Ay Işığı Sokağı - Kadın ve Manzara - Leporella. Стефан Цвейг

Читать онлайн.
Название Ay Işığı Sokağı - Kadın ve Manzara - Leporella
Автор произведения Стефан Цвейг
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 978-625-6486-06-5



Скачать книгу

garip bir sahneye tanık oldunuz… Kusura bakmayın… Kusura bakmayın… Tekrar bundan bahsettiğim için kusura bakmayın… Ve ben çok gülünçtüm… O kadın… Zira o kadın…”

      Yine sustu. Boğazına bir şeyler düğümlenmişti. Sonra sesi çok yavaş olarak aceleyle fısıldadı: “O kadın… Kadın benim karım.” dedi.

      Şaşkınlıktan sıçramış olmalıyım, zira özür dilemek istiyormuş gibi konuşmaya acele ile devam etti: “Yani… Karımdı… Beş, dört yıl önce… Memleketim Hessen, Geratzheim’da… Bayım onun hakkında kötü şeyler düşünmenizi istemem… Onun böyle olması belki benim suçum. Eskiden böyle biri değildi… Ben… Ben eziyet ettim ona. Çok fakir olmasına rağmen aldım onu, giyeceği bile yoktu, hiçbir şeyi, hiçbir şeyi yoktu… Ama ben zenginim… Yani varlıklı… Zengin değil… Ya da en azından eskiden öyleydim… Ve biliyor musunuz bayım… Ben belki de -o haklı- tutumluydum… Ama eskiden öyleydim bayım, felaketten önce ve buna lanet ediyorum… Ama babam öyleydi, annem de herkes öyleydi… Ve ben her kuruş için çok çalıştım… O rahat biriydi, güzel şeyleri severdi… Ama fakirdi ve ben bunu her zaman yüzüne vurdum… Bunu yapmamalıydım, şimdi biliyorum bayım çünkü gururludur o, çok gururludur… Sakın onun kendisini gösterdiği gibi biri olduğuna inanmayın… Bu yalan ve kendi canını acıtıyor… Sadece… Sadece benim canımı yakmak, bana işkence etmek için… Ve… Bir de… Bir de utandığı için… Belki de kötü biri olmuştur ama ben… Ben inanmıyorum… Çünkü bayım, o çok iyiydi, çok iyi…”

      Gözlerini sildi ve karşı koyamadığı heyecanından durdu. Gayriihtiyari yüzüne baktım ve birdenbire gözüme artık gülünç görünmedi, hatta Almanya’da yalnızca toplumun alt sınıflarının kullandığı bu garip ve yağcı bir hitap olan “bayım” kelimesini bile fark etmiyordum artık. Yüzüne konuşmak için gösterdiği içten çaba yansımıştı; şimdi tekrar zorla öne doğru sendelediğinde bakışları kaldırım taşlarında donup kaldı; sanki kasılmış boğazından işkenceyle çıkan sözleri titrek ışıkta kaldırımdan güçlükle okuyor gibiydi.

      “Evet bayım.” dedi derin bir nefes alarak ve sonra içinin daha yumuşak dünyasından gelen bambaşka, tok bir sesle, “O çok iyi biriydi… Bana karşı da onu sefaletinden kurtardığım için bana minnettardı… Ve onun minnettar olduğunu da biliyordum… Ama… Ben… Bunu duymak istiyordum… Devamlı yeniden… Devamlı yeniden… Bunu duymak bana iyi geliyordu… Bayım, bunu duymak, birisinden daha iyi olduğunu duymak çok iyi geliyordu… Hem de hem de aslında daha kötü olan olduğunu biliyorsa insan… Bunu tekrar tekrar duyabilmek için bütün paramı verebilirdim… Ve o çok gururlu birisiydi ve benim bunu, bu minneti duymayı istediğimi anlayınca gitgide daha az dile getirir olmuştu… Bu yüzden… Sadece bu yüzden bayım, onu hep yalvartıyordum… Kendiliğimden hiçbir şey vermiyordum… Her elbise, her kurdele için gelip dilenmesi ruhumu okşuyordu… Üç yıl boyunca böyle eziyet ettim ona, gittikçe daha fazla… Ama bayım, onu çok sevdiğim için yapıyordum bunu… Gururunu seviyordum ama bu gururu kendime kul etmeyi de seviyordum, ben deliydim ve ne zaman bir şey istese, kızardım… Ama bayım aslında kızmıyordum, onu aşağılayabilmem için yakaladığım her fırsattan mutlu oluyordum çünkü… Çünkü onu nasıl sevdiğimi bilmiyordum…”

      Yine sustu. Tamamen sendeliyordu şimdi. Galiba beni unutmuştu. Gittikçe yükselen mekanik bir sesle, sanki uykudaymış gibi konuşuyordu.

