıyorsun, geleceksin diye oturup kaldım, bir türlü çeneyi kesemedin. Haydi, vapurda kalacağız.”

      Her iki kadın doğrularak yürüdüler. Ömer ne söyleyeceğini şaşırmış, kendini toplamaya çalışıyordu: “Vallahi ne bileyim teyzeciğim. Derslerden, işten vakit oluyor mu? Hem siz beni bilirsiniz canım, kusuruma bakacak değilsiniz ya!” dedi.

      Emine teyze güldü: “Ayol, senin kusuruna kim bakar! Anasına babasına bile senede bir kere olsun mektup yazmayan insandan kime hayır gelir! Hadi bakalım, nasılsa buluştuk, anlat, bari ne âlemdesin?”

      Ömer, gözlerini genç kızdan ayırmayarak cevap verdi: “Hep eskisi gibi. Vaziyette bir yenilik yok!”

      Bu sırada köprüye çıkmışlardı. Hep beraber İstanbul tarafına doğru yürüdüler. Ömer’in, teyzesinin şişman ensesinden kaydırdığı gözleri hiç lafa karışmadan yanlarında giden genç kızın bakışlarıyla karşılaştı. Kız, bir müddet bir şey hatırlamak ister gibi devamlı ve dalgın bir bakışla ve gözlerini hiç kırpmadan karşısındakini süzdükten sonra başını ileri çevirdi. Ömer bir müddet de onun uzun kirpiklerinin gözlerinin altına düşen gölgesini seyrettikten sonra teyzesine dönerek başıyla: “Bu kim?” demek isteyen bir işaret yaptı. Emine Hanım, uzun müddet İstanbul’da oturan Anadolululara mahsus bir kibarlıkla: “Ah!.. Tanıştırmadım mı? Siz birbirinizi tanırsınız da! Macide’yi bildin mi bakayım? Annenin büyük dayısının torunu ayol! Öyle ya, sen Balıkesir’den çıktığın zaman o daha şu kadarcıktı. Altı aydan beri bizde. Piyanoya çalışıyor, bir mektebe de gidiyor.”

      Başını çevirerek Macide’ye baktı. Bu sırada Ömer’in elini sıkan kız: “Konservatuvara gidiyorum!” dedi ve gözlerini tekrar ileri çevirdi. Ömer, kafasını yorarak adedi yüzleri aşan ve bugün İstanbul, Balıkesir ve daha birçok yerlere yayılmış bulunan akrabaları arasından annesinin büyük dayısını ve onun torununu bulup çıkarmaya çalışıyordu. Gözleri Emine teyzeye ilişince onun yüzünün biraz kederli ve şaşkın bir ifade almış olduğunu fark etti. Sordu; o ise bunun yanında söylenmez, manasında birtakım işaretler yaptı. Ömer merakla başını eğince, şişman kadın zayıf bir sesle çabucak mırıldandı: “Sus! Sorma başımıza geleni! Bize uğra da anlatırım!”

      Gözleri birçok şeyler söylemek ister gibi oynadı. Bakışlarında kıza karşı alaka ve acınmayı anlatmak isteyen bir ifade vardı. Sağında giden Macide’ye süratle bir göz attıktan sonra Ömer’e dönerek: “Zavallıcığın daha haberi yok… Bir türlü söyleyemiyorum, bir hafta evvel babası öldü… Ne yapacağım bilmem.” diye mırıldandı.

      Ömer, içinde birdenbire sevince benzer bir şey parladığını hissetti ve gene bir anda bu histen dolayı müthiş bir utanma duydu. Bu ölümü kendisine yardım edecek bir hadise olarak telakki etmenin pek dürüst bir şey olmadığını düşündü, fakat içimizde, bizim “ahlak” tarafımızda hiçbir şekilde münasebete geçmeyerek hadiseleri muhakeme eden, neticeler çıkaran ve tedbirler alan bir “hesabi” tarafımız vardı ve lafta değilse bile fiilde daima o galip çıkıyor ve onun dediği oluyordu. Bunları düşünürken geçen birkaç saniyelik sükûtu Ömer’in bir akraba ölümü karşısında duyduğu teessüre3 yoran Emine teyze: “Bugünlerde bize uğra, uzun meseledir, sana anlatırım,” dedi.

