Название | İstanbul'un tarihi, kültürü ve yaşamı |
---|---|
Автор произведения | Richard Tillinghast |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-625-8068-86-3 |
Parke taşlı kaldırımlarda yol boyunca dizilmiş yaşlı çınar ağaçları var. Bazısı az miktarda beyaz briket ya da tel örgü çitlerle korunuyor. Bir de az rastlanan mersin ağacı ve zakkum var. Birçok yerde, dar sokaklarda doğal bir çardak vazifesi gören üzüm asmaları yetiştirilmiş. Öylesine dolaştığınızda başkaları da doğal olarak sizi merak edecektir. Eğer birini “İyi akşamlar,” diyerek selamlarsanız onlar da karşılığında sizi selamlıyor ve biraz Türkçe bilmenizden memnuniyet duyuyorlar. “Selamün Aleyküm” yani “Allah’ın selamı üzerinize olsun” dediğinizde ise dinlerine hürmet ettiğinizi düşündükleri için bir kat daha memnun oluyorlar. Sokaklarda çoğunlukla erkekler var. Eve gittiklerinde kadınların yönettiği bir dünyaya girmiş oluyorlar ancak meydan erkeklere ait bir yer.
Başıboş kediler aylak aylak dolaşıyor ve birileri onları besliyor. Yemeleri için iyi kötü her şeyi veriyorlar. Kedilerin salatalık, domates ve ekmek yediği başka bir yer var mıdır acaba? Çok aç olmalılar. Hz. Muhammed’in kedileri çok sevdiği anlatılıyor. Bir hadiste anlatıldığına göre Peygamber, birlikte oturduğu arkadaşlarından ayrılmak üzere ayağa kalktığında, kaftanında bir kedinin uyuduğunu görür. Mahluğu rahatsız etmemek için bir makas ister ve kedinin uyuduğu parçayı keser.
Bu antik şehirde tarih bize hiç de uzak değil. Fener, Haliç kıyısındaki eski bir Rum mahallesi, kalmayı sevdiğim bir yer. Galata Köprüsü’nden yalnızca iki iskele uzaklıkta. Eğer aceleniz varsa eski şehrin merkezi Eminönü’ne taksiyle yalnızca beş liraya, yani aşağı yukarı 1,20 pound’a gidebiliyorsunuz. Kıyı boyunca uzanan yoldan yürüyecek olursanız önce Haçlıların daha sonra da Türklerin saldırısına uğramış Bizans zamanından kalma duvarların kalıntılarını göreceksiniz. Bir gece Cibali adlı bir semtte karşıma çıkan Kadir Has Üniversitesi’nin hemen üzerindeki duvara oyulmuş alçak geçidin üzerinde aşağıdaki gibi tercüme edebileceğim şu yazı vardı: “Burada, 29 Mayıs 1453’te Bursalı Zabit Cebe Ali Bey surları yıkarak bir delik açtı. Kendisi buradan geçtiği için bu bölgeye adından ilhamla Cibali denmiştir.” Bu kapıdan az ileride, 1453’teki o vahim günde Konstantinopolislilerin kaderlerinden kaçmak için beyhude yere toplandıkları Gül Camisi var. Osmanlı birlikleri, aslen bir Ortodoks kilisesi olan camiye saldırdıklarında, çoğunluğu kadın, çocuk ve savaşamayacak kadar yaşlı erkeklerden oluşan Rumların, Türklerin gülleri sevdikleri için onları bağışlayacakları umuduyla ibadethaneyi güllerle donatması karşısında büyülenmiş ve şaşkına dönmüşlerdi.
İstanbul’da birçoğumuzun ziyaret etme fırsatı bulamadığı bazı semtler vardır. Bunlar merkezi, manzaralı ya da tarihi öneme sahip semtler değildir. Bir kış mevsiminde zamanımın bir kısmını, Taksim’in hemen ilerisinde, şehrin hafif raylı sistem hattı üzerindeki yeni semtlerinden biri olan Mecidiyeköy’de geçirdim. Soğuk kış sabahlarında bir yorgana sarınıp, 7. kattan son yarım yüzyılda İstanbul’un nüfusunu artıran 12 veya 15 milyon kişinin bir kısmına ev sahipliği yapan semtin çevresinde labirent oluşturan sokakları seyrediyordum. Bu şehre ilk kez geldiğimde bu binaların pek azı mevcuttu. Şimdi 6-7 katlı beton dökme vasat apartmanların sıralandığı bu dik tepelerde, bir zamanlar otlar bitiyordu. Koyunlar burada otluyor, şehrin pazarlarına yiyecek sağlayan sebze bahçeleri burada bulunuyordu. Türkçede “yokuş” denen sarp bayırlar güya asfaltla kaplı olsa da sanki birisi birkaç kamyon sıcak asfaltı tepeden aşağı öylesine dökmüş gibi duruyorlar.
