Название | Gora |
---|---|
Автор произведения | Rabindranath Tagore |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-605-121-650-8 |
Öğle yemeğini yedikten sonra yine Gora’yı görmek istedi. O güne kadar arkadaşına hep saygılı davranmıştı, şimdi gururunu ayaklar altına alması gerekse bile, dostluklarının hatırına aradaki kırgınlığı gidermek zorundaydı. Pareş Babu’ya gösterdiği yakınlıktan sonra Gora’ya duyduğu bağlılığın sarsıldığını biliyordu. Bunun için azarlanmaya ve hor görülmeye hazırdı ama Gora’nın ceza olarak onu yaşamından çıkaracağı aklının ucundan bile geçmemişti. Evinden çıkan Binoy, biraz yürüdükten sonra geri döndü; Gora’nın aşağılayıcı sözleriyle arkadaşlıklarının bir yara daha almasını istemediği için bir kez daha onun evine gitmeye cesaret edememişti.
13
Böylece birkaç gün geçti, Gora’ya mektup yazmaya karar veren Binoy, bir gün öğle yemeğinden sonra eline kalemini aldı ve masasının başına oturdu. Düşüncelerini kâğıda aktaramamasının nedenini ucu körelen kalemde aradığı için yazmaya ara verdi ve bir bıçakla onu özene bezene yontmaya başladı. Bu işle uğraşırken, aşağıdan birinin ona seslendiğini duydu. Kalemi masanın üzerine fırlattıktan sonra: “Yukarı gelin Mohim dada!” diye bağırdı ve koşarak aşağıya indi.
Mohim yukarıya çıktı ve Binoy’un yatağına rahatça kuruldu. Odadaki eşyaları dikkatle inceledikten sonra: “Bana bak Binoy.” dedi. “Senin adresini biliyorum. Nasıl olduğunu da merak ediyorum ama sen de yaşıtların gibi odanda ne tembul ne de tütün bulunduruyorsun. Yine de bana sunacak özel bir şeyin varsa…” Binoy’un telaşlandığını görünce biraz duraksadı, sonra sözünü sürdürdü: “Kafandan, dışarı çıkıp bir nargile almak geçiyorsa, lütfen benim için bunu yap. Bana tütün ikram etmediğin için seni bağışlayabilirim ama beni acemi bir delikanlının eliyle hazırlanmış yeni bir nargileden yoksun bırakmana dayanamam.” Mohim yanında duran yelpazeyi alıp bir süre yelpazelendikten sonra ziyaretinin nedenini söyledi: “Pazar günü öğle uykumdan fedakârlık yaparak sana gelmemin bir nedeni var. Benim için bir şey yapmanı istiyorum.”
“Ne yapmamı istiyorsunuz?”
“Önce bana bunu yapacağına söz ver.”
“Yapabileceğim bir şeyse, tabii ki yaparım…”
“Bunu yalnızca sen yapabilirsin. Bana evet demelisin.”
“Neden böyle çekingen davranıyorsunuz?” diye sordu Binoy. “Biliyorsunuz, ben artık aileden sayılırım. Yardıma gereksiniminiz varsa, sizin için elimden geleni yaparım.”
Mohim cebinden çıkardığı tembul yapraklarının bir kısmını Binoy’a ikram ettikten sonra kalanını ağzına atıp çiğnemeye başladı ve şöyle söyledi: “Kızım Sasi’yi tanıyorsun. Neyse ki babasına çekmemiş, çirkin bir kız değildir. Yıllar çabuk geçiyor, artık büyüdü ve evlenme çağına geldi. Beş para etmez bir adamın eline düşecek diye o kadar çok korkuyorum ki, geceleri gözüme uyku girmiyor.”
“Gereksiz yere endişeleniyorsunuz.” dedi Binoy onu avutmaya çalışarak. “Onu evlendirmek için önünüzde daha çok zaman var.”
“Eğer bir kızın olsaydı, beni daha iyi anlardın.” diye karşılık verdi Mohim iç çekerek. “Yıllar geçti ve kızım büyüdü ama hâlâ karşısına iyi bir damat adayı çıkmadı. Zamanın böyle hızlı geçmesi beni çok kaygılandırıyor. Ama sen bana umut verirsen, gönül rahatlığıyla bir süre daha bekleyebilirim.”
Binoy’un kafası karışmıştı. “Korkarım ona göre birini tanımıyorum.” diye mırıldandı. “Aslına bakarsanız, Kalküta’da sizin ailenizin üyelerinin dışında neredeyse hiç kimseyi tanımıyorum ama birini bulmaya çalışırım.”