      “Bunu… Bunu ancak o gün… O lanet gün anlamıştım… Annesi için istediği parayı vermeyi reddetmiştim, çok, çok azdı… Aslında hazırlamıştım parayı ama bir kere daha gelmesini istemiştim… Bir kere daha benden istemesini… Evet, ne diyordum? Evet o gün biliyorum, akşam eve geldiğimde ve onun olmadığını ve masanın üzerinde yalnızca bir kâğıt parçası görünce anlamıştım… ‘Lanet olası paran sende kalsın, artık senden hiçbir şey istemiyorum.’ Böyle yazılıydı, başka bir şey yoktu… Bayım üç gün üç gece boyunca deli gibi olmuştum. Nehri arattım ve ormanı, polise yüzlerce para verdim… Bütün komşulara gittim ama sadece gülüp alay ettiler… Hiç, hiçbir şey bulunamadı… Nihayet başka köyden birisi bana haber getirdi… Onu görmüş… Bir askerle birlikte trende… Berlin’e gitmiş… Aynı gün arkasından gittim… Kazancımı bıraktım… Binlerce kaybettim… Beni soydular uşaklarım, kâhyam, hepsi, hepsi… Ama size yemin ederim, bayım, umurumda değildi… Berlin’de kaldım, bir hafta sürdü o insan kalabalığında onu bulmam… Yanına gittim… Zorla nefes alıyordu.

      “Bayım, size yemin ederim… Ona ağır bir söz söylemedim… Ağladım… Dizlerimin üzerine çöktüm… Para vermeyi teklif ettim… Tüm servetimi yönetmesini söyledim çünkü o zaman anlamıştım artık… Onsuz yaşayamazdım. Saçının her telini seviyorum… Ağzını… Bedenini, her şeyini, her şeyini… Onu dışlayan bendim sonuçta, yalnızca ben… Birdenbire içeriye girdiğimde benzi ölü gibi soldu… Hancı kadına rüşvet vermiştim, muhabbet tellalıydı kadın; kötü, adi bir kadındı… Karım duvardaki kireç gibi olmuştu… Beni dinledi. Bayım, zannedersem sevinmişti… Evet beni gördüğüne sanki sevinmiş gibiydi… Ama ben paradan bahsedince… Oysa size yemin ederim, artık para düşünmediğimi göstermek için söylemiştim… İşte o zaman tükürdü… Ve sonra… Ben hâlâ gitmek istemediğim için… Âşığını çağırdı ve ikisi benim hâlime güldüler… Ama bayım ben tekrar tekrar gittim oraya, günbegün. Evdekiler bana her şeyi anlatmıştı, hergelenin onu terk ettiğini ve karımın darda olduğunu biliyordum, bir kez daha gittim oraya… Bir kere daha, bayım ama bana bağırdı ve gizlice masaya bıraktığım parayı yırttı; sonra yine de bir daha gittiğimde artık yoktu…

      Onu yeniden bulmak için neler yapmadım ki bayım! Yemin ederim size, bir sene boyunca yaşamadım, sadece iz sürdüm, ajanlar görevlendirdim, ta ki Arjantin’de olduğunu öğrenene kadar… Bir… Kötü bir evde…” Biraz tereddüt etti. Son kelimesi hırıltı gibi çıkmıştı. Ve sonra sesi kalınlaştı.

      “Çok korktum… Önceleri… Ama sonra hatırladım, onu dışarı iten bendim, sadece ben… Sonra kim bilir ne kadar acı çektiğini düşündüm, zavallı… Çünkü o her şeyden fazla gururludur o… Avukatıma gittim, o da konsolosa yazdı ve para gönderdi… Kendisi paranın kimden geldiğini öğrenmeden… Sadece geri gelmesi için. Her şeyin yolunda olduğuna dair bir telgraf gönderdiler… Geleceği gemiyi biliyordum… Ve Amsterdam’da bekledim… Üç gün erken gitmiştim oraya… Öylesine sabırsızdım… Nihayet geldi, ufukta geminin dumanını bile görünce mutlu oldum, yanaşıp durana kadar bekleyemeyeceğimi zannettim, yavaş, öyle yavaş geliyordu ve sonra yolcular geminin merdivenlerinden indiler ve nihayet, nihayet o da indi… Onu hemen tanıyamadım… Başka türlüydü… Makyajlıydı… Bir de öyle… Sizin onu gördüğünüz gibiydi… Ve benim beklediğimi görünce… Rengi soldu… İki tayfa onu tutmak zorunda kaldı, yoksa merdivenden düşecekti… Karaya çıktığında hemen yanına gittim… Bir şey söylemedim… Boğazım düğümlenmişti… O da konuşmadı… Ve yüzüme de bakmadı… Hamal önümüzde bavulları taşıdı, biz de arkasından yürüdük, yürüdük… Sonra birden durdu ve dedi ki… Bayım, bunu öyle bir söyledi ki… İçimi çok acıttı, öyle üzücüydü ki…‘Hâlâ karın olmamı istiyor musun, şimdi hâlâ?’ Elini tuttum… Titriyordu ama hiçbir şey söylemedi. Ama her şeyin yine yolunda olduğunu hissettim… Bayım, nasıl mutluydum! Bir çocuk gibi etrafında dans ettim, odaya gittiğimizde ayaklarına kapandım… Aptalca bir şeyler söylemiş olmalıyım… Çünkü gözyaşları arasından gülümsüyor ve beni okşuyordu… Tabii sadece ürkek ürkek… Ama, bayım… Bu bana nasıl iyi geldi… Yüreğim eridi.

      Конец ознакомительного