      Eminönü’ndeki tramvay durak yerine gelmişlerdi. Kadın ve genç kız, Ömer’den ayrıldılar. Delikanlı bir müddet onların arkalarından baktı ve kendisine itiraf etmediği halde, Macide’nin başını çevirmesini bekledi, fakat o, ince ve güzel vücuduyla, alçak ökçeli iskarpinlerinin üzerinde süzülür gibi gitti ve o sırada gelen bir tramvaya atlayarak Emine teyzeye elini uzattı. Gözleriyle hâlâ onları takip eden Ömer, omzuna hızla vuran bir elin tesiriyle sıçradı. Nihat, kavga edecek gibi bir tavır alarak ondan izahat bekliyordu. Ömer’in ağzını açmadığını görünce: “Amma adamsın yahu!” dedi. “Vapurda çıkaracağın kepazeliği görmemek için size arkamı dönmüştüm, bir de baktım ortada yoksunuz. Sonra köprüde onlarla ahbapça konuşup giderken gördüm, arkanızdan geldim. Kız galiba o yolun yolcusu? Ha? Şişman karıda da tam esnaf kılığı var ya!”

      Ömer güldü: “Sen zaten başka türlü düşünmezsin ki. O mübarek kafan her şeyi mevcut bir ölçüye uydurmadan rahat edemez. Bu adam, şu kadını tanımıyordu, gitti, konuştu. Kadın polise vermedi, demek ki o yolun yolcusuydu. Oldubitti. Başka bir şey olamaz. Hayatta, fevkalade hiçbir hadise yoktur. Her şey birbirinin aynıdır. İşte bu kadar…”

      Eliyle arkadaşının kafasını dürterek: “Böyle dümdüz bir beynim olacağına hiç olmamasını tercih ederdim. Muhayyile4 namına bir şey yok yahu!”

      Nihat, bu sözlere ehemmiyet5 bile vermeden sordu: “Peki, iki gözüm, ne oldu öyle ise? Sen yanına gider gitmez kız: ‘Vay, nereden çıktın, kâinatın teşekkülü6 esnasında karanlık âlemlerde eş olduğum insan,’ diye boynuna mı sarıldı? Buna inansam bile o şişman karının bu metafizik aşinalığı pek sükûnetle karşılayacağına inanamam!”

      Ömer bir sır veriyormuş gibi: “Akraba çıktık azizim!” dedi.

      “Ben kıza bakmaktan dünyayı görmemişim, yanındaki kadın bizim sözü edilen Emine teyzeymiş. Küçükhanım da yakın akrabadan Macide Hanım. Konservatuvara gidiyormuş. Bir hafta evvel babası ölmüş. Daha kendisinin haberi yokmuş.”

      Nihat, başını sallayarak: “Allah bakilere ömür versin!” dedi. Sonra alaylı bir bakışla Ömer’e sordu: “Mevcut ölçülerin dışındaki fevkalade tanışma bu mu? Oğlum, sen dünyada ne kadar antikalık yapmak istersen hayat da önüne o kadar gündelik hadiseler çıkarıyor. Korkuyorum ki bu, ömrünün sonuna kadar böyle devam edecek ve sen, dünyanın parmağını ağzında bırakacak bir iş beceremeden rahmeti rahmana kavuşacaksın. Bayıldım doğrusu! Demek daha kâinatın teşekkülü sıralarında ahbaplık tesis ettiğini söylediğin taze, akrabadan imiş! Çocukluğunuzda ihtimal beraber oynadınız. İhtimal, hafızanın bir köşesinde o eski çocuk çehresinin birkaç çizgisi canlandı ve senin o daima kırk bir derece-i hararette çalışan dimağın işi derhâl esrarengiz örtülere bürüdü. Komik adamsın vesselam!”

      Ömer başını salladı: “Evet, tanışmamız hakikaten pek sıradan bir şekilde oldu, fakat ona karşı duyduğum hisler hep aynı halde. Onunla beni bizim iradelerimizin üstünde bir bağın bağladığına eminim. Göreceksin, bundan sonra Emine teyzenin evini ne kadar sık ziyaret edeceğim!”

      Nihat, kahkahayı bastı: “Ve bu çok orijinal aşkınız bir akraba sevişmesi halinde sona erecek değil mi? Dünyada teyzezadesini baştan çıkaran yegâne delikanlı diye anılacaksın. Ne diyelim, Allah muvaffakıyet7 versin!”

      Ömer cevap vermedi. Sözü değiştirdiler ve akşam nerede içeceklerini konuşarak Beyazıt’a doğru yürüdüler.

      3

      Macide, birkaç günden beri evdekilerin kendisine karşı olan muamelelerinin tuhaflaştığını fark etmiyor değildi. Bunun hayırlı bir şeye alamet olmadığını da seziyordu, fakat kime sordu ise: “Yok canım ne var ki ne saklayalım, senin evhamın!” cevabıyla



<p>3</p>

Teessür (Ar.): Üzüntü

<p>4</p>

Muhayyile (Ar.): Hayal gücü

<p>5</p>

Ehemmiyet (Ar.): Önem

<p>6</p>

Teşekkül (Ar.) : Belli bir varlık ve biçim kazanma

<p>7</p>

Muvaffak (Ar.): Başarı