Название | Goethe'nin Hayatı |
---|---|
Автор произведения | James Sime |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-605-7605-82-5 |
Bu dönemde, Avrupa düşünce yapısı dünyanın görebileceği en büyük devrimlerden birine tanık oluyordu. Hiç şüphe yok ki hareketin öncüsü Rousseau’ydu. Rousseau bir edebiyatçı olarak Voltaire’in yanına bile yaklaşamazdı. Ne de Diderot’dan daha kapsamlı ya da onunla aynı ölçüde bir bilgi dağarcığına sahipti. Ancak onun fikirleri çağın en temel ihtiyaçlarını karşılıyordu. Rousseau halkın dikkatini insanlığa yönlendiren, peygamberlere has bir şevk ve heyecana sahipti. Fransız uygarlığını köklerinden sarstı, Almanya üzerinde de çok derin bir etki bıraktı. Kaliteli zihinler, her yerde dünyanın mevcut durumundan büyük bir hoşnutsuzluk duyuyordu. Rousseau’ya göre adaletten yoksun kurumlar tarafından bozulmadığı müddetçe daima saf ve soylu kalacak özsel insani niteliklerin, özgürce gelişimi ve dışavurumu adına norm ve geleneklere karşı çıkıp “doğa”ya dönüş için haykırıyordu her biri.
Rousseau hakkında ciddi çalışmalar yapan Herder, öğretisindeki tüm temel tezleri benimseyip onun bu doktrinlerini sadece yaşamın eleştirisinde değil, aynı zamanda edebiyata dair yargılarına da uygulamıştı ve ayrıca o andan itibaren Goethe’yi kendi entelektüel zenginliğinin bir paydaşı olarak kabul etti. Halihazırda Rousseau’nun bir okuru olan Goethe’nin zihni artık, erken dönem yazılarının karakterinden aşina olduğumuz gibi La Nouvelle Héloïse ve Emile4 ruhunun derinden etkisi altındaydı. Daha da önemlisi Shakespeare’in dehasının ihtişamını tamamen kavramış olmasının getirdiği faydaydı. Tüm şairler içerisinde Shakespeare, Herder’in öğrettiği biçimiyle doğanın en doğru yorumuna kavuştuğu kişiydi. Onun oyunları üzerine büyük bir hevesle çalışmaya dönen Goethe, onların güç ve güzelliklerinden daha önce hiç olmadığı kadar etkilenerek onlarda yatan anlamı tüketmenin mümkün olmadığını daha da güçlü bir şekilde hissetti. Herder’in; Swift, Richardson, Fielding, Sterne ve Goldsmith hakkında da söyleyeceği çok şeyi vardı. Goethe’nin de aralarında bulunduğu bir arkadaş çevresine neşeli, acıklı ve huzurlu cazibesiyle her birinin zevkle dinlediği Wakefield Papazı’nı5 okuyordu. Herder’in etkisiyle Homeros okumaya başlayan Goethe, Hamlet’ten6 bile alamadığı güçlü ilhamı İlyada7 ve Odyssey’den8 almıştı. Macpherson’ın çevirdiği Ossian, Herder’in hayal gücü üzerinde büyük bir etki bıraktı. Aldığı bu hazzı Goethe’yle de paylaştı. Goethe de Fingal ve The Songs of Selma’da (Selma Şarkıları) ilkel edebiyatın görkemli ve büyüleyici birçok izine rastladı. Yine Percy’nin Reliques’ini (Eski Eserler) iyi bilen Herder’in etkisiyle, Goethe ilk defa şiirsel dürtünün en güzel dışavurumunun herkesçe bilinen şarkı ve baladlarda bulunduğunu öğrendi. Bunu öğrenmesi ona çok büyük bir haz verdi. Böylece elindeki derleme halk şarkılarını, kendi sözlerini kullanarak yeni bir tarzda ve ancak ince bir zekânın üstesinden gelebileceği bir zarafet ve basitlikle yeniden yaratma işine girişti.
