Doksan Üç. Виктор Мари Гюго

Читать онлайн.
Название Doksan Üç
Автор произведения Виктор Мари Гюго
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 978-625-6485-90-7



Скачать книгу

ve afişin sökülmüş köşesini eliyle tuttu. Gökyüzü durgundu. Haziran aylarında alaca karanlık oldukça uzun sürerdi. Kum tepesinin etekleri karanlığa gömülse de tepesi hâlâ aydınlıktı. Gözü afişte büyük harflerle yazılan kısma takıldı ve yazılanları okumak için yeteri kadar ışık vardı. Okuduğu şey şuydu:

      BİR VE BÖLÜNMEZ FRANSIZ CUMHURİYETİ

      Biz, halkın temsilcisi ve Cherbourg kıyısındaki ordunun komutanı Prieur de la Marne olarak şunu bildiriyoruz:

      Kendisine Breton prensi diyen, Lantenac’ın Markisi ve Fontenay Vikontu, Granville sahilinde gizlice karaya çıkan adam kanun kaçağı ilan edilmiştir. Başına bir ödül konulmuştur. Onu ölü ya da diri yakalayan, altmış bin frank alacaktır. Bu meblağ kâğıt para olarak değil altın olarak ödenecektir. Cherbourg sahil güvenlik ordusundan bir tabur, eski Lantenac Markisi’nin yakalanması için derhâl gönderilecektir. Mahalle sakinlerine gerekli yardımı vermeleri emredilmiştir.

Haziran 1793’te Granville Belediye Binasında yayımlanmıştır.İmza: PRIEUR DE LA MARNE.

      Bu ismin altında, küçük harflerle yazılmış başka bir imza daha vardı ama azalan ışık nedeniyle tam olarak seçilemiyordu. Yaşlı adam şapkasını gözlerinin üzerine kadar indirdi. Kabanını da çenesine kadar çekerek aceleyle kum tepesinden aşağı indi. Duruma bakılırsa bu ışıl ışıl zirvede oyalanmak güvenli sayılmazdı.

      Belki de orada zaten çok uzun süre durmuştu. Her yer kararmışken, kum tepesinin zirvesi görünür durumda kalan tek noktaydı.

      İnmeye devam ediyordu. Kendini karanlıkta bulduğunda hızını yavaşlattı. İzini sürdüğü çiftlik yoluna girmişti. Belli ki bu yönde güvende olduğuna inanıyordu. Ortalık ıpıssızdı, yoldan geçen kimsecikler yoktu. Bir çalı yığınının arkasında durarak kabanını çıkardı. Tüylü tarafı içeriye gelecek şekilde yeleğini ters yüz etti. Kabanını bir ip yardımıyla bağlayıp sırtlandı ve yolculuğuna devam etti.

      Parlak bir mehtap vardı.

      İki yolun çatallandığı bir yol ağzına ulaştı. Taştan eski bir haç kaidesi üzerinde beyaz bir kare görünüyordu. Şüphesiz bu, son okuduğu afiş gibi bir afişti. Oraya yaklaşırken bir ses duydu.

      “Nereye gidiyorsunuz?”

      Dönüp baktığında, kendisi gibi bir adam gördü. Uzun boylu, ak saçlı ve kendisinin yaşlarındaydı. Üzerindeki giysileri de onunkiler gibi eskimişti. Neredeyse aynaya bakıyor sanacaktı.

      Adam uzun bir asaya yaslanmış olarak duruyordu.

      “Size nereye gittiğinizi soruyorum.” diye tekrarladı.

      Kibirli bir soğukkanlılıkla “İlk önce bana nerede olduğumu söyleyin.” dedi yaşlı adam.

      Diğer adam cevap verdi:

      “Tanis senyörlüğündesiniz. Ben buraların dilencisiyim ve siz de lortsunuz.”

      “Ben mi?”

      “Evet, siz. Monsenyör Lantenac Markisi.”

