Название | Doksan Üç |
---|---|
Автор произведения | Виктор Мари Гюго |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-625-6485-90-7 |
Başı dik yaşlı adamın bu sözleri dalgalı denizin üzerinde çınlamıştı. Titrek dalgaların yansımasıyla üzerine bazen gölge, bazen ışık vuruyordu. Denizcinin yüzü kireç gibi olmuştu. Kaşlarının arasından iri nem damlaları düştü, yaprak gibi titredi, ara sıra tespihini öptü. Yaşlı adam konuşmayı sonlandırdığında, tabancasını fırlatıp attı ve yaşlı adamın dizlerine kapandı.
“Bağışlayın beni, lordum! Affedin!” diye haykırdı. “Sözleriniz sanki Tanrı’nın sözleri. Yanıldım ben. Kardeşim suçluydu. Onun suçunu telafi etmek için elimden geleni yapacağım. İsterseniz beni başınızdan atın, isterseniz buyurun emredin bana. Ne yaparsanız yapın, itaat edeceğim.”
“Seni bağışlıyorum.” dedi yaşlı adam.
II
KÖYLÜNÜN HAFIZASI, KAPTANIN BİLGİSİNE EŞ DEĞERDİR
Kayık için konulan erzak az değildi. Zira dolambaçlı yollardan geçen iki kaçak için yetmişti. Kıyıya ulaşmaları tam otuz altı saat sürdü. Geceyi denizde geçirdiler. Gece güzeldi ama gözden uzaklaşmaya çalışan birileri için ay ışığı fazla aydınlıktı.
İlk başta Fransız kıyılarından uzaklaşıp Jersey yönünde açıldılar. Talihsiz korvetin son yaylım atışını duymuşlardı. Ormanda avcılar tarafından öldürülen aslanın son kez kükremesi gibiydi sesi. Sonra denize bir sessizlik çöktü.
Claymore korveti Vengeur9 gibi telef oldu ama tarih korveti yazmadı. Kendi topraklarına karşı savaşanı tarih yazmaz.
Halmalo olağanüstü bir denizciydi. Becerikli ve bilgeydi. Kayalıklar, dalgalar ve düşmanın uyanıklığı arasında çizdiği rota âdeta bir başyapıttı. Rüzgâr azaldı ve denizle mücadele sona erdi. Halmalo, Minquiers kayalıklarından uzak durmuş ve Chaussée aux Boeufs taraflarında gelgitin oluşturduğu küçük koya birkaç saat dinlenmek için sığınmıştı. Daha sonrasında güneye doğru kürek çekerek, Chausey ve Granville Adaları arasından geçmeye devam ederdi. Buralardan geçerken dikkatli olması ve hiçbir gözcü tarafından fark edilmemesi gerekiyordu. Sonrasında Saint-Michel Körfezi’ne girdi. Seyir filosunun Cancale dolaylarında demir attığını düşünürsek bu epeyce gözü pek bir hareket olmuştu.
İkinci günün akşamı, gün batımından yaklaşık bir saat önce, Saint-Michel tepesini geçti ve kaygan kumundan kaynaklanan tehlike nedeniyle her zaman kaçınılması gereken bir kıyıya indi.
Neyse ki gelgit fazlaydı.
Halmalo kayığı elinden geldiğince itti, kumsalı inceledi ve sert bulduğu bir yere kayığı sabitledi. Yaşlı adamla beraber kıyıya atladılar. Yaşlı adam endişeli gözlerle ufka bakıyordu.
“Lordum.” dedi Halmalo. “Burası Couesnon nehrinin ağzı. Beauvoir sancak tarafında, Huisnes iskele tarafında kaldı. Önümüzdeki çan kulesi ise Ardevon.”
Yaşlı adam kayığın üzerine eğildi, yerden bir bisküvi aldı ve cebine koydu. Sonra Halmalo’ya şöyle dedi:
“Gerisini sen alabilirsin.”
Halmalo torbaya et ve bisküviden kalanı koyup torbayı sırtladı. Bütün bunları yaptıktan sonra sordu:
“Lordum, önden mi gideyim yoksa peşinizden mi geleyim?”
“İkisini de yapma.”
Halmalo, hayretle yaşlı adama baktı.
Yaşlı adam devam etti:
“Ayrılmak üzereyiz, Halmalo. İki kişi devam etmek bize bir fayda sağlamaz. Bin kişi yoksa eğer bir adamın yanında, yalnız olması daha iyidir.”
Durdu ve cebinden kokarta benzer düğümlenmiş yeşil bir ipek parçası çıkardı. Ortasına yaldızdan bir zambak çiçeği işlenmişti.
“Okuman var mı?”
“Hayır.”
“Bu iyi. Okuması olan adam başını derde sokar. Belleğin güçlü müdür?”
“Evet.”
“Çok iyi. Dinle Halmalo. Sen sağdan gideceksin, ben de soldan. Bazouges yönünden dönmek zorundasın, ben de Fougéres tarafına ilerlemeliyim. Torbanı sırtından indirme, böylece bir köylü gibi gözükürsün. Silahlarını sakla, kendine sivri çitten bir parça kes. Uzun çavdarların arasından sessizce ilerle. Çitlerden atla ve tarlalardan geç. Yoldan gelip geçenlere gözükeyim deme, aynı şekilde yollardan ve köprülerden de uzak dur. Ha bir de Couesnon nehrini geçmen gerekecek, bunu yapabilir misin?”
“Yüzerek geçebilirim.”
“Harika. Orada bir geçit var, biliyor musun orayı?”
“Evet. Nancy ve Vieux-Viel arasında.”
“Doğru. Gerçekten de buraları iyi biliyorsun.”
“Ama gece yaklaşıyor. Siz nerede kalacaksınız lordum?”
“Ben başımın çaresine bakarım. Asıl sen nerede kalacaksın?”
“Ben burada bir sürü yatacak yer bulurum. Ben denizci değilken ırgattım.”
“Denizci şapkanı fırlatıp at, başını belaya sokmasın. Yünden bir şeyler bul kafana tak.”
“Öylesini hemen bulabilirim, gördüğüm ilk balıkçıdan beresini bana satmasını isterim.”
“Çok iyi. Dinle şimdi. Ormanları iyi biliyor musun?”
“Hem de hepsini.”
“Bu çevrede olanların hepsini biliyor musun?”
“Noirmoutier’dan Laval’e kadar hepsini bilirim.”
“İsimlerini de bilir misin?”
“Hem isimlerini hem ormanları avucumun içi gibi bilirim.”
“Çabuk unutur musun?”
“Asla.”
“O zaman şimdi dikkatle dinle beni, bir günde ne kadar yol alabilirsin?”
On, on beş, on sekiz, gerekirse yirmi kilometre.”
“Böyle yürürsen ulaşabilirsin. Şimdi kulağını iyice aç beni dinle. Sana anlatacağım. Saint-Aubin ormanına gideceksin.”
“Lamballe yakınlarında olan mı?”
“Evet. Saint-Rieul ve Plédéliac arasındaki vadi üzerinde. Büyük bir kestane ağacı var, işte orada durman gerekiyor. Kimseyi görmeyeceksin.”
“Ama mutlaka orada birileri vardır.”
“İşaret vereceksin. Biliyor musun bunu?”
Halmalo yanaklarını şişirdi ve denize dönerek baykuşa benzer bir ses çıkarttı.
Duyan birisi bu sesin ormanların derinliklerinden
9
Fransız donanmasına bağlı yedi gemiden biri. (ç.n.)