Karlı bir sabahta erkenden gözümü açtım. Bitişik dairedeki bir bebek ilk hecelerini çıkarmaya çalışırken aşağıdaki kanyonvari sokaklardan, arada sırada çalan araba kornasının, patinaj yapan tekerleğin ve kara saplanmış aracı kurtarmak için şoföre “gel, gel, gel,” diye bağırarak talimatlar veren bir adamın sesini duyabilirsiniz. Aşağıda ne olup bittiğini görebilmek için yan apartmanın karla kaplı kırmızı kiremitli damında siyah beyaz bir kedi dikkatli adımlarla yürüyor. İnsanlar işe gidince ortalık sessizliğe bürünüyor. Kuşluk vaktinin sessizliği, İstanbul’un her yerinde bulunabilen sert ve gevrek halka şeklindeki lezzetli susamlı simitleri satmak için “simiit!” diye bağıran adamlar, “Eskicii! Eskicii!” diye bağıran el arabalı hurdacı gibi sokak satıcılarının tekrarlayan bağırışlarıyla bozuluyor.
Turistler Sultanahmet’te kalmayı tercih ediyorlar, zira tarihi Ayasofya Kilisesi’yle önündeki parkın karşısındaki Sultanahmet Camisi ve 2000 yıl boyunca şehrin ana caddesi olmuş Divanyolu Caddesi’nden birkaç sokak ötedeki Kapalıçarşı da burada. Geceleri turistler de yerliler gibi restoran ve gece hayatı için Tünel ve Asmalımescit semtlerine geliyorlar. Üsküdar’a yapılacak bir gezi, bir kıtadan diğerine vapurla geçilebilen dünyadaki tek yer olma cazibesinin yanı sıra denizde olmak için de iyi bir bahane. Mecidiyeköy turistlerin ilgisini çekmemekle beraber fazla zengin olmayan insanların yaşadığı bir mahalle. Burası, sofralarına yiyecek bir şeyler koyabilmek için ne iş yapmak gerekiyorsa o işi yapan insanların toplandığı, çalışan orta sınıf ailelerin dışa kapalı yerleşim bölgesi. İnsanlar İstanbul’da iki yakalarını bir araya getirmek için gerçekten çok çalışıyorlar. Hiçbir zaman düzgün çalışmayan sıcak su teçhizatı ve bir türlü yeterince ısıtamayan kaloriferli bir apartmanda yaşamak birçok İstanbullunun ortak sıkıntısı olmuş durumda.
O kış, bizim yaşadığımız apartmanda doğalgazla çalışan ısıtma sistemi “kombi” en çok ihtiyacımız olduğu zamanlarda çalışmıyordu. Kullanım kılavuzunu İngilizceye çevirdiğim halde oğlum ve ben durmadan cihazın ayarlarıyla oynuyorduk. Yatak odamın camından apartman sakinlerinin odun ve kömür torbalarını balkonlarına yığdığını görüyordum. Arada renkli bir eşarp takmış bir kadın dışarı çıkıp birkaç parça kömür için çuval bezinden torbanın altını üstüne getiriyordu. Kar fırtınası sırasında bir iki kez aynı bir Rus romanında olduğu gibi ısınmak için mobilyaları kırıp yakmayı bile hayal ettim. Fırtınalı havada dışarı çıkmaya cesaret etmek, çöple dolu plastik torbaları geçip karlı sokaklarda zorlanarak yürümek bu şehri turistik bir cazibe merkezi veya egzotik bir şehir olarak görmek şöyle dursun, I. Dünya Savaşı’nda kaybeden tarafla aynı alınyazısını paylaşan, imparatorluk sonrası yeni bir metropol olarak görmenize bile yetmez. Yüksek sivri ökçeli, topuklu çizmeleriyle çok yavaş bir şekilde kaldırımdan yürüyerek Mecidiyeköy’deki buzlu yokuşu çıkan bir kadının görüntüsünden bütün bir toplumun yapısı okunabilir.
5
Türkçe
Türkiye’nin anadili Türkçedir. İstanbul’u kısa süreliğine ziyaret eden birinin Türkçeyi çözebilmek için yeterli zamanının ve isteğinin olması uzak bir ihtimalken, bazı benzerlikler hem faydalı hem de ilgi çekici olabilir ve birkaç kelime ya da bilinen bir söz size şaşırtıcı biçimde yarar sağlayabilir. Türkçeyi şehirde pratik yapacak kadar yeterli vakit geçirmediğim için oldukça yavaş ve duraklayarak konuşuyorum, ama yine de “çok güzel Türkçe konuştuğumu” söylüyorlar. Pek gerçekçi olmasa da insana büyük bir güven veriyor! Bir yabancının Türkçe konuştuğunu ya da konuşmaya çalıştığını görünce adeta insanların yüzü aydınlanıyor.
Türkçe,