“Sasi’yi iyi tanırsın, onun nasıl bir kız olduğunu bilirsin.” dedi Mo-him.
“Tabii ki bilirim!” diyerek güldü Binoy. “Ben onu bebekliğinden beri tanıyorum, çok iyi bir kızdır.”
“O hâlde damat adayını uzakta aramana gerek yok oğlum. Onu sana veriyorum.” Bunu söyleyen Mohim’in yüzü zaferle aydınlandı.
“Ne!” diye bir çığlık attı Binoy, paniğe kapılmıştı.
“Bir gaf yaptıysam beni bağışla.” dedi Mohim. “Senin ailenin bizimkinden daha üstün olduğunu biliyorum. Ama sen çağdaş eğitim almış bir delikanlısın, böyle şeylere fazla önem vermezsin.”
“Hayır, hayır!” diye haykırdı Binoy. “Bunun ailelerimizle ilgisi yok ama o daha çok küçük…”
“Ne demek istiyorsun?” diye çıkıştı Mohim. “Sasi yeterince büyüktür! Hindu ailelerinin kızları mem-sahip17 değildir, hiçbir zaman geleneklere karşı gelmezler.”
Mohim kurbanlarının peşini kolay kolay bırakan tipte bir insan değildi. Onun ağına düşen Binoy ne yapacağını bilmiyordu. Sonunda: “Bunu biraz düşünelim.” diyerek kendini kurtarmaya çalıştı.
“İstediğin kadar düşünebilirsin. Merak etme, senden hemen düğün tarihini saptamanı istemeyeceğim.”
“Bunu aileme danışmak zorundayım…” diye kekeledi Binoy.
“Elbette.” diye onun sözünü kesti Mohim. “Onların onayını alman gerekir. Amcan hayatta olduğu sürece onun isteklerine ters düşecek bir şey yapamayız.” Cebinden biraz daha tembul aldı ve gitti, bu işin sonuca bağlandığını düşündüğü belli oluyordu.
Bir süre önce, Anandamoyi de Binoy’a, isterse Sasi ile evlenebileceğini söylemişti ama birbirlerine uygun olmadıklarını düşünen Binoy bunu kulak ardı etmişti. Hâlâ aynı fikirdeydi ancak şimdi bu öneriyi mantıklı bulmaya başlamıştı. Kızla evlenirse Gora’nın ailesine girecekti ve onlar onu kolay kolay yaşamlarından çıkaramayacaklardı. Binoy İngilizlerin evliliği bir sevgi bağı olarak görmesini eskiden beri yadırgardı, onun için Sasi ile evlenme düşüncesi ona çok aykırı gelmiyordu. Tam tersine, bundan büyük bir mutluluk duymuştu çünkü Mohim’in önerisi, Gora’ya akıl danışması için iyi bir fırsat olacaktı.
Bu öneriyi kabul etmesi için arkadaşının ona baskı yapmasını ümit ediyordu. Gora aracılık yapmak istemese bile, Mohim er geç onu araya sokardı.
Bu düşünce Binoy’un içindeki sıkıntıyı hafifletti ve bir an önce Gora’yı bulmak için evden çıktı. Biraz yürüdükten sonra Satiş’in ona seslendiğini duydu. Birlikte eve dönerlerken, cebinden mendile sarılı bir şey çıkaran oğlan: “Bilin bakalım, bunun içinde ne var?” dedi.
Binoy kuru kafadan köpek yavrusuna kadar olmayacak bir sürü şey saydı ama her defasında oğlandan olumsuz karşılık aldı.
Satiş sonunda mendili açtı, içinde rengi siyaha çalan meyveler vardı. Binoy’a sordu: “Bana bunların ne olduğunu söyleyebilir misiniz?”
Binoy fazla düşünmeden birkaç meyve adı söyledikten sonra yenilgiyi kabul etti. Satiş meyvelerin Rangoon’da yaşayan halasından geldiğini ve annesinin tatması için birkaçını ona gönderdiğini söyledi.
O günlerde, Kalküta’da Birmanya mangustanı fazla bulunmuyordu. Binoy onları eline aldı; önce salladı, sonra sıktı ve en sonunda oğlana sordu: “Haydi, söyle artık Satiş Babu, bu meyve nasıl yenir?”
Onun bilgisizliğine gülen Satiş: “Kabuğunu görüyor musunuz? Bunu ısıramazsınız, meyveyi bıçakla kesmeniz ve içini yemeniz gerekir.”
Kısa bir süre önce, Satiş meyvelerden birini ısırmak için başarısız birkaç girişimde bulunmuş ve ailesini
17
Mem-sahip: Sahibin karısı ya da güçlü bir kadın.