      IV

      CAIMAND

      Lantenac Markisi, artık ismi açığa çıkmıştı, usulca cevapladı:

      “Evet. Beni ele verebilirsiniz artık.”

      Adam devam etti:

      “İkimiz de burada kendi yuvamızdayız. Siz kalenizde, ben ise çalılıklarda.”

      “Daha fazla uzatmayalım. Ne yapacaksanız yapın. Beni yetkililere teslim edin.”

      Adam konuşmayı sürdürdü:

      “Herbe-en-Pail çiftliğine gidiyordunuz, öyle değil mi?”

      “Evet.”

      “Oraya gitmeyin.”

      “Neden?”

      “Çünkü Maviler orada.”

      “Ne zamandır oradalar?”

      “Üç gündür.”

      “Çiftlik ahalisi köy ve çiftlik için direndi mi?”

      “Hayır. Kapıları sonuna kadar açtılar.”

      “Ah!” dedi Marki.

      Adam parmağıyla ağaçların ardından uzakta görünen bir yere işaret etti. Burası çiftliğin çatısıydı.

      “Çatıyı görüyor musunuz, Marki?”

      “Evet.”

      “Peki üstündekini?”

      “Bir şeyler dalgalanıyor gibi.”

      “Evet.”

      “Bu bir bayrak.”

      “Evet, üç renkli.” dedi adam.

      Kum tepesinin zirvesinde otururken Marki’nin dikkatini çeken şey de buydu.

      “Tehlike çanları çalıyor değil mi?”

      “Evet.”

      “Kimin için?”

      “Kuşkusuz sizin için.”

      “Fakat kimse duyamıyor.”

      “Rüzgâr duyulmasını engelliyor.” dedi ve devam etti:

      “Sizin için olduğunu fark etmiş miydiniz?”

      “Evet.”

      “Sizi arıyorlar.”

      Çiftliğe gelişigüzel bir bakış attıktan sonra konuşmayı sürdürdü.

      “Yarım tabur kadar adam var.”

      “Cumhuriyetçiler mi?”

      “Parisliler.”

      “Peki.” dedi Marki, “Hadi devam edelim.”

      Ve çiftlik tarafına doğru bir adım attı. Adam onu kollarından tuttu.

      “Oraya gitmeyin!”

      “Nereye gideyim istiyorsunuz?”

      “Benimle gelin.”

      Marki dilenciye baktı.

      “Beni dinleyin, Marki. Benim evim size layık değil ama en azından güvenlidir. Mahzenden daha alçak bir kulübe; zemini yosundan, sütunu çimenden, çatısı da dallardandır. Gelin. Çiftliğe giderseniz sizi vururlar. Yorgun olmalısınız, evimde uyuyabilirsiniz. Yarın Maviler tekrar yola koyulurlar ve siz de istediğiniz yere gidersiniz.”

      Marki adamı sorgulamaya başladı.

      “Siz hangi taraftansınız? Kralcı mı yoksa cumhuriyetçi mi?”

      “Ben bir dilenciyim.”

      “Yani kralcı ya da cumhuriyetçi değilsiniz?”

      “Taraf tutmuyorum.”

      “Kral’ın yanında mısınız, karşısında mı?”

      “Bu gibi şeyler için düşünecek vaktim olmadı.”

      “Olan bitenler hakkında ne düşünüyorsunuz?”

      “Ben sadece hayatta kalmaya çalışıyorum.”

      “Yine de benim yardımıma koşuyorsunuz.”

      “Kanun kaçağı ilan edildiğinizi öğrendim. Bu kanun denen şey her ne ise, demek birileri ondan kaçabiliyor. Pek anlamıyorum. Kanundan kaçıyor muyum, kaçmıyor muyum onu bile bilmiyorum. Hiçbir fikrim yok. Açlıktan ölmek kanun kaçağı olmak demek midir?”

      “Ne kadar zamandır bu durumdasınız?”

      “Tüm hayatım boyunca.”

      “Ve