Gora. Rabindranath Tagore

Читать онлайн.
Название Gora
Автор произведения Rabindranath Tagore
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 978-605-121-650-8



Скачать книгу

konuyu kapattı.

      Orada bulunan herkes yünle işlenen ünlü papağan desenini biliyordu. Aylarca süren yorucu bir çalışmanın sonucunda ortaya çıkan bu işleme aslında mürebbiyenin eseriydi. Labonya onun için fazla emek vermemişti ama eve ilk kez gelen her konuğa kızın eseri olarak gösterilirdi. Bu törenden kaçış yoktu.

      Pareş Babu başlangıçta buna karşı çıkmış ama söylediklerinin bir işe yaramadığını görünce işi oluruna bırakmıştı.

      Binoy bu sanat eserine duyduğu şaşkınlığı ve hayranlığı göstermekle meşgulken, hizmetçi, Pareş Babu’ya bir mektup getirdi. Mektubu okurken duyduğu mutlulukla yüzü aydınlanan Pareş Babu hizmetçiye: “Onu yukarı getir.” dedi.

      “Gelen kim?” diye sordu Bayan Baroda.

      “Eski dostum Krişnadayal’ın oğlu beni görmeye gelmiş.” diye yanıt verdi Pareş Babu.

      Bir anda Binoy’un beti benzi attı ve kalbi duracak gibi oldu. Bir saldırıya hazırlanıyormuşçasına ellerini birbirine kenetledi ve tetikte bekledi. Gora’nın bu ailenin yaşam tarzını onaylamayacağından ve onları yargılayacağından emindi. Bu nedenle hemen savunma pozisyonuna geçti.

      10

      Suçarita, içeride yiyecekleri bir tepsiye koyduktan sonra, yemek servisi yapması için onu hizmetçiye verdi ve terasa çıkıp sofraya oturdu. Onun ardından hizmetçi, Gora’yı onların yanına getirdi. Uzun boyu ve teninin beyazlığı herkesin dikkatini çekmişti. Alnında Ganj’ın kiliyle yapılan kast sembolü vardı. Kaba bir kumaştan dikilmiş bir dhuti14 ile önden bir kurdeleyle bağlanan eski moda kısa bir ceket giymişti. Köy işi ayakkabılarının burunları kalkıktı. Çağdaşlığa başkaldırının canlı örneği gibiydi. Binoy bile onun bu savaşçı yanını daha önce hiç görmemişti.

      Gora’nın içinde yükselen isyan dalgası onu böyle giyinmeye itmişti, öfkelenmek için haklı bir nedeni vardı.

      Bir önceki gün Tribeni’deki yıkanma festivaline gitmek için bir buharlı vapura binmişti. Yol üzerindeki iskelelerde durmuşlar ve vapura bir ya da iki erkeğin eşliğindeki kadın hacı gruplarını almışlardı. Onlar kendilerine yer bulmaya çalışırlarken, yolcular itişip kakışmaya ve birbirlerine dirsek atmaya başlamışlardı. Çamurlu ayaklarıyla borda iskelesi olarak kullanılan kaygan kalasa basan kadınların bir kısmı kayıp denize düşmüştü, diğerleri de mürettebat tarafından aşağıya itilmişti. Kendilerine yer bulmayı başaranların çoğu o kargaşada arkadaşlarını kaybetmişti. Bütün bunların üzerine hem yolcuları, hem de güverteyi sırılsıklam eden sağanak yağmur başlamış ve yolcuların oturabileceği tek yer olan güvertenin yapışkan bir çamurla kaplanmasına neden olmuştu. Endişeli gözlerle bakan kadınların yüzlerinden usanç ve umutsuzluk okunuyordu. Kendileri gibi zayıf ve önemsiz yaratıkların kaptan ya da mürettebattan yardım göremeyeceğini biliyorlardı. Onun için attıkları her adımda başlarını utançla yere eğiyorlardı. Bu zor yolculukta kadın hacılara yardım etmek için elinden geleni yapan tek erkek Gora idi.

      Yukarıdaki birinci sınıf güvertenin korkuluğuna dayanmış bir İngiliz ile çağdaş görünümlü Bengalli bir adam vardı. Eğlenceyi izlerken puro içiyor, konuşuyor ve gülüyorlardı. Şanssız hacılardan biri zor durumda kaldığında önce İngiliz gülmeye başlıyordu, sonra Bengalli ona katılıyordu.

      Bu şekilde iki üç iskele geçtikten sonra Gora buna daha fazla dayanamayacağını hissetti. Üst güverteye çıktı ve gök gürültüsüne benzeyen sesiyle: “Yeter artık!” dedi. “Kendinizden utanmıyor musunuz?”

      İngiliz hiçbir şey söylemeden öfkeli bakışlarla Gora’yı tepeden süzdü ama Bengalli dudak bükerek ona karşılık verdi: “Utanmak mı? Ben bu hayvanların aptallığından tabii ki utanıyorum!”