Herder’in üzerinde bıraktığı etki sayesinde Goethe, Strazburg döneminde büyük bir entelektüel uyanış yaşadı. Hiçbir doktrinel yapıyı hakikatin tam ve nihai dışavurumu olarak görmüyordu. Bunun aksine Herder’den zihnini başkalarına bağımlı olmadan kullanabilmeyi öğrendi. Artık bizzat kendi gözleriyle baktığı dünyayı yargılayarak fikirlerini özgürce test edebilmeye başlamıştı. Herder’le tam da ondan daha ileri düzeyde özgün bir zihne ihtiyaç duyduğu ve onun da buna ayak uydurabileceği bir gelişim evresindeyken tanıştı. Öğretmeniyle yolları ayrıldığında, artık bir ustanın dizinin dibinde oturmasına ihtiyacı yoktu. Tıpkı sırlarını çözdüğü şairlerin yaptığı gibi dünya gerçekleriyle dolaysız biçimde temas edip, doğasının ona bir armağanı olan dürtüleriyle kendi kavrayış ve yaratıcılığının izini sürerek büyük başarılar elde etmenin mümkün olduğunu öğrenmişti artık.
Herder’le birlikte geçirdiği dönemde uyanan taptaze dürtüler Goethe’nin, derinlerdeki capcanlı ve ahenkli dünyanın zevkine varmasına olanak sağlamıştı. 1770 yılının sonbahar mevsiminde Weyland’la birlikte şirin bir Alsace köyü olan Sesenheim’a yolculuk ettiler. Weyland orada üvey kız kardeşlerinden birinin karısıyla akraba olduğu Papaz Brion’u ziyaret etmek istiyordu. Ağaçlarla kaplı bir kırda bulunan bahçesinin yanında dikilen bu eski moda ihtiyara yaklaşırken, Goethe’nin kıpır kıpır olan ruhu bile güzellik ve dinginliği ilk bakışta göze çarpan bu manzaranın sakinleştirici etkisini hissetmişti. Gerçekten sıcakkanlı ve konuksever biri olan Papaz Brion’un biri evli dört kızıyla sekiz yaşında bir oğlu vardı. Böylesine sade ve mutlu bir ailenin hiç var olmadığını düşünen Goethe (Oliver Goldsmith’in kim olduğunu henüz bilmediğinden bu düşüncesi sonradan ortaya çıkmıştı) bazen onları Wakefield Papazı’ndaki aileyle karşılaştırırdı. Bir anlık hevesle kendini olmadığı biri olarak tanıtsa da çok geçmeden karakterini belli etti. Bu durum üzerine hoş karşılanınca birdenbire rahatladı. Papazın en küçük kızı Goethe’nin ilgisini çekecek yaşta değildi. Diğerleriyse onunla aynı yaşta olan Salomca ile on dokuz yahut yirmi yaşlarında olan Frederika’ydı. Nazik ve minyon bir kadın olan Frederika’nın gür açık renk saçları, koyu mavi gözleriyle güzel biçimli bir çehresi vardı. Oldukça hassas karakterine karşın, kırsalın tatlı ve şifalı havasından dolayı canlı bir görünüşe sahipti. Nazlı genç kız tavırlarının ardında derin bir tutkuyla bağlanabilecek bir kadın yatıyordu. Çetin ve dobra biri olan ablası Salomca’ya kıyasla çok daha çekiciydi.
Goethe otobiyografisinde bu sevimli kızla ilişkisini eşsiz biçimde betimler. Birçoğunun doğru olmadığı bilinen bu betimlemenin ayrıntılarına güvenmek imkânsız olsa da şüphe yok ki gerçekten olup biten her şeyi dürüst bir tavırla, ana hatlarıyla göstermektedir. Ancak şu kesindir ki Goethe Frederika’ya karşı, Gretchen ve Annette’ye duyduğundan daha derin ve kalpten bir aşkla doluydu. Onlarla ilişkisinin hiçbir zaman yüzeyden öteye geçmemesine karşın Frederika’ya duyduğu aşk, romantizm ve giderek alevlenen bir tutkuyla bezenmişti. Öte yandan Frederika’nın da bu genç şairin yaptığı kurlara direnmesi mümkün müydü? Bilinmeyen bir dünyadan yayılan göz kamaştırıcı ışık gibi birden yoluna çıkan bu genç adamın sıcaklığı karşısında onun da kalbi aşk, sevinç ve zevkle atıyordu.
Goethe ilk ziyaretinin hemen ardından Frederika’ya Strazburg’un ona daha önce hiç bu kadar boş görünmediğini yazdığı bir mektup gönderdi. Bunu daha başka mektuplar da izledi ancak tüm bu mektupları daha sonra Frederika’nın ablası yaktı. Goethe onu görmek için Sesenheim’ı sık sık ziyaret etti. 1771 yılında Paskalya bayramının hemen ardından, Frederika annesi ve kardeşiyle Strazburg’a geldi. Orada kaldığı süre boyunca birlikte geçirdikleri zaman mutlu olsalar da nedense Frederika kendini tamamıyla
4
5
6
7
8