      Gora’nın yüzü öfkeden kıpkırmızı olmuştu. “Cahil insanlardan çok daha kötü hayvanlar vardır.” diye haykırdı. “Bunlar kalpsiz insanlardır.”

      “Git buradan!” dedi Bengalli sert bir sesle. “Birinci sınıfta senin gibilere yer yoktur.”

      “Evet, bu doğru.” diye karşılık verdi Gora. “Benim yerim sizin gibilerin değil, o zavallı hacıların yanıdır. Sizi uyarıyorum, beni bir daha sizin sınıfınıza çıkmaya zorlamayın!” Bunu söyledikten sonra koşar adımlarla alt güverteye indi.

      Bu olaydan sonra güvertedeki koltuğuna dönen İngiliz ayaklarını korkuluğa dayadı ve romanına daldı. Bengalli arkadaşı birkaç kez onu konuşturmayı denedi ama başarılı olamadı. Sonra aşağıdaki sürüye ait olmadığını kanıtlamak istercesine khansamayı15 çağırdı ve ona kızarmış tavuk siparişi verdi. Khansama yalnızca ekmek, tereyağı ve çaylarının olduğunu söyleyince bağırıp çağırmaya başladı. Sahibin anlayabilmesi için İngilizce konuşuyordu: “Bu vapurda yolcuların rahatını düşünen hiç kimse yok mu, bu ne rezalet!” Ama yine yol arkadaşının ilgisini çekmeyi başaramamıştı; bundan kısa bir süre sonra İngiliz’in masanın üzerinde duran gazetesi uçtu, Bengalli yerinden fırladı ve onu kapıp yerine koydu ama bunun için bir teşekkür bile almadı.

      Çandernagore İskelesi’ne yanaştıklarında sahip, Gora’nın yanına geldi ve şapkasını çıkararak: “Davranışım için özür dilerim.” dedi. “Kendimden utanıyorum…” Sonra hızlı adımlarla oradan uzaklaştı.

      Gora’yı çıldırtan şey, eğitimli bir kentlinin üstünlüğünü kanıtlamak için bir yabancıyla iş birliği yapması, kendi insanlarının acınacak hâliyle alay etmesi ve onlara gülmesiydi. Ne yazık ki, böyle aşağılayıcı ve küstahça davranışlara göz yumanlar, ülkesinin insanlarıydı. Çünkü kendilerinden daha şanslı olan yurttaşların onları hayvan yerine koymalarına alışmışlardı, bu davranış tarzını kaçınılmaz ve doğal buluyorlardı. Gora bunun temel nedeninin bütün ülkenin en büyük sorunu olan eğitimsizlik olduğunu biliyordu ve buna çok üzülüyordu. Okumuş insanların bu büyük utanç ve aşağılanma kaynağını kurutmak için hiçbir sorumluluk almayıp kendi dokunulmazlıklarının tadını çıkarmayı yeğlemeleri onu her şeyden daha çok üzüyordu. Alnında Ganj’ın kili ve ayaklarında garip köylü ayakkabılarıyla bir Brahmo’nun evine gelmesinin nedeni, eğitimli insanların her şeyi kitaplardan öğrenme merakını ve kölelik geleneklerini küçümsediğini göstermekti.

      “Ah, Tanrı’m!” dedi Binoy kendi kendine. “Gora savaş boyalarını sürmüş.” Gora’nın orada neler söyleyebileceğini ya da yapabileceğini düşündükçe kalbi sıkışan Binoy, bir saldırı karşısında kendini savunmaya hazır, tetikte bekledi.

      Bayan Baroda, Binoy ile konuşurken, Satiş terasın bir köşesinde topaç çevirerek oyalanıyordu. Ama Gora’yı görür görmez topacı unuttu, dikkat çekmemeye çalışarak gözlerini yeni gelen konuğa diken Binoy’un yanına geldi ve fısıldayarak: “Bu sizin arkadaşınız mı?” diye sordu.

      “Evet.” dedi Binoy.

      Gora, Binoy’a göz attıktan sonra onun varlığını unutmuş gibi davranmaya başladı.

      Resmî bir tavırla Pareş Babu’yu selamladı ve hiçbir sıkılganlık belirtisi göstermeden masadan biraz uzakta duran sandalyelerden birini alıp oturdu. Kadınları yok saydı çünkü dininin kurallarına göre, onların varlıklarının farkında değilmiş gibi davranması gerekirdi.

      Bayan Baroda kızlarını bu kaba saba adamın yanından uzaklaştırmayı düşünürken, kocası, Gora’nın eski bir arkadaşının oğlu olduğunu söyleyerek onları tanıştırdı. Bunun üzerine Gora kadına dönüp selam verdi.

      Suçarita,



<p>14</p>

Dhuti: Hindu erkeklerinin giydiği peştamal.

<p>15</p>

Aşçı.